YERİ DAĞLAR TÖREYİ BEYLER TUTAR/Ferhat AĞCA

Biz Töre kelimesini televizyonda  ‘Töre Cinayeti’ başlığıyla yayınlanan haberlerde duyduk ilk defa; törenin sadece Doğu Anadolu’da yaşayan insanımızda yaşatıldığını zannettik. Her seferinde dizi ve filmlerden yola çıkarak “töre”nin kötü bir şey olduğu kanaatine vardık.

Kasım 2013’ten bu yana ‘Töre’ ve ‘Türk’ kelimelerini yan yana duyar oldum. Kitap okumayan sadece televizyon izleyen bir gençlik güruhunun bir parçası olarak ilk etapta Türk’ün de bir töresi olduğunu hatırladım.

Sonra mı?

 Sonra töreyi öğrenmeye başladım bir Doğu Bey’inden.

Nasıl mı?

Çok basit! Sadece gözlemleyerek, gülümseyerek ve sohbet ederek.

Neler mi öğrendim?

Yine, televizyondaki dizi ve filmlerden ‘Mahalle Baskısı’ olarak öğrendiğim; ‘bir hanımın toplum içerisinde yüksek sesle konuşmaması gerektiği’ gibi şeylerin aslında Türk’ün Töresi olduğunu, bir mecliste otururken; konuşmaya başlamadan önce, defalarca da olsa meclisteki büyüklerden müsaade alınması gerektiğini, bir şey söylenecekse; ziyaretçi görüşünde olduğu gibi değil de, umuma etraflıca anlatılması gerektiğini, bir tartışma olacaksa; televizyondaki fikirden yoksun tartışma programlarında ki gibi değil de, dervişler gibi ‘tek tek’ müsaade alınarak fikir beyan edilmesi gerektiğini…

Türklüğü öğrendim doğu beyinden… Türklüğün; Mehmet Akif olmak, Âsım olmak, Âsım’ın Nesli olmak olduğunu öğrendim, dostluğu öğrendim, dostun ne demek olduğunu,hüznü öğrendim ve hüzün talimini ...

Çok şükür ki gözlemlemeye, gülümsemeye ve öğrenmeye devam ediyorum…

Ben bir kara topraktım her şeyden habersiz, dağı olmayan bir Ferhat’tım. Üzerimden yağmur, kar, kış geçti. Üzerimden geçenler önce balçık sonra hamur yapmış çiğneyerek. Hamurum kötüydü, layık değildim, layık olmasam da üzerime nakış yaptılar ‘Nakş’ edenler. Üzerime iyi şeyler nakşettiklerini biliyorum onların eserlerine bakarak. Her biri eşsiz Selçuklu Çinilerini anımsatıyor tek tek…

Kasım 2013’te bir meclise girdim, ‘Cuma Kapusu’ adında…

Pişmeyi bekleyen çinilerin fırınlandığı Dükkan’mış aslında…

Oradaki pişmiş çinilere hayran hayran bakarken ben de fırınlanıyormuşum bu arada
Şimdi tek umudum Azrail gelene kadar yanıma,
Duvara asılacak kadar pişmek, pişmek bu Dükkan’da.
En son gittiğimde Töre duruyordu yerinde lakin dağlar da yoktu, yer de yoktu. Çünkü dağları da, yerleri de tutan yoktu.  Soğuk vardı, çünkü fırını yakanlar yoktu. Ateşsiz fırının bir anlam taşımayacağını gördük. Fırını yakanlar olmazsa; üşüyeceğimiz, pişemeyeceğimiz gerçeğinin acı tecrübesini yaşayarak gördük.

“Biz üşüyerek şehit olanlara şahit olduk, bizi üşütmeyin” diye feryat etmek gelse de içimden, töre gereği ses çıkarmamak gerek.

Büyüklerin işine karışmamak gerek.

Diğer kara toprakların üzerinde gâvurlar at koştururken, bu Dükkan’da olduğumuz için şükretmek gerek.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder