KAPİTALİST SEMAYENİN ALDATMACALARI/Bekir BÜYÜKKURT

“Yönüm ATM’ye, ATM bankaya;
niyet ettim mabet tanrılarının semirmesi için
kredi kartımı ATM’ye takmaya.(!)”

Modern insan tüketerek var olduğunu zanneden bir insandır. ‘Tüketiyorum, o halde varım!’ Ama bu tüketim, insanın asıl ihtiyacı olan eşyayı değil, insana asıl ihtiyaçmış gibi benimsetilen suni eşyaların tüketilmesidir. Mesela toplum mühendislik bürolarının ürünleri olan reklamlar size 'bende bir şeyler eksik' duygusunu vermezse başarısızdır. İnsanlar lüks bir kol saati, pahalı bir akıllı telefon, marka bir eşarp sahibi olmadığı zaman kendini bir ağa girememiş, elit bir grubun parçası olamamış, aşağılarda kalmış, yarım kalmış hissediyor. Hal bu iken insanlara hiç bir gelir düzeyi yetmez hale geliyor. İşte tüm bunlardan sonra gönüllü kölelik çağı denilen, tüketimden semiren ve pastanın büyük dilimini kendisi götüren, yarı tanrılıklarını ilan etmişlerin başlattığı ekonomik terör ile karşı karşıya kalıyoruz.
KREDİ KARTINDAN ÇEKİYORUZ
Dünyanın dört bir yanına adeta salgın gibi yayılan ve cüzdanlarımızda ettiği küçük yerlere rağmen cüzdanlarımızda olmayan paraları harcamamıza yarayan kredi kartları sayesinde bir şeylere sahip olma iştihamızı olabildiğince az törpüleyerek yaşıyoruz bu hayatı. Evet, bu sistem bize sahip olmadığımız paraları harcamayı vaat ediyor. Kazançlarımızdan evvel cebimizdeki kredi kartlarını ve taksit sayılarını düşünerek olmadık anda içimizden gelen her şeye sahip oluyoruz ya da onların bize sahip olmasına izin veriyoruz.
Bu meseleyi her türlü alanda eleştirmemize rağmen bir türlü bu salgından kurtulamıyoruz. Her türlü kredilere artık bir kısa mesaj kadar yakınken, bu hastalıktan kurtulma reçetelerine hiçbir zaman riayet etmiyoruz. Modern zamanın, insanların fikirlerinden ziyade kullandıkları eşyaların etiketine göre değerlendirme aldatmacası bizi tedavisi ancak medeniyetimizde olan bu vebanın hastalarından yapmıştır.
VİCDANLAR KANDIRILAMAZ
1994 yılında fotoğrafçı Kevin Carter’in Sudan’da çektiği fotoğrafı görenler bilir. Açlıktan ve hastalıktan dolayı iki yaşında gösteren ama on yaşlarında olan Sudan’lı bir çocuk emekleyerek birkaç kilometre ilerideki yemek kampına gitmeye çalışıyor. Ve çocuğun hemen arkasında bir akbaba çocuğun ölmesini bekliyor. Usta fotoğrafçı! Carter bu fırsatı değerlendirip deklanşörüne bastığı gibi bu anı ölümsüzleştiriyor. Ve hemen oradan ayrılıyor. Bu hadiseden sonra çocuğa ne olduğu bilinmez ama Carter üç ay sonra depresyona giriyor ve intihar ediyor.
Esasında müthiş bir gerçekliği ifade eden bu fotoğrafı ilk gördüğümüzde hepimizin içi burkuluyor. Birkaç saat kendi içimizde ufak bir muhasebe yapıyoruz ve olası bir sonraki öğünümüzde aşırı tüketimden kaçınıp sokakta gördüğümüz dilenciye de yardım ettikten sonra gündelik hayatımıza keskin bir ‘U’ dönüşü yaparak şehrin ışıkları ve gürültüsü eşliğinde bir şeyleri ve aynı zamanda kendimizi tüketmeye devam ediyoruz. Sırf muhtelif yerlerindeki markaların hatırına satın aldığımız metalar kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. Çünkü yeni tanışan insanlar artık birbirinin fikirlerinden ziyade eşyalarının markalarına bakıyorlar. Bu markalar üzerinden tanımlamaya başlıyoruz birbirimizi.
YÖRESELDEN KÜRESELE GİDERKEN
Yöresel zevkler artık sınırlardan bağımsız bir şekilde neredeyse dünyanın her yerinde, farklı farklı insanlar tarafından ortak bir şekilde benimsenmektedir. Anadolu’nun herhangi bir şehrinde İtalyan usulü makarnanızı yerken üzerine bir de Fransız tatlısı söyleyebiliyorsunuz.
Evet, haz ve hız çağında, düşünmek için durmamız gereken bu zamanlarda, durup düşünecek olursak, küreselleşme esasında baş döndürüyor. Dönen başlarımızın selim bir şekilde düşünmediği ise mutlak bir hakikattir. Bu mutlak hakikati bilmemize rağmen bu gibi aldatmacalara nasıl olurda kayıtsız şartsız teslim olabiliriz?
REKLAMLARA DİKKAT
Herhangi bir firmanın reklam yapmaması söz konusu değildir. Bir reklam, insanlara asıl ihtiyaçlarını sunuyor ve bunu değerlere aykırı bir şekilde yapmıyorsa bu reklam uygundur denilebilir. Lakin asıl ihtiyaçların da ötesine giderek lükse kaçan, itibar simgesi olarak ifade edilen maddelerde muhatapların değerleriyle dalga geçiyorsunuz demektir.
Bir Müslüman'ın itibarı imanından, takvasından, efendiliğinden yani etrafına faydalı bir insan olmasından gelir. Eğer itibarı kişinin huy ve davranışlarına değil de, sahip olduğu eşyaya bağlarsanız ve bunu saat başı televizyonlarınızdan ilan ederseniz, o toplumun değer sistemi siz hiç farkında bile olmadan bir iki nesil içinde değişir. En güvenli vasıtayı almak hakkımızdır, bu bir ihtiyaçtır. Ama itibarımızı arttıracak bir vasıta olamaz. Çünkü herhangi bir madde mana veçhesi de olan insana hiçbir değer katamaz. Kendimizi gerçekten çok güzel kandırıyoruz.
TÜKETE TÜKETE TÜKENİYORUZ
Bilgi ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği günümüzde; haberleşme, ulaşım, şehirleşme, ticaret, sanayi, turizm ve hemen diğer bütün sahalarda meydana gelen ilerlemeler, insanın ruhî varlığından çok, bir şeye hizmet etmektedir: Tüketimin artması. Bilgi ve teknolojinin gelişmesi, binlerce yeni ürünün piyasaya sürülmesi ile kendini göstermektedir. Ardından, bu ürünlerin insanlar tarafından bir ihtiyaç olarak algılanması ve tüketilmesi için reklam kampanyaları başlatılmaktadır.
Sanayi ve ticaretin gelişmesine bağlı olarak, refah seviyesi giderek artan insanların ihtiyaçlarını karşılamanın yanında, zaruri olmayan arzuların da ihtiyaçlar listesine dâhil edilmesiyle artan çılgınca tüketim için her geçen gün çoğalan fabrikalar, enerji ve hammadde temini adına bir yandan yeryüzü kaynaklarını hızlı bir şekilde harcarken, bir yandan da üretmiş oldukları atıkları ile su, hava ve toprak kaynakları ve üzerinde barındırdığı bitki ve hayvan türlerini zehirlemeye ve yok etmeye başlamıştır.
Körü körüne ve kayıtsız şartsız tüketen bir robot hâline getirilen toplumlarda, ekonomik problemlerin yanında içtimaî ve ahlâkî problemler de çoğalmaktadır. Dünyada açlıktan ölen insanlar kadar aşırı beslenmeden dolayı ölen insanların da var olması, ahlaki boyutun derecesini gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Dünya genelinde tüketim gerek besin, gerekse hammadde ve enerji kaynakları açısından giderek artmaktadır. 1960 ile 2000 yılları arasında dünya nüfusu yaklaşık iki kat artmışken, aynı dönemde aile seviyesinde yapılan harcamalar, dört kat artarak 20 trilyon dolara ulaşmıştır. Dünyanın en zengin insanları, en fakir insanlarına göre 25 kat daha fazla enerji tüketmektedir. Dünya nüfusunun % 5’ini teşkil eden ABD, tek başına dünya petrol ve kömür tüketiminin % 25’ini, tabii gaz tüketiminin ise % 27’sini gerçekleştirmektedir. Dünya genelinde 500 milyon araba mevcut olup, bunun 1/3’ü ABD’de bulunmaktadır. Her yıl yaklaşık 11 milyon yeni otomobil trafiğe çıkmakta ve sadece ABD’de kullanılan otomobillerden atmosfere bırakılan karbon nispeti, Japonya’nın bütün sanayi faaliyetleri ile havaya göndermiş olduğu karbon nispetine eşittir.
SON OLARAK:

Belki de tüm bunları okurken çokça canımız sıkılmış olabilir ve hatta tüm bunları reel dünya ile özdeşleştirme hususunda da bazı sorunları olan birer deli saçması olarak ifade ediyor olabiliriz. Ruhumuzu sıkan bu gerçek bizi anlatıyor ve bundan dolayı canımız daha çok sıkılıyor. Susuzluğumuzu gidermek için içilen tuzlu su misali. Aslında lüks, konfor ve rahat zamanı olan modern çağda ‘sıkılmak güzeldir’ ifadesini yanlış yolda gidenlerin yol haritası edinmesi gerekir. Yoksa toprağın sıkıştırmasına nasıl tahammül edebiliriz ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder