Ben
ise göreve yeni başladığım için okulda görev yapan öğretmen arkadaşları
yakından tanımaya çalışıyordum. Beldede görev yapan asker, sağlıkçı, ptt memuru
gibi diğer kamu görevlileriyle tanışmaya gayret ediyordum. Okula gelen
velilerle, kahvede görüştüğümüz insanlarla hem hal olmaktan mutlu oluyordum.
Göreve başladığımın ikici haftasıydı sanırım. Ziyaretime seksen yaşlarında fötr
şapkalı, takım elbise giymiş, kravatlı yöre halkıyla mukayese ettiğimde
aristokrat sayılabilecek nitelikte bir amca geldi. Bu amca tanışma esnasında
bana isminin Faruk Gönül, mesleğinin eski politikacı olduğunu söyledi. Faruk
Amcanın kültürlü bir insan olduğu lisanı halinden anlaşılıyordu. Belören gibi
bir Güneydoğu Kasabasında Faruk Gönül gibi aristokrat bir insanla tanıştığım
için ne kadar sevindiğimi kelimelerle anlatamam. Ben o güne kadar Faruk Amca
gibi entelektüel, kültürlü insanların metropol şehirlerde, özelliklede
Ankara’nın Çankaya ilçesinde yaşadığına inanırdım. Faruk Amcayla tanışınca bu
düşüncemin yanlış olduğunu fark ettim. Esasen bütün Belörenliler çalışkan ve
değerli ve insanlardır. Ülkemizdeki en güzel Besni Üzümünü Belörenliler üretir,
en iyi buğday firiğini Belörenliler yetiştirerek yurt dışına satarlar. Faruk
Amcayı belde halkından ayıran en önemli özellik ise kültür seviyesinin yüksek
olmasıydı. Aksi takdirde farklı yönlerden üstün meziyetleri olan yüzlerce insan
bulabilirsiniz Belören’de.
Faruk
Amcayla tanıştıktan iki gün sonra ders saati bitiminde vakit geçirmek için
beldede bulunan jandarma Karakoluna gitmiştim. Karakol Komutanı karakolda
yoktu. Beni Komutan Yardımcı Nihat Bey karşıladı. Nihat Beyle karakolun
kameriyesine oturduk. Benim geldiğimi görünce Fuat ve Necmettin uzman
çavuşlarda kameriyeye geldiler. Kameriyede bulunan arkadaşlarla çay içip
muhabbet etmeye başladık. Karakolun nizamiyesi kuzey cephenin ortasında,
kameriye ise batı cephesi ile kuzey cephenin kesiştiği noktada idi. Ben
oturduğum yerden nizamiyeyi tam olarak görüyordum. Biz bir bardak çayı içip
bitirmeden Faruk Amca emekli bir general edasıyla elindeki at başlı Ahlat
yapımı bastona basaraktan nizamiyeden içeri girdi. Faruk Amcanın karakola
gelmesiyle bahçede mıntıka temizliği yapan üç beş asker hafiften bir tebessümle
hazır ol vaziyeti aldı. Faruk Amca başındaki lengerli fötr şapkasını çıkartarak
askerleri selamladı. Bu arada kameriyede birlikte oturduğumuz rütbelilerde
ayağa kalkarak Faruk Amcayı alkışlamaya başladı. Rütbeli askerler ayağa
kalkınca alkışla masamda zorunlu olarak bende ayağa kalktım. Faruk Amcanın
üzerinde açık kahverengi renkte bir takım elbise, beyaz gömlek ve elbisesinin
renginde bir kravat vardı. Elbisenin üzerinden hâkî renkli mevsimlik bir palto
giymişti. Gözünde siyah ve kaliteli bir
güneş gözlüğü takılıydı. Başındaki siyah renkli fötr şapka görenlerin nazarı
dikkatini cezbediyordu. Ayağına giydiği ayakkabı yeni boyanmış, yolların kör
noktalarına koyulmuş tümsek aynalar gibi parlıyordu. Faruk Amcanın bütün
kıyafetleri gökkuşağının renkleri gibi uyum içerisindeydi. Kullandığı saati
anlatmaya gerek yok. Kolundaki saat sağ bileğinin üzerinde kahramanlık beratı
kadar şık duruyordu. Faruk amcanın zarafeti ilk bakışta bile kendisinin mühim
bir insan olduğunu ele veriyordu.
Faruk
Amca bu coşkulu karşılama töreninin ardından kameriyeye gelerek benim sağ
tarafımdaki boş olan sandalyeye oturdu. Başındaki fötr ve üzerindeki paltoyu
çıkarttı. Kameriyenin direğinde bulunan askıya astı. Yüzündeki ter izlerinden
uzak bir yoldan yürüyerek geldiği anlaşılıyordu. Peçeteyle terini sildi. Biraz
soluklandı. Ortam normalleşince hâl hatır sorma faslına geçildi. Komutan
Yardımcısı Nihat Bey “Hoş geldin Besnili Faruk” dedi. Nihat Beyin Faruk Amcaya
bu hitabı esnasında kameriyede bulunan uzman çavuşların hafiften tebessüm etmeleri
benim dikkatimden kaçmadı. Ev sahibi sıfatıyla kameriyede bulunan askerler hâl
hatır sorma faslını tamamlayınca sıra bana geldi. Bende “Hoş geldiniz.
Nasılsınız? İyiminsiniz? Faruk Amca” dedim. Faruk Amcada bana “iyiyim. Rahatım.
Bir sıkıntım yok. Sureti katiye de bu köyden hiç kimse ile teşriki mesai etmem.
Bir karakola gelirim. Bir de zat-ı aliniz gibi münevver şahsiyetlerle teşriki
mesai ederim. Benim neyime lazım ağam” dedi. Hoşuma giden bu güzel sözlerden
sonra Faruk Amcayla güncel konular üzerine muhabbete devam ettik. Faruk Amca
geçmiş yaşamıyla ilgili bir hatırasını anlatırken Demokratik Partiden Besni
Vilayet Meclisi Azalığına seçildiğini söyledi. Ben o ana kadar nasıl bir tepki
vereceğini bilmediğim için Faruk Amcaya Besnili Faruk konusunu sormaya
çekiniyordum. Faruk Amca Besni’den söz eder etmez gol pası almış bir forvet
oyucusu gibi Faruk Amcaya Besnili Faruk meselesini sormaya karar verdim. Faruk
Amca sözünü bitirir bitirmez “Faruk Amca arkadaşlar size neden Besnili Faruk
diyorlar” diye sordum. Faruk amca da bana “bir uzun hikâye hocam. Şimdi
anlatırsam uykun gelir, sıkılırsın” dedi. Ben ise “Hayır Faruk Amca. Bilakis
memnun olurum, çok sevinirim” dedim. Faruk Amcanın bu esnada birdenbire gözleri
doldu. Oturduğu sandalyeyi kameriyenin duvarına, sırtını da sandalyenin
arkalığına yaslayıp, masanın üzerindeki sürahiden bir bardak su doldurup
içtikten sonra başladı anlatmaya. Hikâyenin bundan sonraki kısmını hep birlikte
Faruk Amcadan dinleyelim. Bakalım ne olmuş.
Hocam;
bildiğiniz gibi ben 1950 yılında yapılan mahalli idareler seçimlerinde Demokrat
Partiden Besni Vilayet Meclisi Azalığına seçildim. O tarihte Besni Malatya
Vilayetine bağlı bir kaza idi. Malatya dada Vilayet Meclisi Azaları arasında
yapılan seçimlerde hem Türkçe hem Osmanlıca okuma-yazma bildiğim için Vilayet
Meclisi Umum Azalığına seçildim. 1954 yılında Adıyaman’ı vilayet yaptık. Ben
1960 yılına kadar Adıyaman dada Vilayet Meclisi Umum Azası olarak görev yaptım.
Adıyaman’da Demokrat Partinin önemli isimlerinden biriydim. Vilayet
Protokolünde yer alan amirlerle teşriki mesaim çok iyiydi. Adıyaman İl Jandarma
Komutanıyla, İl Emniyet Müdürüyle, Cumhuriyet Başsavcısıyla oturur, kalkar,
yerdim içerdim. 1960 yılında askeri cunta darbe yaparak devlet yönetimine el
koydu. Demokrasi askıya alındı. Seçilmiş kişilerin görevine son verildi.
Demokratik Partinin önemli adamları tutuklanarak ya cezaevine kondu ya da
sürgün edildi. Adıyaman’dan tutuklanan Demokrat Parti yöneticileri ise Sivas
Kabak Yazıya gönderildi. İl Jandarma Komutanının tavassutuyla ben
tutuklanmadım. Evimi Adıyaman’dan Belören’e taşıyarak hayatımı burada idame
ettirmeye başladım. Kendi nahiyemden bile tutuklanmadığım için rahatsız olan
insanlar vardı. Rahatsız olduklarını yüzüme karşı söylüyorlardı. Askerlerin
evime gelerek beni tutuklaması an meselesiydi. Ben tutuklanırım diye cezaevine
götüreceğim valizi hazırladım ama bir türlü tutuklamam yapılmıyordu.
Adıyaman
İl Jandarma Komutanıyla lokantacılık yapan Ahmet adında ortak bir arkadaşımız
vardı. Bir gece Ahmet Belören’e yanıma geldi.
Ahmet’le yemeğimizi yedik, çayımızı içtik. Sohbete başladık. Ahmet bana”
Faruk abi vaziyetler iyi değil. Beni komutan gönderdi. Faruk’un hakkında
yüzlerce şikâyet dilekçesi geldi. Ben kendini koruyamaz oldum. Faruk Adıyaman’ı
terk etsin. Ortalık sakinleşinceye kadar iki-üç ay başka yede kalsın” dedi. Ben
misafiri sabah erkenden yolcu ettim. Komutandan gelen mesajı dikkate alarak
Adana’nın Bahçe Kazasının Bilalik Köyünde yaşayan asker arkadaşım Mehmet’in
yanına gitmeye karar verdim.
Valizimi
hazırladım. Eşten dosttan harçlık yapmak için bir miktar borç para buldum. Gece
yarısı çocuklarım uyuduktan sonra eşimle helalleşip yaya olarak yola düştüm.
Gece yolda giderken duyduğum kurt ulumalarından, çakal seslerinden biraz
korktum ama yine de Yaradan’a sığınıp yoluma devam ettim. Yolculuk yaparken
ayın dolunay şeklinde olması işimi biraz kolaylaştırdı. İki saat yürüdükten
sonra Çelik İstasyonuna ulaştım. Adana istikametine giden bir trene binerek
memleketten ayrıldım. Trenin durduğu her istasyona beni tutuklamaya gelen asker
var mı diye bakıyordum. Gördüğüm her insandan sivil polis mi diye korkuyordum.
Eşimden çocuklarımdan ne kadar ayrı kalacağımı bilmiyordum. Yasal olarak bir
suçum olmadığı halde sılamı terk etmek çok zoruma gidiyordu. Politika yaptığım
dönemde memlekete hizmet etmekten başka bir işle uğraşmadım. Böyle kederli,
böyle üzüntülü bir haleti ruhiye içinde güneş doğarken Bahçe İstasyonuna
ulaştım. Vagonun arka kapısından inip istasyondaki kalabalığın içine girmeden
Bahçe’nin yolunu tuttum. Çarşıdan arkadaşımın çocuklarına hediye etmek üzere
basma, kumaş, şeker gibi ufak tefek hediyeler aldım. Aldığım hediyeleri bir
paket yaptırıp bir elime kendi valizimi, bir elime hediye paketini alıp balta
girmemiş çam ormanlarının arsına doğru giden Bilalik köyünün yoluna revan
oldum. Köyün Kazaya yürüme mesafesinde olduğunu biliyordum. Kuşluk vakti olmadan
köye intikal ettim.
Köye
vardığımda asker arkadaşım Mehmet evinin yanındaki bahçede çalışıyormuş. Beni
görünce kazmayı küreği bırakıp bahçe duvarından atlayarak yola indi. Bana iki
eliyle birden sarılarak sevinçten göz yaşları döktü. Onun ağladığını görünce
bende ağladım. Dakikalarca o ağladı, ben ağladım. Sonra arkadaşımın evine
vardık. Askerden terhis olduktan bir yıl sonra arkadaşım Mehmet’i ziyaret
etmiştim. O zaman dört yaşlarında bir oğlu bir de iki üç aylık yeni doğmuş kızı
vardı. Bu vardığımda o çocuklar büyüyüp evlenmiş, Mehmet’in dört çocuğunun daha
olduğunu gördüm. Anlayacağınız Mehmet iki kız, dört erkek olmak üzere altı
çocuk babası olmuş. Evde olan çocuklar elimi öptüler. Evlenip ayrılan
çocuklarda akşam ziyaretime geldiler. Akşam olunca arkadaşımın annesi, babası,
kardeşleri ve komşuları da başıma toplandılar. O gün arkadaşımın evinde bayram
havası yaşandı.
Gece yarısı çocuklar uyuyup, misafirler
dağılınca durumu arkadaşıma anlattım. Konuşmamın sonun dada arkadaşıma “Mehmet
kardeşim, uygun görürsen burada bir iki ay kalmak, saklanmak istiyorum. Uygun
görmez sende yarın başka bir yer giderim. Ancak benim kaçak olduğumdan kimsenin
haberi olmasın dedim. Arkadaşım Mehmet’te “Kardeşim Faruk sen ne diyorsun.
Benim evim, senin de evin. İstediğin kadar kalabilirsin. Evde kuru yavan, un
bulgur ne varsa birlikte yeriz” dedi. Kazaya rahat gidip, gelmem için bana
birde siyah merkep tahsis etti. Arkadaşımın bu asil davranışın fevkalade memnun
oldum. Damın başında benim için serilen yatağa yattım. Yolculuğun vermiş olduğu
yorgunlukla aralıksız on saat uyumuşum. Sabahleyin kahvaltımızı yaparken
arkadaşımın eşi de evlerinde dilediğim kadar kalacağımı söyledi. Bunun üzerine
benim mutluluğum, memnuniyetim iki katına çıktı.
Bilalik
Köyünde yaşamaya başladım. O günkü şartlarda köyde elektrik yok, su yok hatta
haber dinlemek için radyo bile yoktu. Ben günlük olarak merkeple Bahçe kazasına
gidip gelmeye başladım. Kazaya
vardığımda merkebi güvenilir bir yere bağlıyor, bende radyosu olan bir kahveye
veya çay ocağına oturup haberleri dinliyordum. Haberleri dinledikçe de
üzülüyordum. Çünkü Genel Başkanımız merhum Adnan Menderes dahil onlarca dava
arkadaşımız idamla yargılanıyordu. Tutuklamalar devam ediyor, dava
arkadaşlarımıza bilinçli olarak zulüm ediliyordu. Akşam köye dönerken de
kaldığım evin gaz, tuz gibi ihtiyaçlarını alıyordum. Arkadaşımın hem ailesi
kalabalık hem de ekonomik durumu çok iyi değildi. Gün bulup gün yiyor, kıt
kanaat geçiniyordu. Bilalik Köyünde bu şartlar altında iki ay kadar kaldım.
Cebimdeki harçlık iyice azaldı. Arkadaşımın zaten maddi durumu iyi değil. Bana
da memleketten para getirecek kimse yoktu. Kara kara düşünmeye başladım. Bu
durumdan bir çıkış yolu bulmalıydım. Bir çıkış, bir çözüm yolu bulmak için
düşünürken, aklıma bileği taşı çıkartıp satmak geldi.
Bir
gün yevmiyesiyle arkadaşım dahil beş tane işçi tuttum. Bilalik köyünden yirmi
çuval bileği taşı söktürdüm. Söktürdüğüm taşları da merkeplere yükleyerek Bahçe
Tren İstasyonuna naklettim. Bahçe Tren İstasyonundan da bu taşları trenle
Sivas’a gönderdim. Bende arkadaşım ve bütün aile fertleriyle helalleşip,
vedalaşıp Sivas’a gittim. Sivas’ta çok geniş arkadaş çevrem vardı. Onların
yardımıyla bir haftada bileği taşlarının on beş çuvalını köşkerlere, saraçlara,
kasaplara sattım. Yapmış olduğum ticaretten iyi para kazandım. Elimde beş çuval
bileği taşı kaldı. Sivas’ın saygın esnaflarından Köşker Mustafa Usta elimde
kalan bileği taşlarını Tokat’a götürmemi tavsiye etti. Orada bulunan Köşker
Kazım Ustanın bana yardımcı olacağını söyledi.
Köşker
Mustafa Ustanın tavsiyesine uyarak beş çuval bileği taşını trenle Tokat’a
gönderdim. Bende Sivas’tan Tokat’a giden vabis marka bir otobüse binerek
Tokat’a hareket ettim. O zaman araç sayısı yetersiz olduğu için otobüs ağzına
kadar yolcuyla doldu. Hatta ayakta kalan yolcular bile vardı. Ben otobüsün arka
koltuğunda oturuyordum. Benim ön tarafımda askerden yeni terhis olmuş yirmi-
yirmi beş yaşlarında sarhoş bir genç oturuyordu. Sarhoş genç naralar atarak
otobüsteki bütün yolcuları rahatsız ediyordu. Özelliklede önünde oturan elli
yaşlarındaki tesettürlü kadını söz ile taciz ediyordu. Ben bu durumdan çok
rahatsız olduğum halde, müdahale ettiğim takdirde; aramızda çıkacak olan
arbedede sarhoşa gücüm yetmez diye korkuyordum. Sarhoşun ettiği küfürler,
yapmış olduğu el kol hareketleri nedeniyle içim içimi yiyordu. Otobüs yolcu
indirmek için Çamlıbel’de mola verdi. Ben otobüsten inerek otobüsün muavinine
“ben bu sarhoşa müdahale edersem, bana yardımcı olur musun?” diye sordum.
Muavinde “yardımcı olurum amca” dedi.
Muavinden
destek sözü alınca, otobüse hemen geri bindim. Sarhoş genç nara atmaya, önünde
oturan kadını ağza alınmayacak küfür ve hakaretlerle taciz etmeye devam
ediyordu. Sarhoş gence “Anayın yaşındaki bu kadını niye rahatsız ediyorsun.
Ayıp değil mi oğlum. Senin anan, bacı yok mu?” dedim. Sarhoş genç bana” Sen kim oluyorsun lan.”
Demez mi. Genç daha sözünü bitirmeden “Bana Besnili Faruk derler oğlum” diyerek
bir şahin kuşu gibi tepesine atladım. Aramızda kısa süreli bir arbede yaşandı.
Sarhoş genci önce bir yılan ölüsü gibi otobüsün koridoruna yatırdım. Sonrada
muavinin de yardımıyla otobüsten aşağı yolun şarampolüne attım. Muavinin devam
et sesiyle şoför hareket etti. Yapmış olduğum bu kavgadan dolayı, rahatsız
edilen tesettürlü hanım efendi başta olmak üzere bütün yolcular bana teşekkür etti.
Bende kendimi tanıttım. Yaptığım işin bir insanlık görev olduğunu ifade ettim.
Tokat’ta Köşker Kazım Ustanın yanına gideceğimi söyledim. Otobüs Çamlıbel’den
hareket ettikten sonra Köroğlu Dağlarının göklere yükselen sedir ormanlarının
arasından bir ceylan gibi süzülerek bir saatte Tokat’a intikal etti.
Muavinin
tarifi üzerine zafer kazanmış komutan edasıyla Kazım Ustanın dükkanına en yakın
yerde otobüsten indim. Beş dakika sonra da yürüyerek Köşker Kazım Ustanın
dükkanına vardım. Kazım Ustaya Sivaslı Köşker Mustafa ustanın selamını
söyledim. Kazım Usta beni sevgiyle muhabbetle karşıladı. Önce yemek ikram etti,
sora çay söyledi. Kazım Usta yetmiş yaşlarında, Osmanlı İmparatorluğunun
yıkılışına, Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etmiş akil bir insandı. Ülkedeki
gelişmeleri yakından takip ediyor, hiçbir darbenin memlekete fayda
getirmeyeceğini ifade ediyordu. Benim yaşlarımda Ali ismindeki oğluyla birlikte
çalışıyorlardı. Yanlarında beş-altı kadarda çırakları vardı. Kazım Usta bileği
taşları gelirse, satmasını sen kaygı etme. Ben onları bir günde satarım dedi.
Oğlu Ali ile yaş taş olduğumuz için muhabbeti koyulaştırdık. Dertli Pınar
filmini izlemek için akşam sinemaya gitmeye karar verdi. Bu arada ikindi vakti
olmuş, bende yorgunluğumu atmıştım.
Kazım
Ustanın dükkanına iki tane toplum polisi geldi. Polislerden birisi “Besnili
Faruk kim?” diye sordu. Kaçma, saklanma gibi bir şansım olmadığından “benim”
dedim. Polis bana “Savcı Bey sizi istiyor” dedi. (Bu sırada benim beynime
yıldırımlar çarptı. Çamlıbel’de otobüsten attığımız sarhoş genç ölmüştür diye
düşündüm. Bu nedenle de Savcı Beyin beni tevkif edeceğine inandım. Darbeden dolayı
askerlerin zulmünden kaçarken, gurbet elde boş yere katil oldum herhalde dedim.
Sırtımdan soğuk terler akmaya başladı. Nasıl korktuğumu anlatamam.) Ben polise
korkulu bir haleti ruhiye içeresinde “Savcı Bey beni niçin çağırdı? Beyefendi”
dedim. Polis “Bilmiyorum” dedi. Köşker Kazım Usta gün görmüş, geçirmiş bir
insan olduğu için beni adliyeye yalnız göndermedi. Oğlu Ali ile birlikte
gönderdi. Polisler koluma kelepçe takmadılar. Ali Ustayla birlikte Savcı Beyin
kapısına vardık. Polis Savcı Beye “Besnili Faruk denen şahsı getirdik efendim”
dedi.
Ben
Savcı Beyin odasına girdim. Savcı beyin gösterdiği koltuğa oturdum. Savcı Bey
çay söyledi. Çayı içmeye başlayınca bana “Sen Sivas’tan gelirken yolda bir
hadise vukuu bulmuş. Bu hadiseyi anlatır mısın?” dedi. Ben de size anlattığım
gibi hadiseyi baştan sona Savcı Beye anlattım. Savcı Bey “Teşekkür ederim Faruk
Bey. O yardım ettiğiniz kadın benim kayın validem olur. Bu akşam yemeğinde seni
misafir edeceğim. Sana Tokat Testi Kebabı ikram edeceğim” dedi. (Bu sözü duyar
duymaz zihnimdeki bütün korkular silindi. Üzüntüm birdenbire sevince dönüştü.
Sevinçten gözlerimden yaşlar döküldü) ben ise dışarıda bekleyen arkadaşımın
olduğunu söyledim. Savcı Bey Ali Ustayı da içeri aldı. Üçümüz birlikte çay
içtik. Daha sonra Savcı Beyden izin isteyerek Ali Ustayla birlikte dükkâna
döndük.
Savcı
Bey akşam ezanı okunduktan sonra Ali Ustayla beni dükkândan alarak Tokat’ın en
lüks lokantasına götürdü. Lokantada karnımız doyuncaya kadar testi kebabı
yedik. Lokantadan çıkınca Savcı Beyle vedalaşarak ayrıldık. Ali Usta beni evde
misafir etmek istedi ise de ben bunu kabul etmedim. Çarşı merkezindeki şu anda
ismini hatırlamadığım bir otelde yattım. Sabahleyin kaktım. Tren İstasyonuna
giderek bileği taşlarını teslim aldım. Bileği taşlarını bir at arabasına
yükleyerek Köşker Kazım Ustanın dükkanına getirdim. Kazım Usta iki günde bileği
taşlarının tamamını esnaflara yüksek fiyattan sattı. Parasını bana teslim etti.
Sivas’a otobüs bulamadığım için Tokat’ta bir gece daha kaldım. Tokat’ta
kaldığım son gece Ali Usta beni önce berbere, sonra hamama götürdü. Hamamda iyi
bir kese oldum. Kese olurken vücudumun kirleriyle birlikte sıkıntılarımda aktı
gitti. Ali Usta o gün beni zorla eve götürdü. Sabah kahvaltısından sonra Kazım
Ustayla, Ali Ustayla vedalaşıp evlerinden ayrıldım.
Tokat’tan
bir otobüse binerek Sivas’a geldim. Sivas’ta çarşıdan ufak tefek biraz hediye
alarak Kabak Yazı Askeri Kışlasında göz altında bulunan Demokrat Partili
arkadaşlarımı ziyarete gittim. Kışlanın nizamiyesine vardığımda kapıda beni
askerler çevirdi. Kimliğimi alarak ziyaretçi kartı verdiler. Askerlere ziyaret
süresini sordum. Nizamiye kulübesinden çıkan bir teğmen “Ziyaret süresi bir
saat ama senin ziyaret süren iki saat Faruk Amca” dedi. Ben arkadaşların
tutulduğu binaya gittim. Said Bey, Mithat Bey ve diğer arkadaşlar beni görünce
sevindiler. Ooo.. Faruk’ta geliyor diyerek alkışladılar. Benim tutuklandığımı
sandılar. Ben onlara “Oğlum ben tutuklanmadım. Sizleri ziyarete geldim” dedim.
Ziyaretimden çok memnun oldular. İki saat oturduk. Sohbet ettik. Hasret
giderdik. Ziyaret süresi bitince ben ağlayarak arkadaşlarımdan ayrıldım.
Nizamiyeden
çıkarken bana bir saat yerine iki saat görüşme izni veren teğmeni buldum.
Teğmene “Komutanım, herkese bir saat görüş izni verdiğiniz halde; niçin bana
iki saat görüş izni verdiniz?” dedim. Teğmende “Faruk Amca ben Adıyaman’ın çok
mahrum bir köyünde öğretmen olarak çalışıyordum. Şehir merkezine yakın bir köye
tayin yaptırmak için uğraştım ama bir türlü yaptıramadım. Tanıdığım bir
arkadaşınız vasıtasıyla sizin yanınıza geldim. Maarif Müdürüne söyleyip
tayinimi aynı gün yaptırdınız. Size izin vermeyim de kime vereyim.” dedi. O
günkü şartlarda teğmene bir zararım olur düşüncesiyle, muhabbeti daha fazla
uzatmadan oradan ayrıldım.
Sivas’ta
demir yolu müteahhitliği yapan arkadaşım Ziya’nın şantiyesine geldim. Arkadaşım
Ziya beni bağrına bastı. Beni şantiyede özel bir odaya yerleştirdi. “Burada
istediğin kadar kalabilirsin” dedi. Bu arada ben memleketten ayrılalı üç ay
olmuştu. Dinlediğim haberlere, okuduğum gazetelere göre darbecilerin öfkesi
biraz inmiş, ülkede hayat normalleşmeye başlamıştı. Sivas Postanesine gittim. Adıyaman’da lokantacılık yapan arkadaşım Ahmet’i
telefonla aradım. Ahmet’e telefonda” Ben memleketten ayrılalı üç ay oldu.
Gurbet elde zor durumdayım. Komutan ile görüş bakalım. Benim için ne diyor”
dedim. Ahmet’te “Baş üstüne arkadaşım” dedi. Bir gün sonra Ahmet’i aynı saatte
yeniden aradım. Ahmet “Komutanla görüştüm. Artık memlekete dönebilirmişsin”
dedi. Bu haberi alınca dünyalar benim oldu.
Bunun üzerine Sivas’taki arkadaşlarımla
vedalaşıp, bir trene binerek memlekete döndüm. Böylelikle üç aylık sürgünüm
bitmiş oldu. Memleketime eşime, çocuklarıma kavuştum. Ben üç ay ortalıkla
görünmeyince aleyhimde bir sürü dedikodu çıkarmışlar. Kimisi Faruk yurt dışına
kaçtı demiş. Kimisi tutuklandı demiş. Kimisi eşkıya gibi dağda yaşıyor demiş.
Eşim ağzı sıkı bir kadındı. Benimle ilgili açıklama yapmadan vaziyeti idare
etmiş. Bu süreçte de benim tutuklanmamı isteyen muhaliflerimin heyecanları
azalmış. Benim memlekete döndüğüm gün eşim bir kurban kestirip fakir fukaraya
dağıttı. Bu belayı böylece başımızdan def etmiş olduk. Ülkemize Allah bundan
başka bela vermesin. Çok zor. Çok kötü
günler yaşadık hocam diyerek hikayesini tamamladı Faruk Amca.
Hocam
bu hadiseyi size anlattığım gibi; geçen gün de Nihat Beye anlattım. Çamlıbel’de
yaptığım kavgada sarhoş gence “Bana Besnili Faruk deler demem Nihat Beyin
hoşuna gitmiş, Nihat Bey o günden sonra bana Besnili Faruk diye hitap
ediyorlar” dedi.
Faruk
Amcadan bu anıyı dinleyince hem ağladım hem de güldüm. Memleketimizin haline
üzüldüm. Bundan sonra Faruk Amcayla ölünceye kadar dostluğum devam etti. En az
yüz kere sohbetinde bulundum. Birçok anısı dinledim. Allah ömür verdiği sürece
anılarını yazıp sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Ruhu
şad, mekânı cennet olsun.
Eline yüreğine sağlık yakın tarihimize bir ışık için.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Bu hatıraları gelecek nesillere miras bırakmak için çaba sarf ediyorum
Silyüreğine, yüreklerinize sağlık. keşke FARUK AMCA gibi siyasetçiler ve gönlü geniş olan insanların sayısı bol olsa.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Faruk Amca gibi insanları mum yaksak arasak bulamayız artık
SilFaruk amcayı rahmetle anıyor ruhu şad mekanı cennet olsun.Ailedostumuzdu.
YanıtlaSilAllah rahmet eylesin.
SilAllah rahmet eylesin. Çok ufku geniş bir insan olarak tanıdım.
YanıtlaSilAllah rahmet eylesin. Ondan çok şey öğrendim.
SilAllah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah kalemine yüreğine sağlık abi
YanıtlaSilTeşekkür ederim kardeşim
SilEmşerim ara vermeden okudum. Çok güzel anlamlı, yaşanmış gerçek bir hikaye. Selamlar.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim hemşerim
Sil