BEHÇET'İN GÖZLERİ / Bilge Doğan

Behçet'in gözleri...
Behçet, savaştan muzdarip muhacir bir çocuk şehrimizde. Gün görecek çağlarında, kırmızı ışıkta dilenmek zorunda.

Açıyorum camı, tanışıyoruz: "Adın ne yavrum?" İçten ve samimi, tebessüm ederek "Behçet" diyor. "Ya arkadaşınınki" diyorum yanındaki mahcup kıza bakarak. "Ayşegül" diyor. Kısa ama bir o kadar anlamlı tanışmamız bu kadar.

Horlanmaktan ve yoksulluktan küçük yaşta büyümüş Behçet'in gülümseyen yüzü, hafızamda bir acı yumağı olup dalgalanıyor. Nasıl gülümsemesin? Her gören arabasının camını kapatıp, yokmuş gibi davranıyor ona. Şefkat ve muhabbete susamış, savaş yorgunu sekiz yaşlarında bir çocuk Behçet, sadece çocuk lakin erkenden yaşlanmış...

İhtiyar bir çocuk Behçet. Kinayeli anlamda ihtiyar hem de. Onca yük omuzunda, evet ihtiyar. Bilmem acaba hangi bombanın etkisiyle yüzü altmış yaşlarında bir dede gibi buruş buruş, yani ihtiyar. Küçücük yüzü, bir dedeninki gibi ihtiyar. Ama o küçücük yüzde, acıyla bîtap gözler, küçücük bir muhabbet emaresiyle ışıl ışıl parlıyor. Hüzün ve acı bir çocuğun gözlerine hiç yakışmıyor.

Evladım gözümün önüne geliyor, bilmediği topraklarda, avucunu çaresizce insanlara açmış dilenirken. Kanım iliklerimden çekiliyor, gönlüme bir hançer saplanıyor. Nasıl görmezden geliriz bu yavruları...

Ey "Dertli Dolap" söyle, böyle emreylemiş ya Rab, tevekkül ve teslimiyet içindeyiz. Peki ümmetimize yapılan bu kanlı savaşlara sessiz kalışımızın hesabını nasıl vereceğiz, nerede duruyoruz, biz elimizi taşın altına ne kadar koyabiliyoruz, yılan gelip bize dokunmadıkça dilimiz lâl olup, görmezden mi geleceğiz İslam âleminin çetin imtihanını?

"Kırmızı Gül" söyle gözünü seveyim, bu balalara ninni söyleyen anaları yok, nice olur halleri. Gitmiş gelmez babaları, kardaşları kalmış geride kanlar içinde, nasıl dayansın çocuk gönülleri. Yaralarına merhem ol  bu yavruların ey kırmızı gül. Bu gariplerin yarasına merhem olacak bizler, vicdanımızın sesine kulak vermezsek nasıl dayanacak bu sabiler.

Canım "Sarı Çiçek", sor bu çocuklara, anaları babalı nerededir? Onların yüce yaradandan başka sığınacak dalları kalmamıştır. Sor canım sarıçiçek, evlat, kardeş var mıdır bu çocuklara? Onlara evlat, kardeş; gönüllerini ve topraklarını onlara rahat eyleyecek bizleriz. Sor güzel sarıçiçek bu çocuklara, onlara ölüm var mıdır? Ölümsüz yer yoktur, ölüm her insana haktır, bu yavruların cennet bahçelerinde koştuğunu hayal ederek az da olsa gönlüm mutmain oluyor...

Ey gönül çalan güzel "Ahçik", söyle bu çocukların gönlü sevdaya düşemeyecek mi en güzel çağlarında. Yaban ellerden dönmelerini bekleyen gözü yaşlı sevdalıları olmayacak mı? Başlarını sevda uğrana belaya sokmayacaklar mı?  Leylalar için çöllere düşüp, Şirin için dağları delemeyecekler mi? Boyu uzun, beli ince, evlerinin önü yonca yârlar için yollara düşmeyecekler mi? Savaş acısıyla bükülmüş belleri, sevda ateşiyle yanmayacak mı hiç, sevgili Ahçik?

Ey gönlümüzün ve her şeyin sahibi Allah'ım. Yaban Yemen ellerine giden dedelerimiz gidip nasıl gelemedilerse, Suriyeli muhacir çocukların da anaları, babaları, kardaşları, yakınları gelmeyecek. "Dağa göre kar, güle göre diken, güce göre yük, imâna göre imtihan" veren Rabbim, bu kardeşlerimizin işini kolayla. Ümmetimize de bu insanlara arka çıkacak iman gücü ver. Vicdanlarımızın sesi nasıl susabilir?  

Savaş çocuklarının yüzleri, benim için şükür ifadesi, vicdanımın hüzünle ağlayan sesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder