AY’IN GÜNCESİ (Deli) / Şeyhşamil EJDERHA















İki gündür çıkmadım karşına. Biliyorum, yüzüm yok. Çünkü farkına varmadım kalbini kırdığımın. Bu yüzden deliler koğuşunun tek müdavimi olduğum balkonda, çayımı karşıdaki sokak lambasının cılız ışığı arasından sızarak yüzüme çarpan rüzgârla paylaştım. Sonra farkına vardım insanların garipliğinin. Ne kadar garip değil mi insanoğlunun hali? İnsanoğlunun yaptığı onca deliliğin arasında akıllı gibi davranışı, sence en büyük delilik o değil mi? Beni katma onların arasına. Çünkü ben akıllı değilim. Bunun için sana nice deliller de sunabilirim ama gerek yok. Zira ikimiz de biliyoruz bunu. Elbette sana bunlardan, yani insanların ne kadar deli olduğundan bahsetmeyeceğim. Benim bahsetmek istediğim benim deliliklerimdir. Deli ne hoş bir kelime değil mi? Deli, divane, meczup, mecnun… Adına ne denirse densin. İnsanların halini ortaya koyan ama kimsenin üzerine almak istemediği onca güzel kelime… Bir düşünsene; sence bir deli nasıl olur? Aklını kaybederek değil mi? Yani aklını kaybedip “Hiç” olarak. Bir insan “Hiç” olmak ister mi? “Her şey” olmak varken. “Her şey” olan insan da bir “Hiç”tir ya, o ayrı mesele.
Peki, “Hiç” nedir?
Hiç düşündün mü “Hiç”in ne olduğunu.
Ben düşündüm hem de günlerce ve farkına vardım “Hiç”in “Her şey”in bir öncesi olduğuna, yani insanın en temiz hali olduğuna…
Hadi, bir sözlüğe bakalım, acaba insanlar “Hiç” sözcüğünü nasıl açıklamışlar:
“Boş, değersiz, önemsiz olan şey veya kimse” haklılar bir yandan. Çünkü bir delinin aklının olmaması onu diğer insanlar arasında değersiz kılmaz mı? Aklı olmayan bir insana kim değer verir ki? Desene ben de atıldım insanların gözünde değersizler köşesine.
Peki ya, insanlar deliyse?
Hangi insan akıllı olduğuna kanıt gösterebilir. Ya da, akılın ölçütü nedir? Mesela  Albert Einstein, insanlar ilk başta ona da deli dememişler miydi? Sırf başkalarından farklı olduğu için ve sonra onun dünyanın en akıllı insanı olduğunu kabul edip herkes onun akıl seviyesine ulaşmak istemedi mi? Akıllı olmak için neyi ölçüt alıyor bu insanlar? Bir topluluk içinde diğerlerinden farklı olan insan onlar için deli mi sayılıyor? Ya o topluluğun tamamı deliyse ve o farklı olan insan akıllıysa bu sefer neyi ölçüt alacağız? Birbiri içinde paradoks yaratacak birçok soru. Söyledim ya, ben bir deliyim ve aklı olmayan bir insanın bu sorulara cevap vermeye aklı da yetmez değil mi?
Bir de “Hiç”i ele alalım: “Hiç” nedir? Aslında biraz önce bunun cevabını verdim. Bence “Hiç”: “Her şey”in bir öncesi, yani insanın en temiz hâli.” Çünkü insanın en temiz hâli yaratılmadan önceki halidir. Günahsız hali... Ya da şöyle diyelim “Hiç” bir insanın aklının olmadığı hâlidir. Dinimizde deliler günahsız değil midir? Aklı yok ki onların, günah işlemeye ehliyetleri olsun. Şimdi deli diye tekrar edip duruyorum ama sakın yanlış anlaşılmasın. Hani Mevlana’nın bir sözü vardır: "Sakın bizim şarabımızı bilmeyenlerin yanında anma, anarsan onların aklı üzüm suyuna gider.”diye. Benim delilerden kastım zenginken aklını kaybeden biçare hastalar ya da her gün sokakta gördüğümüz meczuplar değil, benim delilerden kastım âşık ile maşuk arasındaki ikiliği kaldırıp birliği kabul eden, aklını bir köşeye bırakıp maşukuna yönelen Mecnun’lardır.
İşte bence dünyanın en akıllı insanları…
 Onlar birer “Hiç” değiller midir? Hani sözlük anlamını da açıkladık: 
“Boş, değersiz, önemsiz olan şey veya kimse” diye.
İşte o deliler maşukunun yanında öyle değiller midir? Boş, önemsiz, değersiz bir nesne… Biz en iyisi başa dönelim yani “Hiç”e o delilerin aklını kaybettiği ilk adıma. Yani “Her şey”in bir öncesine… Acaba bir insan “Hiç” olmadan sevgilinin suretinde eriyip yok olmadan nasıl “Her şey” olabilir?
Şimdi bunları sana anlatıyor olmamın sebebine gelince de sebebi şudur; her gece çay demleyip elimdeki bir bardak çay ile karşına çıkıp seninle dertleştiğimi insanlara anlatınca, benim garip birisi olduğumu söylediler. Ne kadar ki dil ile tasdik etmeseler de içlerinden deli diye haykırdılar yüzüme. Kabul ediyorum benim her gece gökyüzünde asılı duran o bembeyaz suretli Ay ile yani seninle sohbet etmem dünyadaki en büyük deliliktir ve ben bu delilik ile dünyanın en akıllı insanı olmaya adayım. Farklıyım, bunun farkındayım ve şimdi yine karşındayım ama artık benim de diğer insanlar gibi akıllı rolü yapmam lazım. Bu yüzden senin karşına çıkıp, seninle saatlerce sohbet ettiğimi insanlardan saklayacağım ve artık daha az karşına çıkmam lazım.
Şimdilik bunları bir kenara bırakalım. İlk başta söylediğim gibi niyetim yaptığım deliliklerden sana bahsetmekti ve sana bunlardan birini anlatmak istiyorum.
Vakitte geç oldu.
Zaten bardağımdaki çayda tükendi. Bu yüzden mümkün olduğunca kısaca anlatıp gideceğim.
İki gün önce birkaç arkadaşa mesaj attım ve farkına vardım insanların aşk hakkında ne kadar az bir bilgiye sahip olduğunun. Belki de bunun sebebi aşkın ne olduğunun yaşanmadan bilinmeyeceğidir. Mesajım aynen şu… Ama önce şunu söylemem de gerekir, mesaj attığım insanlar yakın arkadaşlarım ve her gün sohbette bulunduğum kişilerdir, yani benim nasıl bir ruh haline sahip olduğumu az çok bilen kimselerdir. Mesajım aynen şu:
Ben bir garip oduncuyum. Eşeğimi kaybettim. Tek geçim kaynağım o. Eğer bulamazsam çoluk-çocuk aç kalacak. Kusura bakma rahatsız ediyorum ama eşeğimi gördün mü yakınlarda?” ne kadar saçma bir mesaj değil mi? Söyler misin Ay! Gecenin bir vakti ve üstelik iki gün sonra önemli bir sınavın varken sana birisi bu mesajı gönderse senin cevabın ne olurdu?
Bu mesajı üç kişiye gönderdim. İlk gönderdiğim kişinin cevabı benim gibi saçmalamak oldu.
Bu da dünyadaki tek delinin ben olmadığıma başka bir delildir.
Onun cevabı bende kalsın.
İkinci gönderdiğim kişi cevap verme lüzumu bile görmedi. Anlarsın ya, o da bu dünyanın akıllılarından.
Üçüncü gönderdiğim kişinin verdiği cevabı vermek isterim. Çünkü onunla aramızda kısa ve güzel bir konuşma geçti. Ben bu mesajı gönderince onun bana verdiği cevap şu:
“Bence eşeğini kaybettiğin yerde ara, sen eşeğini aydınlık yerde kaybetmişsin karanlık yerde arıyorsun.”
Hani bir kıssa vardır, İbrahim Ethem Sultan’a ait benim cevabımda bu kıssa ile oldu. Aslında niyetim başkaydı ama neye niyet neye kısmet. Benim arkadaşıma cevabım ise aynen şu şekilde:
“Azizim! Sen Ethem Sultan’ın hikâyesini bilmiyorsun galiba?” dedim ve kıssanın, kısa ve vermem gereken cevaba yeten bölümünü kısaca aktardım arkadaşıma: “Ethem Sultan derler bir padişah vardır. Bir gün bu padişah sarayında uyurken çatıdan tıkırtılar gelir ve çıkar yukarı Ethem Sultan. Bakar ki bir adam damda “Ne yapıyorsun burada?” diye sorar adama sert bir şekilde verir: “Eşeğimi arıyorum.” Ethem Sultan daha da hiddetlenerek “Bire adam sen deli misin? Eşeğinin sarayın çatısında ne işi var.” der. Adamın cevabı ise Ethem Sultan’ın aklını başına getirecek türdendir: “Bire padişah! Sen yıllardır Allah'ı sarayının tahtında ararsın da benim yaptığım çok mu?” İşte azizim hikâyenin yarısı bu ama sen onu boş ver. Benim eşeğim nerde onu söyle bana?”
Arkadaşımın yanıtı “Görmedim!” oldu.
Ben ısrar ettim: “İyi bak sağ sola belki oralardadır benim kara gözlüm uzun kulaklım.” Diye. Soru ne kadar delilere öz ve saçma olsa da benim sorudan niyetim arkadaşımın yüreğini kontrol etmekti. Zira eşekten kastım normal yük hayvanı değildir. Bunu da mesajlaşmamın sonunda arkadaşıma sanırım Beyazıt-ı Bistamî Hazretleri’ne ait bir kıssasıyla açıklama gereği duydum.
Kıssa ise şöyle: “Bir gün bir oduncu eşeğini kaybeder ve aramaya başlar delicesine. Ararken yolu Beyazıt-ı Bistamî Hazretlerinin dergâhına düşer. Dergâha girer, o anda hazret, dervişlerle sohbet etmektedir. Adam sohbeti böler ve sorar "Şeyhim ben bir garip oduncuyum, eşeğimi kaybettim. O benim tek geçim kaynağım. O olmazsa çoluk-çocuk aç kalacak. Siz büyük bir şeyhsiniz ve mutlaka yerini bilirsiniz.” Der ve hazretten eşeğinin yerini göstermesini ister. Hazret: “Tamam, eşeğini buluruz ama izin ver, önce şu sohbeti bitirelim.” der. Oduncu ara sıra veryansın eder ama Hazret: “Sabırlı ol, önce sohbet bitsin.” der ve sohbet bittikten sonra dervişlere sorar: "Aranızda hayatında hiç âşık olmayan var mı?" diye.
Dervişlerden biri şeyhinin kendini ödüllendireceği hissine kapılarak gururla öne atılır ve "Ben varım şeyhim" der. Bunun üzerine hazret, oduncuya döner ve dervişi göstererek: "İşte eşeğin oradadır. Git al!" der.”
İşte niyetimde buydu benim. Hani söylemiştim ya ben herkesten farklıyım diye. Beni deli kılan ve beni dostlarıma bu hâlimle sevdirmeyi sağlayan özelliğim ise buydu. Benim hoşuma giden kıssaları insana aşkın ne olduğunu bir kez daha anlatacak şekilde anlatmamdı. 
Neyse… Dedim ya, vakit geç oldu. Çay da bitti. Benim artık yatmam gerek biliyorsun sınav haftası bu hafta. Zaten Allah katında her gün sınavdayız bırakalım bir de hocalarımız çeksin bizi sınava. Hadi Allah’a emanet ol. Kendine iyi bak sevgili Ay. Hayırlı geceler.

(31/05/2016)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder