SÜRGÜN YAZILAR / Mehmet MORTAŞ

Başlangıç
Hayatın sıfır noktasında sözün darasının alındığı; mevsimlerin saatleri, saniyeleri, hüzün denizine istiflediği bir çemberin içindeydim. Bu çember bir haleyi andırıyor katman katman soyut zamanlardan oluşuyordu. Her katmanın arası binlerce yıl acı çekilmiş bir hüznün yolculuğu, yokluk ile varlık arasında uçsuz bucaksız sözcüklerin sıralandığı bir çember… Zaman çemberin etrafında dönüyordu, acıların kaypaklaşmış mahrem anıtların çatlaklarından sızıyordu ağıtlar. Çemberin bir ucunda sözün sıfır noktasında mevsimler yok olurken ayazın tonlarında, diğer noktasında hayaller çemberin dışına çıkmaktan haya ediyordu. Hayal ile gerçek sonbahar hüznü gibi yazın çehresine çarpıp suskunluğu tercih ediyor, suskunluk sessizliği iç çekişlerle gecenin gündüzün üstünü örtmesi gibi örtüyordu. Hayallerimin ötesinde gerçek alev alev yanıyor, hayatın sıfır noktasında etrafıma çevirdiğim soyut çemberin nüansları bir başka hayale evriliyor, gecenin katı rengi etrafta kanat çırpan gün ışıklarının üzerine konuyordu. Suskunluğun sıfır noktasındaydım kaynamaya hazır sesler çarpıyor, dağlanıyor, donuk bir ses olarak düşüyordu gök kubbeme. Özellikle içinde bulunduğum soyut çemberinin suskunluk katmanı, seslerin bir bir istiflendiği, anlamsız cümlelerin korku tünelleri oluşturduğu bir zamana gidip gidip geliyordu. Etrafımda uzak iklimlerin çöl rengindeki sessiz bahçeleri dönüyor, döndükçe sessiz bahçeler çemberin hiçlik tarafı artıyor aklın anlamayacağı kış rengine dönüyordu.

 Acının sıfır noktasındaydım, hüzünler yüreklere pazarlanmış gök kendi kubbesinde tarumar edilmiş, yenilmiş bir bahar mevsimi olmuş yanı başlarında.

Yüreğin mevsiminden gecenin rengini dağlandığı ve karanlığın mengeneyle sıkıldığı acının damla damla düştüğü yerdeydim. Rüyalardan kurduğum şehir etrafımda sokakların bilinmez yürek atışları bir balyoz gibi vuruyor beynime. Hiçliğin nehri geçiyor gün boyu hazan gölüne dökülüyor bir bir umutlar. Acının sıfır noktasında çemberin etrafında dalgalanıyor sarıya dönüşmüş hazan gölü. Ve avucumda getiriyorum bütün denizleri yer ile göğün sıfır noktasından bırakıyorum yıldızlara, düşüncelerim hüzne çalan sıfır noktasında mevsimler acının rengiyle soluyorlar.

Korkularım çember etrafında dönüyor.

Hayaller aynalarda yüzyıllık bir anı ile tortulaşıyor.

Aynalarda münzevi şehirler kuruluyor fakat kırık aynalar gibi yıkık dökük.

Kendi benim hiç açılmamış kitap gibi durağan suskun ve korku üreten modernizmin uzağında bir ipek böceği gibi yaşayan ben.  Soyut ülkenin anlaşılmaz kelimelerinde hayat, ayaz vurgunu yaz gibi dönüyor etrafımda. Hayat tahterevalli gibi bir gidiyor bir geliyor hiçliğe doğru, varlık direniyor gölgelerin ülkesinde kaybolmanın dehşetengiz hissine. Ve ben gerçek zannettiğim gölgelerin darasını alırken eksi artı modern ölümlerin kıyısından yaralanarak hüznün gözlerinden geçiyorum. Gölgeler etrafımı çeviren soyut çemberimin pencerelerine çarpıp çarpıp ölüm sesi çıkarıyorlar. Yalnızlığımın derin kuyularına konmak istiyor fakat gölgeler bir ölüm kuşu gibi pencereme çarpıp duruyor. Pencereme çarpan gölgeler hayal ile gerçek arasında içinde bulunduğum soyut çemberin duvarlarına varlık ile yokluk arasında ölüm düşleri kuruyor. Yalnızlığın karanlığını korkularıma sığınarak bir yorgan gibi örttüm üstüme bu nedenle yalnızlığımı çoğalttıkça çoğalttım, alacakaranlık rüyalar biriktirdim, çölde bir kum tanesinin üzerinde sabahladım yılların yorgun yüzüyle.

Hayaller yetiştirdim gün boyu, dokunamaz, hissedemez, hayali dahi kurulamayan hayaller.


Mevsimi olmayan rüyalar yetiştirdim korkularımın etrafını çevirmiş kendi kendimin içinde. Kendime kaçtıkça yalnızlığım çoğaldı suskunluğun susuz çöllerinde, ay kırıkları topladım gecenin renginde bir gümbürtüyle yıkıldı aydedenin karanlık yüzü. Saatler yenilgimin sıfır noktasında saniyeler biriktirdi hayatın karanlık yüzüne karşı. İğne uçlu kelimeler biriktirdim gerçek zannettiğim gölge hayatlara karşı. Kendimin sıfır noktasındaydım hüzün yağmurları biriktirdim gök intihar mevsiminden geçerken. Bu nedenle aydınlık çarpınca pencereme hep karanlık kusuyorum, etrafımda dönen alışagelmedik karanlığın habis yerilmiş karanlığını kusuyorum. Yalnızlığın dünyasından saçları taranmamış gökdelenlerin devasa günahları vurdu pencereme. Adım atmak kıyısız uçurumlara kalbimize pranga gibi vurulmuş kapılardan, adım atmak anıların sıfır noktasından gerçeğin dikenli yollarına, adım atmak kalbimizin hüzün mevsiminden aklımızın babacan tavrına doğru bir esir kuş gibi çıkmak etrafımı çevreleyen soyut çemberin dışına ve bu yolculuk nereye ey kalbim diyebilmek başlangıç. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder