Yunus
Emre;
“Çıktım erik dalına,
onda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der
ne yersin kozumu”
diye
başlayan meşhur manzumesini,
“Yunus bir söz söylemiş hiçbir söze
benzemez,
Münafıklar elinden örttü mânâ yüzünü.”
mısralarıyla
bitirir. Bu manzumeye divanlar ile manzumeyi şerheden risalelerde “gazel,
kaside” gibi isimler verilse de edebiyat nazariyecileri “şathiyye” diyor. O
kadar ki şathiyye türünü izah veya tarif eden bütün kaynaklar, örnek alarak
Yunus’un bu şiirini mutlaka zikrederler.
Şathiyye, “dudaklarda bir tebessüm
uyandıran, daha ziyade manzum sözler” şeklinde tarif edildikten sonra
”şathiyat-ı sofiyane” diye bir tasnife gidilerek, mutasavvıf şairlerin bu
sözleri lâ-dinî halk hezeliyatından ayrı tutulur. Şathiyyat-ı sofiyane’ler
“Bazı meczupların sözlerini taklit suretiyle yazılmış, zahirde saçma görünen
fakat şerh ve tahlili halinde mânidar olduğu anlaşılan manzumeler” diye
biliniyor. Aslında “şathiyye” olarak adlandıragelmiş birçok söz ya da
manzumenin bu tarife dâhil edilmesi mümkün değil. Tarz olarak birbirinden
farklı şatıh örneklerini yukarıdaki tarifle değil ama alışılmışın dışında,
çizgi dışı bir üslupla söylendikleri için ortak bir kategori kabul edebiliriz.
Nitekim şatıh kelimesinin kökündeki “hareket, sarsıntı” mânâsı ve Mağrip
Arapçasında “raks” karşılığı kullanılıyor olmasıyla, bu türün ancak kelime ve
kavramlara adeta raksettiren, takla attıran onları yerinden uğratan bir beyan
tarzından dolayı farklılık kasbettiği söylenebilir.
Mizah, mübhemiyet, aykırılık,
pervasızlık ve binaenaleyh umursamazlık şathiyye türünün hususiyetleri değil,
çizgi dışı beyan tarzının muhtelif görüntüleridir. Bu sebepledir ki şatıh
örneklerinde bunların tamamına rastlanmaz. Kaynakların “şathiyye” diye
nitelendirildiği söz veya manzumeleri üç grupta değerlendirmek daha doğru gibi.
1. Bazı mutasavvıfların verd ve
istiğrak halinde söyledikleri lafzen dinî kaidelere aykırı gibi görünen tuhaf,
aşırı sözler. Tasavvufî ipuçları ihtiva etmekle beraber mânâları açık olmayan,
şerh ve izaha muhtaç bu türlü sözleri zahir uleması hoş karşılamıyor. Hallac-ı
Mansur, Sehl-i Tusterî, Beyazıd-ı Bistamî, Abdulkadir Geylanî,Mevlânâ, Hacı
Bektaş-ı Velî, Şıblî, Muhyiddin İbn-i Arabî gibi mutasavvıflardan bu minval
üzere sadır olan bazı sözler meşhurdur. Söylenenler dahi böyle beyanların
tehlikesini kabûl ederler ama bu, Cüneyd-i Bağdadî’nin ifadesi ile “Hâlin söze
galebesi”dir. Yunus’un bu vadide söylediği şiirlerden biri:
“Adım adım ileri, beş âlemden içeri,
On sekiz bin âlemi,
geçtim bir dağ içinde."
diye
başlayıp,
“Yunus aydur gezerim, Dost iledir pazarım,
Ol Allah’ın didarın, gördüm bir dağ içinde.”
kıtasıyla biten “bir dağ
içinde” redifli manzumesidir. Bir diğeri ise:
“Bir sâkîden
içtim şarap, arştan yüce meyhanesi,
O sâkînin
mestleriyiz, candan onun pervanesi.”
diye başlıyor. Bu
manzumenin hitamındaki:
“Yunus bu cezbe sözlerin, cahillere söylemegil
Bilmez misin
cahillerin nice geçer zamanesi.”
sözleri, Yunus’un
“tehlike”nin farkında olduğunu gösteriyor.
2. Şathiyye türünün birbölüğü münhasıran “ahret hayatı”nı
konu ve cennet nimetine karşı kayıtsız, cehennem azabına karşı pervasız bir
tutum yansıtır. Daha ziyade Bektaşî geleneğinde görülen bu çeşit şathiyyelerde
“hürmetsizlik” gibi değerlendiren ifadeler, nimet ve külfete bağlı olmayan bir
“aşk”ın samimî cüretkârlığıdır. Belki “zahit tipi”nin cennetteki konfora
duyduğu iştiha ile cehennem azabından ürpermesinin altındaki nefsaniyetten
dolayı ince bir istihza da vardır bu şiirlerde. Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal
ve Azmî’nin çok bilinen bazı şiirleri bu şathiyye türünün örnekleri
sayılabilir. Yunus’un:
“Sırat kıldan
incedir, kılıçtan keskincedir
Varıp onun
üstüne ev yapasım gelir.”
“Altında gayya
vardır, içi nâr ile pürdür,
Varaben o
gölgede biraz yatasım gelir.”
beyitlerinin yer aldığı
manzumesi de böyledir. Bu şiirin;
“Derviş Yunus bu
sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya
çeker, bir Molla Kasım gelir.”
Şeklindeki son beyitinde
hem çizgi dışı üslûbun farkında olunduğunun itirafı, hem de zahir ulemasının
zemmi vardır.
3. En başta bazı mısralarını verdiğimiz “Çıktım erik
dalına..” matla’lı şiirin dahil edilebileceği “tebessüm vesilesi” şathiyyeleri
üçüncü bir grup olarak diğer ikisinden hayli farklı bir yere koymak gerekiyor.
İlk iki grupta şathiyyelerin ifade garabetine muhteva sebep olurken, bu defa
çizgi dışı üslûp” bilhassa tercih ediliyor sanki. Frenklerin “absürd” dediği,
eşyanın tabiatına, dolayısıyla mantığa aykırı bir jargon, bu şathiyyelerin
ayırdedici vasfı olurken, neden böyle bir ifade tarzının hususen seçildiği
sualini beraberinde getiriyor. Pozitivist bir yaklaşımla “saçma” görünen,
tebessümü davet eden mizah unsurunu da yine bu “taammüdî saçmalık” ile sağlayan
metinler hiç şüphesiz derin mânâlar barındırıyor. Öyle olduğu içindir ki Yunus’un
“Çıktım erik dalına” sözleriyle başlayan şathiyyesi Şeyhzâde Niyazî-i Misrî,
Ali Nakşibendî ve İsmail Hakk Bursevî tarafından ayı ayrı şerhedilmiştir; Aşık
Paşazade ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’ne nazireler yazdırmıştır. Fakat
yine de Yunus, “bir mürşid-i kâmil nezaretinde şeriat, tarikat, hakikat
sırasına riayet gerekliliği”ni neden “Erik ağacına çıkıp üzüm yedim.(Beni
gören) bahçe sahibi, ‘niye cevizimi yiyorsun!’ diye çıkıştı.” mealinde bir
beyitle anlatmayı yeğlesin Dünya hayatının geçiciliğini, insanın ömür boyu
itina ile yığdıklarının bir fiskelik hükmü olduğunu, niçin;
“Şişeden bina
kursalar / bir hayli vakit dursalar
Sonra sopayla
vursalar/ ne hoş olur şangırtısı.”
gibi çocuksu avamî bir
coşkuyla versin? Yunus, tasavvuf
penceresinden birçok diğer Şiilerinde yüzlerce mısrada sofi ıstılahlarıyla,
alışılmış remizlere ve son derecede sanatkârane bir tertiple ifade edebilen bir
şairimiz. Sayısı az da olsa bu tür şathiyyelere niçin ihtiyaç hissetmiş?
.kendisi “Münafıklar elinden mânâ yüzünü
örtmek için” cevabını veriyor.
Yunus’un şathiyyesine nazire yapan Âşık Paşazâde de;
“Âşıkî ile Yunus, il bilmez, yola gitti
Münkir olmasın
diye, saptırırım izimi.”
maktaı ile aynı gerekçeyi
ileri sürüyor. İnce mânâların nifak ehlince yahut hoyrat gönüllerce
çarpıtılması, tevil edilmesi endişesi var. Fakat bu şathiyyelerde çok temel ve
umumî mahiyetteki tasarruf prensiplerinin mevzu edilmesi, üstelik bunların
sürekli tekrarlaması, “mânânın yüzünü örtmenin” daha başka bir gerekçesi daha
odluğunu düşündürüyor. Hemen her türlü metot denetlenerek devamlı anlatılan
bazı temel meselelerin arık sabit bir zamanın haline gelip başka ve daha ileri
merhalelere kapı açması beklenirken yeniden başa dönen, sanki hiç mevzu olmamış
gibi önceki meseleleri yeniden gündeme getiren fakat yine de anlamayan bir kafa
yapısı!
Bütün aleniyetiyle ortada duran hakikatleri fark edemeyen
gözlere, mânânın yüzünü örtüp, “Yahu burada bir şey var!” dedirtmek için son
bir çaba bu çizgi dışı üslûp.
Söz yine Yunus’un:
“Kerpiç koydum kazana, poyraz ile kaynattım
Nedir deyip sorana bandım verdim özünü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder