DEMİRDEN KABUK BAĞLAMIŞ KELİME/Mehmet MORTAŞ

Bir kelimenin etrafında dolanıp duruyorum, fakat hiçbir anlam veremiyorum. Anlam veremediğim gibi hiçbir tarafı kendini ele vermiyor; ben yazı yaşarken o kışın en şiddetli zamanında kendi ile cebelleşiyor. Ben geceye aşina olmaya çalışırken o gündüzün ateşten hayatıyla dans ediyor. Anlam veremiyorum ki bir türlü benim ruh halimle onun bana verdiği ruhsal anlamsızlık çatışıyor.

Bir türlü demirden kabuğunu kıramıyorum.

Giremiyorum.

Ne âlemler saklı içinde göremiyorum.

Ay’ın dünyanın etrafında dönmesi gibi dönüyorum durmaksızın.

Sonra bir bakıyorum o benim etrafımda dünyanın güneş etrafında dönmesi gibi dönüyor. Kendime gelmeye çalışıyorum fakat başım dönüyor; mevsimlerin değişimlerine dayanamıyorum. Sadece bir kelimenin etrafında kuyrukluyıldız gibi dönme mesafesinde anlamanın kıyametini yaşıyorum. Ne kadar anlamıyorum o kadar kıyametim artıyor, arttıkça yüz hatlarım ele veriyor kendini. Kaçamıyorum gecenin sessiz sakin ve bir o kadarda karanlık hengamesinden. Kaçamıyorum ay kırıklarının bir ok gibi saplanmasından zamanın yediği yüz hatlarıma. Hüzünlerimle saldırıyorum demirden kabuk bağlamış kelimeye, hatta dünyanın bütün hüzünlerini topluyorum ve vuruyorum çiğ düşmüş taraflarına güneşin renklerini kamufle ederek. Acılarımla saldırıyorum demirden kabuk bağlamış kelimeye, bütün annelerin acılarını topluyorum; çocukların ağıtlarını da yanıma alarak ve vuruyorum en mahrem yerine kelimenin. Acı tarlasına diktiğim sabrı aldım yanıma, daha olgunlaşmamıştı; yürümeye bir çıvgının yüreğinden başlamıştı; üveyikler konmamıştı dallarına, rüzgâr yapraklarını okşamamış, güneş yakmamıştı gün ortasında savurgan ışıklarını. Fakat yine de aldım sabrı yanıma, ucunu önce aşkın zehirliği sarmaşığı ile sardım, zehrin bir damlası uzun bir düşü devirecek kadar güçlüydü. Gökdelenleri devirecek kadar sarıp sarmalayacak kolları vardı ve ancak yetti sabrın ucuna dünyanın kendi ekseni etrafında dolandırmama rağmen. Daha toy olan sabır ele avuca sığmaz, halden anlamaz, konuşması dahi bir kekemenin yanında lal kalırdı. Demirden kalıp bağlamış kelimeye sabır ile bir delik açacaktım anlayabilmek için, anlamına ulaşmak için türlü türlü yollar denedim, denedikçe kıyametim oluyordu yollar, kan rengine dönüşüyordu ırmaklar.

Acı tarlasında daha olgunlaşmamış sabrın dayanma kapasitesi ne kadardı, hangi ölçü birimi ile ölçmem gerekti. Yoksa güç formüllerini mi kullanmam gerekecekti, watt gücü temsil ediyordu soyutlanmış formüllerin arasında. Ya sabrın dayanma gücü, olgunlaşmamış hali güç formülüne göre ters orantılıysa, ya sabır dediğimiz olgunlaşmasını beklediğimiz şey hayat ile ters orantılıysa. Demirden kabuk bağlamış kelimeye sabrı her vurmamda güç formülleri hayatımın dışında belli belirsiz hareket eden düşsel vurdumduymazlıksa. Hem ne anlardı ki bu formüller bir gelinciğin hüznünü, bizi hayaller âlemine götüren güllerin büyüsünü ve ne anlardı ki kelimenin bağrında harlanan anlamını kavrayamadığım duygu selini. Vurdum sabrı, demirden kalıp bağlamış kelimenin en zayıf hassa yerine. Vurdum fakat adını sanını bilmediğim, daha önce görmediğim duygularım kıvılcımlar saçarak döndü bana. Fecrim döndü bir akşam kızıllığında, yüzükoyun döşendim karanlığın üzerine, rüzgârın renginin değiştiğini gördüm, atların yelelerinden kuzey poyrazının uçup gittiğini… Sonra kafamda karanlık içinde bir karanlık gördüm, süzülüp gelen masal kahramanlarını… Hüzünlerimin üstüne otağ kurmuş dünya kelimesini gördüm, suskunluğun nehrinde akan ne acılar gördüm. Durdum ve demirden kabuk bağlamış kelimeyi yeniden yorumladım, kendimi yorumladım gök kubbenin mavi rengini bir tarafıma alarak. Ne kadar hırsla, kibirle, bilinçsizce saldırılırsa demirden kabuk bağlamış kelimeye o kadar sertleştiğini gördüm. Kendi kafamın etrafında kabuk bağlamış hurafeleri, bilinçsizlik ateşinde yanan kendimi, saldırdığım kelimenin sabahında gördüm. Durdum ve bekledim, gök bekledi tekrar kendi rengine boyandı, yeryüzü kendi mecrasında yoluna devam etti, her yağmur damlası merhaba diyerek geçti hayat denen nehrin üzerinden. Aydınlık ışığı bağrına bastı, ağaçlar kuşları misafir etti. Durdum ve anladım saldırdığım anlamaya çalıştığım o kelime kendimdim/Nereye gidersem gideyim kendi ışığım kadar yol alan bendim. Kendi kendimle mücadelenin kıyametini yaşıyordum; ruhuma yerleşen hurafeler denizinin tufanlarını. Demirden kabuk bağlamış kelimeydim, kalbimde üveyiklerin yuva yapmadığı çorak bir yerdim. Durdum ve hayata tekrar baktım.

Rüzgârın önüne kattığı bir gemi gibi yol aldım hayatın suları üzerinden.

Hayat denizinin içine daldım.

Tuttum nefesimi, tuttum yunus balığının kalbini kendimi içinde buldum.

Tuttum göğün alnından, yerin ayaklarından ikisi arasındaki yaşananlardan.


Tuttum kelime olan kendimi ve anladım ki her şeyin anlamı bende başlar bende biter. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder