Hiçbir iş yapmamanın verdiği bunalmışlık hissiyle kendimi sokağa attığım bir gece, hava da iyiden iyiye soğuyunca, gördüğüm ilk kahvehaneye sığındım. İçerisi boş sayılırdı. Kapının hemen sağında kel bir adam çayını yudumlarken gazete okuyordu. Gür bıyıklarını ve sinekkaydı tıraşını hatırlıyorum. Bu adamdan başka dükkanın diğer ucunda iki kişi sohbet ediyordu. Birinin arada bir ocağa bakmasından çaycı olduğunu anladım. Dişlerinin eksikliği hemen gözüme çarptı. Saçları önden açılmıştı, sakallarıysa sapsarıydı.
Masalardan birine geçtim, oturur oturmaz belimden ayak bileklerime doğru üşür gibi titredim. Allah’ım, ne çabuk yorulmuştum! Daha yirmi beşinde bile olmayan bedenim ne çabuk eskimişti. ‘Bunların hepsi boş bulunmaktan efendim.’ diye düşündüm. ‘Evet efendim, boşluktan. Evde durmak, gün boyu kendine hiçbir uğraş edinmemek, yatmak, yatmak… Tembellik en zararlı alışkanlıktan bile çok yıpratır insanı.’
- Ağabey!
Kafamı kaldırıp baktığımda şişman bir adam gördüm. Sahi bu da kimdi? Kahvehaneye girdiğimde çaycı birisiyle muhabbet ediyordu ama kimle konuştuğuna dikkat etmemiştim. Sadece varlığının farkına vardım, o kadar.
- Çay demleniyor. Birazdan getiririz.
Tamam anlamında başımı salladım. Aman Allah’ım, ne iri adamdı. Vücudu oturduğu sandalyeye öylesine yayılmıştı ki insanın orada sandalye olduğunu tahmin etmekten başka seçeneği kalmıyordu. Kocaman bedeninin üstüne kondurulmuş küçücük, tüysüz kafası ve kalın sesiyle herif tam bir uyumsuzluk içindeydi. Bir yandan çaycıyı dinliyor, bir yandan da elindeki tespihi öylesine çekiştiriyordu ki ipliğin patlaması an meselesiydi.
- Seni severim Ali, iyi çocuksun. Birkaç sakarlığının dışında pek hatanı da görmedim ama dükkan kendi kendine yetemiyor oğlum. Eskiden olsa neyse, bu saatlerde tıklım tıklım olurdu burası. İnsanlar oturacak sandalye bulamazdı. Lütfen, beni anlamalısın, bu tekneden iki kişiye ekmek çıkmaz artık. Hem büyük oğlan üniversiteye başlayacak, kızın da yaşı geldi; seneye, bilemedin öbür seneye evlendiririz. Yani bu dükkan ihtiyar bir çaycıya zor bakıyor, sana nasıl baksın?
Yağmur başladı. Rüzgar, uğultuyla kapıyı açmaya çabalıyordu. Şişman çırak yalvarırcasına:
- Lütfen usta, bu işten de çıkarıldığımı duyarsa dedem sokağa atar beni. Lütfen, yalvarırım beni kovmayın; çok ucuza, hatta karın tokluğuna çalışırım ama çıkarmayın beni.
Usta bir şey demedi. Gözlerindeki manasız bakışlardan çırağın boşuna yalvardığı anlaşılıyordu. Sanırım gerçekten çırağın çıkması gerekiyordu. Ocağa doğru gitti, kasa olarak kullandığı çekmeceyi açtı, biraz karıştırdı ve birkaç kağıt parçasını çırağa uzattı.
- Böyle icap ediyor Ali, kusura kalma.
Tespih parçalandı ve boncukları her yere saçıldı. Ali telaşla yerinden fırladı ve boncukları kovalamaya başladı. Heyecanla tespih tanelerini yakalamaya çalışıyor, titreyen elleriyle yakaladığı bir tespih tanesini tutarken, diğerlerini düşürüyordu. Çırak dükkanın içinde koştururken usta elinde parayla öylece dikiliyor, hiçbir şey söylemiyordu. Aniden bir kahkaha yükseldi arka taraftan. Geldiğimden beri gazeteden gözlerini ayırmayan kel adam gülmeye başlamıştı. Bir yandan anırırcasına kahkaha atıyor bir yandan da şişman çırağa hakaretler savuruyordu.
- Beceriksiz herif! Seni doğuran anaya yazık be! İhtiyara kaç kere dedim şunu at işten diye. Sana yemek verende kabahat…
Ali’ye acımamak mümkün değildi. Belli ki çok utanmıştı, tespih tanelerini yakalamaya çalışırken birkaç defa kafasını çarptı, muhtemelen acımış olmasına rağmen aldırmıyor, boncukları kovalamaya devam ediyordu. Usta bu süre zarfında elinde parayla, ayakta, öylece dikiliyordu. Ali, herifin kahkahaları eşliğinde bir dakika kadar boncukları kovaladı. Tüm tespihi topladığı kanaatine varınca ayağa kalktı, yavaşça sandalyesine geri döndü. Oturduğunda nefes nefese kalmıştı.
- Allah seni ne yapmasın! Akşam akşam eğlendirdin beni, hiç güleceğim yoktu.
Bu esnada çay demlenmişti. Yalnız içilen çayın tadı genelde güzel olmaz. İşte bu tam da öyle bir çaydı.
Ali sandalyesinden kalktı, gözleri deminkinden daha yaşlıydı artık. Ağır hareketlerle ustanın masaya koyduğu parayı aldı. Saymadan pantolonunun cebine sokuşturdu ve masasına geri dönüp soğumuş çayından bir yudum içti. Uzun yıllar boyunca ezilmiş, sindirilmiş her insanın yaptığı gibi o da kendisini aşağılayan adama hiç yanıt vermemişti. Böyle insanların utandırıldıklarında yüzlerinde çaresiz bir gülümseme olur, ellerinden bir şey gelmediği gibi insanları eğlendirmeyi kendilerine görev edinirler ve karşıdaki sıkılıp susana kadar buna devam ederler. Hatta bazıları üstlendikleri soytarı rolünü öylesine benimser ki kimselerin kendileriyle alay etmediği saygılı insanlardan oluşan bir meclis tuhaf gelir onlara. Hiç ezilmemiş insanlar bunu asla anlayamazlar ve bu böyle sürüp gider.
İhtiyar çaycı kasada hasılatı sayarken Ali başını öne eğmiş oturuyor, kel adam ise gazete karıştırıyordu. Adamın, karnını tutarak, gözünden yaş gelene kadar güldükten sonra eski ciddiyetine bürünmesi fazla vaktini almamıştı. Şimdi ise ağırbaşlı bir insan edasıyla gazetenin yapraklarını çeviriyor, pürdikkat günlük havadisleri okuyordu.
Kısa zaman sonra yağmur hızını kesmiş, dışarısı izlenebilir hale gelmişti. Kalkmaya karar verdim. Çayı aceleyle içip biraz daha oturduktan sonra ocağa, ihtiyar çaycının yanına yöneldim. Ücreti ödemek için elimi cebime götürüyordum ki cüzdanımı evde bıraktığımı hatırladım. Gerçekten de, ne yapmalıydım şimdi? Kahvehaneye bir şeyler içmek için değil ısınma amacıyla girmiştim ama esnaf müşterisini boş bırakır mıydı hiç? Ne diyecektim ben ihtiyara? Efendim, aslına bakarsanız kahvehanenize çay içmeye değil dinlenmeye gelmiştim. Hiç istemediğim halde çayı getiren sizlersiniz…’ İhtiyar adamla da hiç tanışmıyordum ki sonra vereyim diyecek yüzüm olsun? Çare yok gibi gözüküyordu. Ocağın oraya, ihtiyarın yanına kadar yürüdüm. Yabancılardan istekte bulunmak insanın sesini kısar. Hemen önünde durup bana bakmasını beklerken ne diyeceğimi düşünüyordum. ‘Pardon beyefendi, çayınızı içtim ancak evden çıkarken cüzdanımı almayı unutmuşum ve bunu şimdi fark ediyorum. Çabucak eve gidip parayı getirsem sizin için sıkıntı olur mu? Zira başka seçeneğim yok.’ Adamın dibindeydim ancak ihtiyar yüzüme bakmamakta ısrar ediyordu. ‘Affedersiniz.’, dedim. Elindeki çay bardağını rafa yerleştirdi.
- Pardon ama ben… Yani şimdi çayınızı içtim de, evden çıkarken cüzdanımı unutmuşum. Acaba eve gidip parayı getirip gelsem…
Vakit hayli ilerlemişti. Sözümü bitirdikten hemen sonra, muhtemelen yürümek için oldukça uzak sayılabilecek evime gidip gelene kadar dükkanın kapanacağı aklıma geldi ve anında pişman oldum. Şimdi ne yapmalıydı? İhtiyar çaycı kafasını kaldırıp söze başlayacakken şişman çırağı araya girdi:
- Ben öderim beyefendi, bir çay içtiniz değil mi?
Bazı nazik yurttaşlarımız bu cömert teklifi sanki başka çarem varmış gibi geri çevirmem gerektiğini söyleyebilirler.
- Teşekkür ederim. Evet, bir çay içtim. Evden aceleyle çıktığım için cüzdanımı almayı unutmuşum, son zamanlarda pek dalgınım. Hakkınızı helal edin lütfen.
- Lafı mı olur efendim.
Kapının orada gazete okuyan kel adam sessizliğini bozdu.
- Ulan hıyar Ali! Ayranın yok içmeye, hala gösteriş peşindesin. Sanarsın hayırsever, hahaha. Önce aç karnını doyur! Hoş, senin gibilerin parası olsa ne fark eder? Deden olacak o içi geçmişin yerinde olsam seni beş dakika barındırmazdım da, adamcağız yalnız kalacak işte. Yoksa yerin köpek kulübesi senin.
Bu adam, geldiğimden beri sadece şişman çırağı aşağılamak için ağzını açmıştı. Dayanamadım, benden beklenmeyecek bir cesaretle kel adama doğru döndüm ve:
- Bağışlayınız efendim, aranızda geçenleri bilmiyorum. Ancak Ali’ye bu kadar ağır konuşmakla hata etmiyor musunuz?
- Ben mi hata ediyormuşum? Kusura kalma genç adam, hahaha! -Kaşlarını çatarak- Bu herif fare be, fare! Bunların topunu bileklerinden keseceksin. İflah olmaz yoksa bu adiler. Hem sana ne ulan! Daha kimi savunduğundan bile haberin yok.
Tam o anda umulmadık bir olay oldu. Ali iskemlesinden kalkıp adama doğru iki koşar adım attıktan sonra bir anda yerine çakılmış gibi durdu. Yumruklarını sıkıyor, gözyaşlarına engel olmaya çalışıyor, içine ağlıyordu. Herif, bu anı bekliyor olmalı ki, Ali’ye ağır bir küfür savurup yüzüne sert bir tokat attı. Tokadın etkisiyle şaşalayan Ali bir adım geri atıp başını öne eğdi. Zavallı genç bir yandan ağlıyor, bir yandan da yediği tokadı daha önce kim bilir kaç defa zedelenmiş gururuna yutturmaya çalışıyordu. Konuşmaya çabalıyordu ancak düğümlenmiş boğazının kelimelerin çıkmasına izin vermediği belliydi.
- Sus!
Sadece bu kadar konuşabildi. Bunu söylerken bile sesinin titremesine engel olamamış, hemen ardından tamamıyla gözyaşlarına boğulmuştu. İki eliyle yüzünü kapayıp koşarak kahvehaneden çıktı. İhtiyar çaycı inanılmaz bir kayıtsızlıkla işlerine devam ediyordu, olanlara karışmamak için kendini oyaladığına inanmak üzereydim. Kel herif sandalyesine oturmuş, duyulur duyulmaz bir sesle söyleniyordu. Bir an düşündükten sonra Ali’nin arkasından koştum…
İnsanlar, günahkarı cezalandırırken beklemeyi sevmezler. Hüküm onların vicdanında çoktan verilmiştir. Çünkü suçlunun cezalandırılması insanlara sadistçe bir hazzı tattırır. Yaşadıkları bu zevki de ‘Adalet yerini buldu.’ diyerek meşrulaştırırlar. Oysa ahlakı ve kanunu kendilerince arkalarına alan bu insanları artık ne durdurabilir?
Ali, bu zevkin kurbanlarından sadece biriydi. Peki, ben niçin Ali’nin peşinden koşuyordum? Belli ki bir suç işlemişti ama içimde doğan merhamet de neyin nesiydi? Bu mesele üzerine düşündüm dostlar. İnsan kendine benzeyen biriyle tanışma fırsatını bulduğunda vaktince kendisine neden yardım edilmediğini daha iyi anlıyor. Senelerce aşağılanmış bu gence karşı takınacağım kayıtsız ruh hali şahsıma ihanet ettiğim manasına gelirdi.
Ali, aldığı nefesin ona yüklediği vazifeyi, ümit ederek onun hakkını vermesi gerektiğini kendisiyle tanıştığımda henüz bilmiyordu. Şişman çırağın akıbeti bu hikayenin konusu değil ama şu kadarını söyleyebilirim ki o gece Ali’nin peşinden gitmeseydim, onun ilk arkadaşı olarak bu hayatın sevmeye değer olduğunu göstermeseydim zavallının hayat hikayesi felaketle sonuçlanabilirdi. Ancak öykümüz burada sonlanıyor, umudun insanı nasıl iyileştirdiği ise bir başka hikayenin konusu.
* * *
Özgeçmiş
2002 yılında İstanbul’da doğmuştur. Aslen Bursalıdır. İstanbul Teknik Üniversitesinde Endüstri Mühendisliği lisans eğitimine devam etmektedir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder