ÇAĞIN AFYONU: TELEVİZYON / Bekir BÜYÜKKURT


       Televizyon; bizi etkileyen, tesir etkisi hayli yüksek bir iletişim aracı olarak günümüz insanının vazgeçilmezi niteliğinde başköşeye kurulmuş bir vaziyettedir. Bugün evleri mizin hemen hepsinde var olan televizyon, temel ihtiyaçlar dizesi içerisinde birinci sırayı almış durumdadır. Eskiden odalarımızı kıbleye göre düzenlerken, artık günümüzde oda düzenleri televizyona göre ayarlanır oldu! Artık evlere misafirliğe gidildiğinde sohbetlerin yerini; televizyonda sergilenen dizi-filmler, Türkiye’yi ve dünyayı kurtarma çabası içerisinde olan tartışma programları, kültür ve medeniyetimizle yakından uzaktan hiçbir alakası bulunmayan ve hatta mübarek aile müessesemizin temeline dinamit koyan izdivaç programları, irfandan yoksun ve hafızaya çakıl taşı gibi saplanan genel kültür programları… almıştır. Ajansları takip ederken, ‘Asıl haberden haberimiz var mı?’ diye kendimize sürekli soralım ki, işte o zaman aslımıza rücu etmiş olalım. Çünkü ecdat o kutlu zamanlarda dünyada olan-biten her şeyi takip ederken, asıl takipçisi olduğu gerçekliğin her zaman farkında oldu ve bu farkındalıkla ismini tarihe altın harflerle yazdırdı. Cemil Meriç televizyon için şu ifadeleri kullanmıştır: ‘Televizyon; aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icad edilmiş bir nevi afyondur.
Televizyonu içtimai hayatta meydana getirdiği karmaşadan dolayı veyahut da içtimai hayatı direkt olarak parçalayan yayınlarda bulunmasından dolayı ‘fitnevizyon’ olarak ifade etsek hiçte yanlış olmaz. İçtimai hayatta insan ilişkileri çok önemli bir konumdayken, TV bağımlısı insanların türediği toplumda, insan karakutu karşısında kendisine sunulan(maruz kalınan) hayal dünyasında bireyselliği iliklerine kadar yaşamakta ve Modernizm’in kaçınılmaz sonucu olanbireyselleştirilmiş insan tipi oluşmaktadır.
Televizyonlarda gördüğümüz hayat bu milletinhayatını yansıtmamaktadır. En basitinden; renkli ekranlarda gördüğümüz insanların giyim-kuşamı, aile ilişkileri, hal ve hareketleri, ağızlarından çıkan kelimeler ve o kelimelerin manasızlığı bu insanların biz olmadığını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Acaba kaç kişi kendisine ‘İşte tam benim hayatımı veya bizim hayatımızı canlandırıyor demiştir?’ Cevap kocaman bir hiç olacaktır. Bununla birlikte insanlık için büyük bir nimet sayılan televizyon; insanlığa yararlı olacak işlerde, güzel amaçlar doğrultusunda ve bilinçli olarak kullanıldığında, hem büyüklerin hem de çocukların ahlaki değerlerine ve kültürel yapısına çok büyük katkıda bulunacağı söylenebilir. Ve bu potansiyel günümüze kadar geliştirilen teknolojik aletlerden yalnızca televizyonda mevcuttur.
Ancak tüm bu olumlu yönlerinin yanında Türkiye ve dünyada televizyonun yol açtığı ahlaki çöküntü ve yozlaşma çok büyük seviyelere ulaşmıştır. Büyüğünden küçüğüne, gencinden yaşlısına herkesin ama özellikle çocukların televizyon müptelasından elden geldiğince uzak tutulması gerekmektedir. Ya da seçiciliği son kerteye çıkarmak en doğrusu olacaktır. Bilhassa çocuklarda bu hususa daha çok riayet edilmesi gerekir ki; herhangi bir kire bulaşmamış, saf ve duru zihinlerin fuzuli şeylerle doldurulması, ileride çocuğun kişiliğinde bazı sarsıntılara yol açacaktır. Ve devamında idrakten yoksun, değerlerine yabancı, büyüklerin sürekli şikâyet ettiği neslin gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Çocuklar kimi örnek alacak? Hangi değer yargılarına sahip olacak? Çocukları saatlerce TV karşısında bıraktıktan sonra onlar için ‘bizim çocuğumuz’ demek belki genetik olarak doğru olabilir. Ama fikir ve ruh bakımından televizyonun olduğunu kabullenmemiz gerekmektedir.
Aslında bilinçli kullanıldığında zarar derecesini en aza indirgeyeceğimiz televizyonun elbette faydalı yönleri de yok değildir. Lakin kullanımın bilinç dışı olması hem zihinlere hem de zamana en büyük zararı vermektedir. Normal şartlar altında bir insanın günde ortalama üç saatini TV karşısında geçirdiğini düşünecek olursak bu, yılda 1080 saate yani 45 güne tekabül eder. Günde sekiz saat uykuyu da buna ilave edecek olursak bir insanın ömrünün neredeyse yarısı TV karşısında ve uykuda geçmektedir. Tüm bunları görünce insanın aklına ister istemez şöyle bir sual gelmektedir: ‘Acaba biz dünyaya TV izlemek ve uyumak için mi geldik?
Çocuk yetiştirmekten yoksun annelerin sözde eğitici televizyon programlarını çocuklarına izlettirmesi, kurda kuzuyu teslim etmekten farksızdır. Film sektörünün neredeyse merkezi olan Amerika’da Amerikan Pediyatri Akademisi’nin araştırmasına göre iki yaşın altındaki çocuklara ‘kesinlikle’ televizyon izlettirilmemeli. Gel gelelim bu ifadeleri açıklayanlar, çocuklar için çizgi film yapmaktan da geri kalmamaktadırlar. Galiba bu durum çok büyük bir sanat icra eden bu kişilerin sanattaki karaktersizliğini ortaya koymaya yeter, artar da.
Televizyonun insanlarda alışkanlık yaptığı yapılan araştırmalarca ortaya konulmuştur. Bağlanma, bunların en başında gelen alışkanlıktır. İnsan kiminle uzun bir süre vakit geçirirse, onun bakış açısı ile hayata bakmaya başlar ve hayatı da o doğrultuda biçimlenir. ‘Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’ sözü burada ifade edilmesi gereken, kulaklara aşina sözlerden sadece birisidir.
Burada vazife yine anne ve babalara düşmektedir ki, yapılması gereken temel şeylerin başında geleni aile sohbetini tesis etmek olacaktır. Aile içi iletişimin olmadığı bir toplumdan kişilik ve kimlik olarak sağlıklı bireylerin çıkmayacağı gün gibi aşikârken, günümüzde bu sohbete ender rastlanması halimizin çokta iç açıcı olmadığını göstermektedir. Esasında çocuk ve gençlerden ziyade anne-babaların televizyon bağımlılığından tez elden kurtulması gerekir ki; bu hususla alakalı Bediüzzaman Said Nursi(ra) ‘Sizin ailenizdeki masum evlatlarınızla masumane sohbet yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.’ demiştir. Eğer biz karakutunun kapatma düğmesine basıp dünyadan ailemize dönemiyorsak asıl sorun bizde demektir.
Mübarek Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde İslam’a sancaktarlık yapıp, cihan hâkimiyetini tek başına elinde bulunduran o kutlu nesil, aileye layık olduğu değeri vererekten tüm bunları başarmıştır. Başarılmışların tekrardan başarılması çokta zor olmayacaktır. Koltuktan kalkıp kapatma düğmesine basmak kaydıyla.
Kanal’izasyon çukurundan kurtulmanın vakti geldi, geçiyor bile.

3 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Hayırdır Bekir tekrara düşüyorsun. Koltuktan kalkıp televizyonun düğmesine bastık kapattık. Baktık ki değişen bir şey yok; tablet çıkmış, çok işlevli telefon çıkmış, bilgisayar diye bir şey üretilmiş hele bir de bunlara tüm imkanı sağlayan internet diye bir şey eklenmiş. biz yeni nesiller bu yazıyı milattan önce ilk okuduğumuzda da televizyon mu kaldı demiş ama susmuştuk. Bir de okumayı sevmiyoruz, eskisi gibi ihtiyarlara da kıymet vermiyoruz dolayısıyla eski (osmanlı ve selçuklu) ya da daha yakın geleneksel İslami aile yapısını da bilmiyoruz. onlar ne yaparlarmış ki teknoloji olmadan.

    YanıtlaSil
  3. Bekir Büyükkurt'un "ÇAĞIN AFYONU: TELEVİZYON" yazısı; editör tarafından yeniden yayınlanmıştır

    YanıtlaSil