DİKKAT! ALGIMIZI DEĞİŞTİRİYORLAR / Durdu GÜNEŞ

Yıllar önce bir gazetede okumuştum. İngiltere’de, insan düşüncelerinin ve davranışlarının nasıl yönlendirildiği belirleyen sosyal bir deney yapılmıştı. Aslında kendi tercihimiz gibi görünen şeylerin arkasında, yönlendirilmiş bir irade yatıyor ve biz bunun farkına varmıyorduk.

İngiltere’de bir zaman, "çağdaş sessiz piyano konseri" isminde bir konser verileceği medyadan duyurulmuş. Köşe yazarları, bu konserin ne kadar sanat yüklü olduğu konusunda yazılar döşenmişler. Biletler aylar öncesinden bitmiş.

Konser zamanı salon tam kapasite doluymuş. Konser başlamış ve çağdaş sessiz piyano konserini veren kişi hiç ses vermeyen piyanonun tuşlarına iki saat boyunca basmış. Konser sonunda salondakileri selamladığında olağanüstü bir tezahüratla karşılanmış.

Ertesi günü yapılan bir televizyon programında, konseri verenle röportaj yapılmış. Konseri veren kişi şöyle demiş. “İnsanlardaki aptallığın sınırını ölçmek istemiştim. Meğerse bunun sınırı yokmuş.”

Bugün, hepimizi yörüngesine alan, yönetim ve tepki merkezinde gelişen sosyal olaylardan bahsetmeyeceğim. Belki ondan daha derin olan, sosyal kültürel kodlarımızın nasıl değiştiği üzerine düşüncelerimi paylaşacağım.

"Müslüman Türk kimliği" üzerine giydirilen kapitalist anlayış sonucu, kültürümüzün içi boşaltılmıştır.

Birincisi, tasarruf ve yardımlaşma kültürü yerine; tüketici ve bencil bir kültür ikame edilmiştir.

Atasözlerimiz de tasarrufun önemi hep vurgulanmıştır. “Damlaya damlaya göl olur”, “Sakla samanı, gelir zamanı”, “İşten artmaz dişten artar”, “Bol bol yiyen bel bel bakar”, “Ayağını yorganına göre uzat”, “Ak akçe kara gün içindir” gibi sözler tasarrufu teşvik eden sözlerdir.

Kuranda “Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.” denilmektedir.

Peygamberimiz (sav) “Akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile, israf etme” diye israf etmemeyi buyurmuştur. “Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyilikleridir.” diye yardımlaşmanın ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.

Şimdiki hayat tarzımıza baktığımızda tasarrufun yerini israf almış ve ne kadar tüketirsek o kadar mutlu, o kadar modern olacağımız algısı yerleşmiştir. Artık AVM’ ler çağdaş bir tapınak haline gelmiş, mutluluk ve hayat merkezinin kalesi gibi görülmektedir. Son çıkan olayların merkezinde AVM’nin olması da ayrı düşünme konusudur.

Tasarruf ve yardımlaşma kültürü İslami bir kültür ve hayat tarzıdır. Bunun yerine tüketim ve bencillik kültürünü yerleştirdiğinizde İslami bir hayat modelinden uzaklaşmış olursunuz. Bu durum, lüks hayatı, başkalarına karşı duyarsızlığı, birileri aç yatarken keyif içinde yatmayı doğal hale getirmektedir. İbadetleriniz hayattan ve ruhtan kopuk, şekli bir gösteriye dönmektedir.

Bu duruma nasıl geldik derseniz. Televizyonla, reklâmlarla, dizi filmlerle bilinçaltımız düzenlenmekte, algımız, duruşumuz ve yönümüz değiştirilmektedir.

İkincisi, kalite kültürü yerine marka kültürü zihnimize yerleştirilmiştir.

Marka giyiniyorsak, markalı yiyecekler yiyorsak, markalı arabalara biniyorsak kendimizi önemli adam görüyoruz.

Bu durum bizi akıl dışı hareketlere zorlar. Stuaart Sutherland’ın İrrasyonel isimli kitabında çarpıcı bir örnek vardır.

“Jerzy Kosinski’nin Adımlar adlı romanı 1969’ da kurgu dalında Amerikan Ulusal Kitap ödülü aldı. Sekiz yıl sonra bir şakacı kitabı yeniden yazdı ve dosyayı, başlıksız halde ve sahte bir isimle, kitabı yayımlayan Random House da dâhil olmak üzere, ABD’deki başlıca on dört yayınevine ve üç edebiyat ajansına gönderdi. Gönderilen yirmi yedi kurumdan biri bile kitabın zaten yayımlanmış olduğunu fark edemedi. Dahası yirmi yedisi de dosyayı reddetti. Hâlbuki tek eksiği hale etkisi yaratacak “Jerzy Kosinski” ismiydi: isim olmayınca önemsiz bir kitap görülmüştü.”

İnsanlar isimlere, unvanlara, markalara bakıyor. Çünkü reklâmlarda bilinçaltına “bu markayı kullanırsan hayatı yaşıyorsun, bu markayı kullanırsan önemlisin, bu markayı kullan mutlu ol” düşüncesi yerleştiriliyor.

Reklâmlarda yakışıklı, güzel, aristokrat insanlar gösteriliyor. Kişilerde, gelişmişlik, zenginlik, gençlik ve prestij duygusunun ancak bu markaları kullanırsa mümkün olacağı duygusu veriliyor. Bir üniversiteli annesinin ördüğü daha kaliteli bir kazağı değil onun yerine markalı bir kazağı tercih ediyor.

Lisedeki oğlum en pahalı ve son model telefon talep ediyor. Ben kendi kullandığım ucuz ve eski model telefonu gösterince “Baba sen bizi anlamıyorsun. Öyle bir telefonum olmazsa ben arkadaş bile bulamam” diyor.”

Yabancı hayranlığı ve yabancı markalar iç dünyamızı istila etmiştir. Artık okullarda yerli malı haftası yapmak, modası geçmiş bir ritüele dönüyor.

Üçüncüsü, ihtiyacın yerine istek kültürünün kışkırtılmasıdır.

Böylelikle, eskilerin kanaat dediği eldekiyle yetinme yerine, sürekli daha fazlasını isteme ve doyumsuzluk ortaya çıkıyor.

İzafi yoksulluk dediğimiz, daha lüks hayat özlemi odak noktası haline geliyor. Zengin ve ünlüler gibi yaşamak, hayalleri süslüyor. Eskilerin deyimiyle “oturduğu ahır sekisi, çığırdığı İstanbul türküsü” diye tasvir ettikleri ya da “çöplükte yatıp vezir azam rüyası görenler çoğalıyor.” Dizilerin sanal dünyasında yaşayan varoştaki kız Etiler’deki hayat modeline özeniyor.

Hâkim karısından boşanmak isteyen adama sorar

—Niçin boşanmak istiyorsun?

—Hâkim bey hanım çok harcama yapıyor. Bekârken hep ticaret hukukunu okurdum.

Şimdi hep icra iflas hukukunu okuyorum.

Hâkim biraz düşünür, sonra;

—Bu çok doğal. Eğer hanım fazla harcama yapmasaydı, ruh sağlığı yerinde mi diye adli tıbba gönderirdim.

Kadınların ihtiyaç olmadan alışveriş yapması onun mutlu olması için gerekli bir özelliği olarak gösteriliyor.

Bütün bunlar sonunda hayal kırıklıkları, iflaslar, depresyonlar, intiharlar yaşanıyor.

Her şeyimiz olsa bile kaygılarımız tükenmiyor.

Çözüm nerde derseniz, kalkınmayı, gelişmişliği kendi kültür köklerimiz üzerine yeniden inşa etmemiz gerekir. Bize giydirilen kapitalist kültür, okul aile birliği elbiseleri gibi üzerimizde eğreti duruyor ve bizi mutlu etmiyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder