BİR TANRIÇAYA/Gün Sazak GÖKTÜRK

Rahmet şehre yağmur gibi inerken ten toprağımda ekili duran kelimeler adının manası suyla depreşir ve kök salmaya başlar.

Aklımda sen olursun tenimde adın. Su damlaları tapınaklarda yanan ateşi harladıkça harlarken, gökyüzü kül mavisine bulanır ansızın. Evler yalnızlaşır. Şehir kâbus gibi üzerime çöker. İnsanlar yabancılaşır yıllardır aşina olduğun yüzler seçilmez olur dimağda. Bir ben kalırım kalabalıkta bir de hayalin. Renkler yavaş yavaş flulaşmaya başlarken.

Sırılsıklam bakışlar son renk kapıya yönelir, şehla bakışlar kaldırım taşlarını yoklamaya devam ederken yalnızca yağmurun söylediği şarkılar dolanır kulakta. İsminin manasına yakışır bereketi toprağa ulaştıran yağmurlar. Tanrıçalar eğilir huzurunda. Parmaklarından süt emen bebekler yürümeye başlar. Kadim elife, diklik ve esaret katarken, dağların dağ olduğunu hatırlatan yürüyüşün cesaret katar Zümrüdüanka kuşlarına. Geceye dem vuran gözlerin güneşi ateşlerken bir ben kalırım yaralarını dağlayan, senden yoksun yaşayan bir ben kalırım.

Renksiz siyah beyaz filimler gibi büyürken hayallerim, tek renk tek ses kalır akılda senden. Bir tanrıçanın Kaf dağının eteklerinde kurulu tapınağının merdivenlerine oturmuş seni bekleyen bir ben kalırım sağanak(kırk ikindi) yağmurun ıslatmadığı lanetli, utangaç bakışlarla kapında yaşam bağışladıklarına seni soramayan. Her şeye merhametin dokunurda ben kalırım yoksun, parmaklarından süzülen hayat iksirine uzaktan bakıp yutkunan.

Tüm saatlerim durmuş sensiz işlemezken her mevsimi hazan yaşayan bir ben kalırım. 

Topraklarım dökülen yaprakları çürütürken, benliğimin çürüdüğünden habersiz, heba eden hayıtını bir ben kalırım kapında nadan bekleyen.

Mevsimim hazan olsa da karın gönül ülkesini donduran bir ben kalırım. Kar yağarken gökyüzünden ayaklarının altında eriyen. Güneş gözlerinin değmediği ve baharı getirmediği tek iklim ben kalırım. Kaçıncı mevsimi (hazanı)  yaşadığını bilmeden seni hazan belleyen bir ben kalırım.

Seni özleyen bir ben kalırım tapınağının merdiven basamağı. Tapınağının bakmadığın penceresi önünde sendeleyen, dokunmağın bir taş, üzerine doğmadın bir kaide yalnızca ben olurum yalnızlığı aşk bilerek. Gül deminde gül olmak yerine bahçıvanların budayıp yokluğunun kapısına bıraktığı bir ben kalırım. Gecenin sessizliğini yudumlayarak hasreti bakışların yerine koyan şairlere özenen bir ben kalırım.

Sen kapılardan çıkıp gidersin, gözlerimdeki buğuların iz bıraktığı camlar arkasında seni izleyen bir ben kalırım. Kaldırımlarda senin geçmeni bekleyen bir ben kalırım, sen uğramadan geçip gitsen de bir ben kalırım seni bekleyen. Cuma dilencileri gibi mabetler önünde seni dilenen bir ben…

Sebepsiz fırtınalar önünde sendeleyen çocuklar edasıyla, kelimelerini sana bileyen ben kalırım, taş tabletlere yazılmaya layık görülmeyen şiirlere sahip… Bakışlarından mahrum kelimelerin sahibi ben kalırım gökyüzü denen kül fırtınasında…

Ufuklar uzaklaşır durur, ben kovaladıkça kaçar tan yerleri ülkemden güneşe özlem duyan bir ben kalırım dünyanda. Ülkemde senden habersiz sana kurbanlar veren bir ben kalırım.

Mazeretsiz bir hayat yaşayan, sana tüm sitemlerden uzak, tüm mevsimlerin bahar olduğu, annelerin senden ilham aldığı, bir hayat besleyen bir ben kalırım…

Ne buseler isteyen, ne buselik makamında şarkılar söyleyen, söylense de duymayan
Sarhoş, perişan, senden yoksun, fakat söyleyemeyen lal kelimelerin sahibi ben.


2 yorum:

  1. Yazının Güzelliğine uymayan bir başlık...

    YanıtlaSil
  2. başlık konusunda haklı olabilirsiniz...aslına bakarsanız yazının hikayesine uygun bir başlık ama evet olay aşikar olmadığı için uygun değil...ama her zaman önerilere açığız...saygıyla...

    YanıtlaSil