Hayat tevafuklarla o kadar çok doluyken, ben bir köşede tesadüf olarak kalamazdım. Tevafuk kelimesinin anlamı etrafında dolaşmadan onu gerekli ölçüde tanımlamalıydım. Sahi, onu denk ve uyumlu hale getiren ne olabilirdi? Bu kadar kelime içinde seçildiğine göre elbet üstünlüğü olacaktı.
Akşam
kendini geceye bırakırken dünyayı beş dakikalığına da olsa unutmaya niyet
ederek, seccadem elimde gecenin mihrabına adımladım. Seccademi kıblegâha doğru
serdim, şükür namazını kıldıktan sonra biraz tefekkür ve tefeyyüzün ruhuma iyi
geleceğini idrak ederek içimdeki odayı düzenlemeye çalıştım. Önce dağınık
düşüncelerimin varlığından soyutlanmalıydım. Bunun için odamda köşesini
bulamayan eşyaları yani gereksiz olanları çöpe atmaktan başlamalıydım. Önce
ümitsizliği inancın suyuyla iyice yıkamalıydım, adı ümit olsun diye. İnanç,
insana lütfedilen ve insanın ruhuna üflenen ilk kelime “Hu!” gibidir. İnançla
birlikte ümidim kuvvetlenmeliydi. İnsan ümitvar oldukça kibir kelimesi de onun
karşısında tuzla buz olabilirdi. Çünkü inanç temizleme gücüne sahip tek etkili
suydu, zem zemin insana şifa olması gibi.
Odamın
içini göz ucuyla süzdükten sonra şöhret aynasını düzelteyim derken kasıtlı
olarak onu yere düşürdüm. Bulunduğu yeri hiçbir zaman beğenmeyen bu ayna
kırıldı ve o da kibir gibi tuzla buz oldu. Onu da attım çöpe.
Çöp
kutusuna atılan kırık ayna parçalarından sonra kıskançlık odamı bir lamba
edasıyla aydınlatırken onun ışığından rahatsız oldum. Bu lamba odamda bir güneş
edasıyla durmamalıydı. Bu aydınlık güneşin hakkıydı. Bu nedenle lambayı
besleyen kabloyu kestim. Odamın duvarlarında yankılanan bir ses vardı. Bu ses
odamı süsleyince ne lambanın yokluğunu hissedebildim ne de aynanın kırıklığını.
O sesin eşliğinde başladı bu hikaye. Evet, o sesle birlikte bir melek kapınızı tıklarsa
kirpiklerinizden kaymasına engel olamadığınız o tek bir damla yanağınızdan
süzülürken adı mutluluk olur, şükür olur.
İnsan,
insan olma sanatını kullanmayı beceremiyorsa ya şeytani bir hale gelir ya da
meleki bir özellik kazanır. Ben öyle bir melek tanıdım ki insan olmayı
beceremiyordu. Ne şöhretin alkış seslerini duyuyordu kulakları ne de kıskançlık
lambasının aydınlığı ile bakabiliyordu dünyaya. Dünya gözüyle gördüğüm bu melek
bana fani olan bu dünyada insan suretiyle nefes almayı öğretiyordu. Şimdi ben
bu melek karşısında nasıl insan olabilirdim?
Seccademin
ucunda bir “vav!” edasıyla dururken birden “mim’leşti”
hâlim. O melek karşısında kirpiklerimden kaymasına engel olamadığım her bir
gözyaşı, yağmur misali omzuma dokundu ve takva gömleğim bu yağmurla ıslandı.
Gözlerimden süzülen her bir yağmur tanesini elimin tersiyle silerken,
gözyaşının ve ağlamak nimetinin mutluluktan ziyade şükür olduğunu idrak ettim.
Gözlerimi
açtığımda seccadem olduğu yerde, ayna duvarda ve tüm eşyalar olduğu köşeyi
tevafuk eseri beğenmiş duruyordu. Sadece ben tesadüfe takılmış, bu gece
yaşadıklarımın tevafuk olduğunu unutmuşum. Bu nedenle hayat tevafuklarla o
kadar çok doluyken, ben bir köşede tesadüf olarak kalamazdım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder