BÜTÜNLEME SINAVI / Teyfik KARADAŞ

İlkokulu kendi köyümde, ortaokulu komşu köyümüzde ve liseyi meslek lisesinde okudum. İlkokul öğretmenimiz müzik dersine pek ehemmiyet vermezdi. Müzik derslerinde yılda bir iki çocuk şarkısı ile birkaç marş öğretir, diğer zamanlarda ise matematik dersi işler veya çevre temizliği yaptırırdı. Ortaokulda ise müzik öğretmenimiz olmadığı için müzik dersimize giren diğer öğretmenler, müzik dersinde sesi güzel arkadaşlarımıza türkü ya da şarkı söyletir veya müzik dersi yerine Matematik, Türkçe gibi önemli gördükleri dersleri işlerlerdi. Meslek Lisesinde okuduğum dönemde ise müzik dersi hiç yoktu. Köyümüzde saz çalıp türkü söyleyen birkaç kişi vardı ama bizim onlarla muhatap olmamız imkânsız gibiydi. Yöremizde düğünler davul- zurna eşliğinde yapılır, davul ve zurnayı da şehirden gelen abdallar çalardı. Köyümüzdeki gençlerin davul zurna çalmasını boş ver davula, zurnaya ellerini dahi dokundurmaları büyükler tarafından hoş karşılanmazdı. Benim üniversiteye gidinceye kadar müzik dendiğinde aklıma türkü söylemek, marş okumak, saz çalmaktan başka bir şey gelmezdi.

Üniversiteye başladığım yıl birinci sınıfın birinci döneminde Müzik Öğretimi adında bir ders okumaya başladık. Okulun açıldığı ilk hafta Müzik Öğretimi dersi için müzik laboratuvarına gittik. Sınıfımız yetmiş kişi civarındaydı. Bunlarında çoğunluğu öğretmen lisesi mezunuydu. Laboratuvara girer girmez kimi piyanonun başına oturdu, kimi kaval çalmaya başladı, kimi sazı kaptı, kimi darbukayı alıp ritim tutturdu, benim gibi müzikle alakası olmayan on-on beş kadar öğrenci de aval aval onlara bakmaya başladı. Ben ilk gün gördüğüm bu vaziyet karşısında müzik bilgimin sıfır olduğunu, müzik deryasının içinde bir damla kadar dahi olamadığımı keşfettim.

Dersimize Adil Vural adında bir hoca geliyordu. Adil Hoca müzik alanında çok yetenekli çok maharetli bir insandı. Bunun için, okuldaki bütün öğrenciler ona “Mozart” diyor, Mozart lakabıyla tanıyorlardı. Bu nedenle okulumuzdaki birçok öğrencinin müzik hocamızın adının Adil Vural olduğunu öğrenmenden, duymadan mezun olup gittiğini tahmin ediyorum. Adil Hoca laboratuvarda bulunan vurmalı, nefesli, telli bütün çalgıları çalıyor, söz yazıyor ve beste yapıyordu. Memleketi Gaziantep’ti. Takmış olduğu gözlüğün zarifliği, kıvırcık saçları, öğrencilerine hitap şekli, giymiş olduğu kıyafetlerin farklılığı onun gerçek bir müzik adamı olduğunu ilk bakışta ele veriyor, tebessüm etse dahi gözlerinin içi gülüyordu.

 Adil Hoca iki üç hafta nota, müzik terimleri konusunda ders anlattıktan sonra, bize haftaya herkes birer tane flüt alarak derse gelsin diye talimat verdi. Ben aynı gün bir kırtasiyeye giderek Sarı renkli bir flüt aldım. Haftaya flütü paltomun iç cebine koyarak müzik dersine girdim. Adil Hoca arkadaşlar! Yılsonuna kadar herkes flütle İstiklal Marşımızı çalmayı öğrensin. İstiklal Marşını flütle çalamayan öğrenciyi Müzik Öğretimi dersinden geçirmem diyerek bizi sene başında ikaz etti. Bu ikazdan sonrada yılsonuna kadar dersin müfredatına göre konuları anlatmaya, müzik aletlerini tanıtmaya devam etti. Bu arada bazen benim derslerde şiir okumam ve memleketimin Kahramanmaraş olması nedeniyle Adil Hocayla aramızda bir dostluk oluştu.

Bir gün akşam yurtta flütü elime alıp İstiklal Marşını çalmaya uğraşırken benim bu işi beceremeyeceğimi anladım. Çünkü deliğin birini kapatmak için parmağımı indirdiğimde parmağımın kalın olmasından dolayı deliğin ikisi birden kapanıyordu. Deliğin ikisi bir kapanınca da istediğim sesi çıkartamıyordum. Bir hafta sonraki derste durumu Adil Hocaya söyledim. Adil Hocada bana alaylı bir şekilde tebessüm ederek,(senin bu okul da ne işin var dercesine) hemşerim sen o zaman postacıyı çal yeter dedi. Bir yıl boyu verdiğim emek ve gösterdiğim çabaya rağmen, flüte; kurallarına uygun şekilde “do” dedirtemedim ama Adil Hoca ile dostluğumda hiçbir şekilde zeval getirmedim. Bazen okulumuzun yakınlarında bulunan Fenerbahçe Çayevinin bahçesinde arkadaşlarla çay içerken, Adil Hocayı gelirken gördüğümde, flütü cebimden çıkartıp çalışıyor gibi yaptığımda, Adil Hocanın yanımdan geçerken “ çalış, çalış olacak” demesi birlikte oturduğumuz arkadaşların gülmesine neden olurdu. Adil Hoca da benim işin dalgasında olduğumu bildiği halde, bana olan sevgisinden dolayı tepki göstermemesi hoşuma gitmiyor değildi. Hocam buyurun çay içelim dediğimde; (beni üzmemek için) “içerdim ama vaktim yok” demesi, beni ayrıca mutlu ediyordu. Günler, haftalar su gibi akıp gidiyor fakat ben flüt çalma konusunda bir arpa boyu yol alamıyordum. Görünüşte işin gırgırında olduğum anlaşılsa da gerçekte başarısızlık zoruma gidiyor, bazı geceler rüyamda flüt çalıyordum.

Müzik öğretimi dönemlik değil, yıllık bir dersti. Final sınavında yoktu. Hocanın verdiği sözlü notları vize yerine geçiyor, başarılı olmayanlar doğrudan bütünlemeye kalıyordu. Ben flütle “Postacı Şarkısını” çalamadığımdan Müzik Öğretimi dersinden otomatikman bütünlemeye kaldım. Eylül ayının başında bütünleme sınavına girmek için Kahramanmaraş’tan Niğde’ye gittim ama Postacıyı çalma konusunda bir milim ilerleme sağlayamamıştım. Sadece hocanın hemşerilik adına, toprak hatırına iyi niyet gösterip beni dersten geçireceği konusundaki ümidim devam ediyordu.

Pazartesi günü öğleden sonra müzik laboratuvarına gittim. Bütün öğrenciler sınava girdikten sonra en son ben oturdum ünlü bir flüt ustası edasıyla, hocanın karşısındaki sınav sandalyesine. Hoca beni elimdeki flütle nizami bir şekilde sandalyede otururken görünce, gayri ihtiyari gülümsedi. Tatille, memleketle ilgili üç beş cümle hasbihal ettikten sonra, ”çal bakalım Teyfik” dedi. Ben flüte “do” dedirtmeden “olmadı Teyfik yarın gel” dedi. Ben bunun üzerine Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri de bütünleme sınavı için müzik laboratuvarına Adil Hocanın yanına gittim. Adil Hoca her gittiğimde bana bugün git, yarın gel diyerek zaman tanıdı. Perşembe günü ise” Cuma günü öğleden sonra saat ikide odasına gelmemi “ söyledi.

Ben Cuma günü namazdan sonra saat bir buçuk gibi hocanın odasının kapısına gidip beklemeye başladım. Beş dakika sonra sınıf arkadaşım Tevfik Akkuş’ta geldi. Müzik Öğretimi dersinden bütünlemeye kaldığı için benimle aynı saatte hoca onu da odasına çağırmış. Tevfik’le saat ikiye kadar bekledik ama hoca gelmedi. On beş dakika daha bekledik, hoca yine gelmedi. Bunun üzerine hocanın evine gitmeye karar verdik. Ben hocanın evinin yerini biliyordum. Hocanın evi okula yürüyüş mesafesinde bir apartmanın alt katındaydı. Yürüyerek hocanın evine gittik. Adil Hoca beni pencerenin önünden geçerken görünce, pencereyi açarak “sizi unutmuşum, siz okula gidin ben geliyorum” dedi. Biz okula varmadan wolsvagen marka mandalina renkli tosbağa taksisiyle vız diye yanımızdan geçip gitti. Bizi durup arabasına almadığına üzülmedik desek yalan olur. Hocadan tahminen beş dakika sonra bizde okula vardık.

Okuldaki hocanın odasının olduğu blokta merdivenden yukarı doğru çıkarken, hocanın ikinci katta Utku Mutlu hocamın odasında oturduğunu gördüm. Başımı kapıdan uzatarak “hocam biz geldik” dedim. Adil Hoca “ siz yukarı çıkın, çalın ben dinliyorum” dedi. Tevfik Akkuş’la üçüncü kattaki merdivenin başında flütleri elimize aldık. Önce ben başladım çalmaya. Tevfik Akkuş’un desteğiyle zor da olsa flüte do, re, mi, fa, sol dedirtebildim. Hoca kapıdan dışarı çıkıp “kim çaldı?” diye sordu. Bende “ben çaldım hocam ”dedim. Adil Hoca “harika, doğrusu bayıldım” dedi. Tekrar Utku Hoca’nın odasına girdi. Tevfik Akkuş İstiklal Marşımızı flütle normal bir şekilde çaldı. Böylelikle benim için bir hafta süren müzik öğretimi dersi bütünleme sınavı tamamlanmış oldu. Adil Hoca Tevfik Akkuş’u da dinledikten sonra, içeriden gür bir sesle “siz gidin, ben sonuçları Pazartesi günü ilan ederim” dedi. Bunun üzerine bizde okuldan ayrılarak kaldığımız yurda gittik.

Pazartesi günü sonuçlara bakmak için okula geldiğimizde benim Müzik Öğretimi dersinden geçtiğimi Tevfik Akkuş’un tekrara kaldığını görünce hayali hüsrana uğradık. Tevfik Akkuş bu durum karşısında haklı olarak aşırı derecede tepki gösterdi. Tevfik Akkuş’u telkin etmek, yatıştırmak benim için hiç te kolay olmadı. Sevgili arkadaşım Tevfik Akkuş’ta dersi tekrardan alıp bir yıl sonra geçti ama bizim merdivenin başında müzik sınavına girmemiz, flütü Tevfik Akkuş’un çalıp dersi isim benzerliği nedeniyle Teyfik Karadaş’ın geçmesi (yani benim geçmem) üniversite genelinde komik bir fıkra gibi senelerce anlatıldı.

Aradan yarım asra yakın bir süre geçmesine rağmen sınıf arkadaşlarımızla bir araya geldiğimiz toplantılarda Tevfik Akkuş kardeşimle birlikte bu anımızı anlatır hem biz güler hem de arkadaşlarımızın gülmesini sağlarız.

Tebessüm; kana en hızlı karışan ilaçtır. Sizin yüzünüzden gülücükler eksik olmasın. İyi dost kara günde belli olur. Allah herkesi daima iyi dostlarla karşılaştırsın diyor, merhum Adil Vural hocamı saygıyla anarken, sizlerin de benden daha güzel anılar yaşamanızı dilerim.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder