NÖBET VE MEHMET/Murat TÜRKMENOĞLU


Uzakta, taa uzakta
Uzun ince bir yol,
Yol mu yoksa patika mı?
Etrafı sarı otlar bürümüş,
Bir kollukluyla iki Mehmet,
Yürüyorlar peş peşe.
Hava soğuk, gece zifiri,
Cılız bir direk lambası,
Uzakta, epey uzakta,
Yetmiyor yollarını aydınlatmaya.
Fener yasak, mum yasak,
Hain gözler pusuda, merak.
Siyah boşlukta,
Tozlu patikaya, bazen de taşlara çarpan postalların sesi,
Bedenler yorgun, gözler yarı kapalı,
Ağızlar mühürlü sanki.
Mehmet`in aklı belki memlekette, belki anasında, belki bir çift ela gözde...
Birden bir ses:
-Dur, kimdir o?
Alışılagelmiş bir diyalogun ilk cümlesi,
-Nöbetçiler
-Parolayı söyle
-Yıldız
-Ay
Ve "Yaklaş" der kulübedeki.
Kısa bir sohbetten sonra,
Diğer ikisi takılır kollukçunun peşine,
Yeniler de kulübeye.
İki Mehmet’e dar gelir kulübe,
Biri çıkar dışarı,
Eli tetikte, çapraz tutuşta.
Gözler bir karşı tepede,
Bir de geldikleri yokuşta.
Öteki başlar inceden bir türküye,
Buğulu bir ses duvarları deler, gelir:
"Allı turnam selam götür sevdiğimin diyarına...
Üşümesin, ağlamasın belki gelirim yanına..."
Yüreklere bir hüzün, bir ağırlık çöker,
Düşünür diğeri bu iki saat nasıl geçer?
Hâlbuki ne iki saatler geçti,
O da bilir,
Bilir de, yine de sorar.
Aklı hep bu karışıklıkta da olsa,
Orada olmasının kutsiyetini
Söyler ona içindeki ses:
"Uzaktaki o evde,
Rahatça alınan bir nefes,
Senin sayendedir Mehmet`im.
Vakit,
Türk evladı olmanın,
Vatanında hür yaşamanın,
Bedelini ödeme vaktidir Mehmet’im."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder