YASİN / Casım ÇOBAN


Mevsimin aldatıcı bir yanı vardı Istanbul’da. Anadolu’ya nazaran daha soğuktu. Bu kez İstanbul gezimiz sadece 2 günlük bir ziyaretti. Tahmini hava raporlarını göz ardı etmiştik. Bu sebeple baharlık kıyafetlerimizle İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanına indiğimizde tüm sıcaklığıyla ilk “Hoş geldin’i” soğuk havadan duyduk.

İlk ziyaretimiz Aziz Mahmut Hüdayi hazretlerine olacaktı. Düşünürken bile yorulduğum İstanbul trafiğinde ancak saatler sonra ulaşabildik Aziz Mahmut Hüdayi hazretleri camiine. Tüm alakamızı Aziz Mahmut Hüdayi hazretlerinin ziyaretine yetişme çabasına sarf ettiğimizden, doya doya boğazı seyredemeden, Üsküdar’ın kendine has duruşu olan sokaklarını inceleyemeden, taş duvarlarına gözlerimizi süremeden camiye girdik. Biz abdestlerimizi tazelerken ezan-ı Muhammedî de ruhumuzun imanını tazelemeye başlamıştı. Ezan bittiğinde cemaatle namaz kılmaya, akabinde mübareği ziyaret etmeye karar verdik.

Akşam namazını eda ettikten sonra tespihatı beklemeden ziyarete geçmek için türbeye yöneldik. Türbenin kapısına geldiğimizde kapıda üç-beş kişilik kalabalık bir kümenin olduğunu gördük. Türbenin kapı ağzında bekleyen güvenlik görevlisi; ziyaret saatinin bittiğini ve türbenin kapılarını kapatacağını, mahcup bir edayla anlatıyordu kapıdaki ziyaretçilere.  Abdurrahman Hoca kapının önüne gelip vakur ve âlim duruşuyla güvenlik görevlisine Anadolu’dan geldiğimizi belirterek, bir Fatiha müddetince ziyaret için müsaade etmesini görevliden rica etti. Görevli, Abdurrahman Hoca’nın ihlaslı görüntüsünden ve üzerindeki azametinden belki de Hocanın genç yaşta bembeyaz olmuş sakalından hicap ettiğinden kapıda bekleyen şahıslara vermediği izni kapıda bekleyenlerin tamamının ziyaretine rıza göstererek bir Fatiha müddetince verdi.

 Sırasıyla adaba uygun bir vaziyette bir Fatiha müddetince ziyaretimizi tamamlayıp çıktığımızda Abdurrahman Hoca bir yandan görevliye teşekkürünü iletiyor, bir yandan da bir Yasin-i Şerif okuyamadığı için hayıflanıyordu.

“Ahh! Diyordu ahh! Bir Yasin’i Şerif okumaya niyet etmiştim huzurda. Nasip olmadı, çok müteessirim.” diyordu.

O hâl üzere Aziz Mahmut Hüdayi Camiinin mermer merdivenlerinden aşağı inmiş, caminin kapısı önünde halen hayıflanmasını seyrediyordum. O, bir Yasin-i şerif için yüreği yangın yerine dönmüş, dışarıdaki soğuğun farkında olmadığı bir halde yürürken ben soğuktan nefesimi dışarıya bırakmak istemiyordum.

Aziz Mahmud Hüdayi Camiinin önündeki sokakta bulunan küçük dükkânlarda koku, tespih, zemzem, takke, hurma, seccade nev’inde eşyalarla birlikte dua ve tesbihat kitapları da satılır. Abdurrahman hoca oradaki dükkânlardan birinin önünde durdu. Beş-altı kişilik bir aile kümesinden oluşan topluluk alışveriş yapmaktaydı. Dükkânda satış yapan şahıs Abdurrahman Hocayı görünce gayet kibar bir tavırla ailenin yanından birkaç adımla uzaklaşıp Hocaya “Buyrun Efendim!” dedi. Satıcının yüzündeki gizli tebessümü bir ben mi fark ediyordum yoksa soğuktan zihnim siluetleri mi karıştırıyordu? Hoca eline aldığı üç-dört adet tespihi, sırf o dükkâna katkıda bulunmak, Aziz Mahmut Hüdayi Camii sokağında yaşayan bu esnafın varlığını devam ettirmelerine vesile olmak için satın almak istediğini biliyordum. Çünkü Hoca’nın tespihe ihtiyacı, tespihlerin de dergâhta bulunan diğer tespihlerden farkı yoktu. Hoca eline aldığı tespihlerin tamamının fiyatını öğrenmek için sorduğunda satıcı tespihleri alıp kibarca ve gayet naif bir hal üzere poşete bıraktı. “Bunlar bizim size hediyemizdir.” diye ekledikten sonra satıcı ve diğer ailenin yanına döndü.

Abdurrahman Hoca satıcının bu kibar amelini karşılıksız bırakmak istemiyordu. Bu yüzden birkaç hediyelik eşya satın almak suretiyle kendisi de dükkâna maddi bir katkıda bulunmak istiyordu. Satıcı aile ile alışverişi bitirdiğinde halen orada olduğumuzu fark etti.  Abdurrahman Hoca bir takkeyi işaret etti ve fiyatını ödemek üzere cüzdanından bir miktar para çıkarıp satıcıya uzattı. Satıcı Hocanın işaret ettiği takkeyi alıp içinde tespihlerin olduğu poşetin içerisine bırakırken “Bu da hediyemizdir efendim.” dedi. Bunun üzerine Hocanın mahcubiyeti bir kart daha arttı. Hoca bir vesileyle katkıda bulunmak istiyordu. Bu kez misvak ve zemzem istedi elindeki parayı satıcıya uzatırken, satıcı aynı tavrı bir daha sergileyince, Hoca bütün mahcubiyetiyle “Azizim ismini bağışlar mısın?” diye sordu.

Satıcı “Yasin!” diye cevap verdi.

Hoca bu ismi duyunca elindeki parayı avuçlarının içinde sıkıp başkaca bir şey sormadan –belki de sormaması gerektiği işareti verildiğinden- büyük bir edep ve mahcup bir hâl üzere Yasin’e kibarca veda ederek dükkânın önünden uzaklaşmaya başladı. Sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla “Eğer dükkândaki bütün eşyaları satın almak için tek tek gösterseydik, Yasin ücretini almadan dükkânın tamamını boşaltana dek eşyaları bize hediye edecekti.” dedi. Sonra da kendi kendine “Ahh Yasin! Kulağına kimler ne fısıldadı bilmiyorum ama bizi mahcup ettin.” diyerek başını önüne eğdi. Bütün bunlar yaşanırken ben soğuğu unutmuş sadece ehlinin fehmedebileceği bu vakayı idrake çalışıyordum. Araca binmeden önce son kez türbenin olduğu yöne bakıp Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerine hitaben teşekkürlerimi ileterek şunu söyledim. “Zat-ı alinizin huzurunda bir Yasin-i Şerif okuyamadığı için elem duyan muhibbinizin hizmetine bir Yasin amade kıldınız.”



1 yorum: