KIRMIZI/Mustafa Alper TAŞ

Kız: Elinin sıcaklığını bile örten sertliğini sevdim ben sevgili babacığım. Kavrulmuş buğdaylar gibi ellerin kuru ve kumral. Ellerin, saklambaç oynarken yüzümü yaslayıp saydığım kerpiç bir duvar. Ellerin yastığın kenarına işlenmiş bir gül müdür? Birazdan bırakacağım onları, kalbimde hışırdayan kuşlardan habersiz misin?

Baba: Gurbet desen, bana sorsan, hep bir dağların arkasıdır derim. Öyle bildim, ortalık ağarırken bir dağı gövdeme yaslayıp sebep bildiğimde yokluğunuza. Ama sen nereden bileceksin küçük kızım, saçlarına zeytin ağaçlarının gölgesiz serinliği bulaşmış kırmızı elbiseli bir akşamsın bütün uykularımda. Nereden bileceksin, para ne memleket, kuşlar bildiğimizden daha fazla.

Kız: Ben bu yolu sensiz döneceğim. Kapkara bir kumaşla örtüp arada yokladığım, keskinliğini sınadığım hançer bu işte. Akşam olacak, evlerine dönen sürülerin ve insanların uzak sesleri, belki bir tüfeğin sebepsiz patlaması, son çağrıları annelerin, beni yaşadığıma inandıracak. Bugünün, dünyanın son günü olmadığına. 

Baba: Bilmiyorsunuz hepinizi kuru bir çiçek gibi alıyorum ve göğsümün bu yeni yıkanmış, özenle ütülenmiş damatlık gömleğimle birleşen bir yerlerine sakladığımı. Sofraları da götürüyorum, sabah kahkahalarını da, özlemle iç geçirmelerinizi de alıyorum yanıma. Sanıyorum ki hiç gülmüyorsunuz, ağlamıyorsunuz bir defa bile, öyle kımıltısız resimler gibi kalıyorsunuz ardımda. Ancak böyle dayanabilirim sanıyorum yokluğunuza.

Kız: Baba,

Baba: Tabii ki saçları altın gibi olacak, rengarenk elbiseleri de olacak yanında, upuzun kirpikleri olacak. Ayakkabıları da var küçücük.

Kız: Tamam, baba ama bu sefer çabuk gel.

Baba: Sabah olur olmaz gelirim belki.

Anne: Mektupsuz bırakma.

Rengi belirsiz bir minibüs yaklaştı, yaklaştı, büyüdü ovanın sisli boşluğunda. Üç kişiden birini alıp devam etti yoluna. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder