15 TEMMUZ VE MİLLET: “BU MİLLETİN DEMİRİ SAĞLAM…”/Hasan EJDERHA

Yazımın başlığı olarak aldığım bu ifade babama ait. Olağanüstü zamanlarda milletçe davranıp bir şey başarıldığı zamanlarda babam bu sözü söyler: “Bu milletin demiri sağlam…” Demir derken; babam “cevher”i bilir mi bilmez mi hiç düşünmedim. Ama babamın bu sözü söylerken bu milletin cevherinden, özünden, âdemiyetinden, genetiğinden bahsettiğini hemencecik anlayıverirsiniz de aslında ne demek istediğini kavrayıverirsiniz. Hani Anadolu insanı “ben bir diyeyim sen iki anla” der ya! İşte öyle bir şeydir herhalde babamın da söylemek istediği. Diğer zamanlarda ise babam; milletten, gençlerden yakınır durur: “Bu millet bir türlü birlik sağlayamayacak…” “Bu millet ihanet edenleri sallandırmadıkça işler düzelmez” “şu gençlik nereye gidiyor?” “Bu bilgisayara mahkûmluk ve cep telefonu çılgınlığı gençliği yok ediyor.” Yani birçok makalede, birçok önemli kitapta sıralanan, zaman zaman hepimizin kaygılandığı anlardaki yakınmalarını sıralar gider babam.

Hepimizin kabul ettiği ve kaygı duyduğu bu tespitler, gençlerimizin geleceği için kaygılanmalarımız yanlış mı? Elbette çoğu doğru tespitler ve kaygılarımız da yerinde. Ama bir şey var… Olağanüstü zamanlarda bu milletin çocuklarının başka bir şey oluverdiği başka bir şey var. “Bu milletin çocuklarının başka bir şey oluverdiği başka bir şey var” Bu nasıl bir cümle oldu şimdi? Ben de farkındayım “başka bir şey oluverdiği başka bir şey var” cümle anlamsız mı? Hayır anlamlı. Ancak
böyle ifade edebiliriz 15 Temmuzda olanları. Aslına bakılırsa sözün tahtında oturan söz sahipleri, Allah dostları, güzel insanlar deyiverir size bu milletin çocuklarının nasıl başka bir şey oluverdiklerini. O mayan ne olduğunu. Bir topluluk yürürken içine katılan mayanın o topluluğu başka bir şey ediverdiğini…

Bu kadar kâfi…

Onların hangi mayayı nasıl mayaladıkları ile ilgili fikir yürütmek bizim haddimiz de değil zaten… 

İşte 15 Temmuz’da hain darbe girişiminde bu milletin çocukları başka bir şey oluverdi. Sadece 15 Temmuz’da mı? Memleketin dara düştüğü her zaman; din-i mübin-i İslam'ın hizmet beklediği her zaman başkalaşan bir millet oluvermişiz; Kurtuluş Savaşı’nda, Yemen’de Çanakkale’de çağrıya doğru yürüyüp, Allah yolundaki gazalarda saf tutmuşluklarımızın bizi bu günlere getirdiğini biliriz elamdülillah.

Bu çağrılardan birini hiç unutmadı bu millet. Fransızların Maraş’ı işgalinden sonra kaleye Fransız bayrağının dikildiği gün Avukat Mehmet Ali KISAKÜREK şöyle bir çağrı yapmıştı. Kaleme alıp, o gece çoğaltarak önemli camilere astırdığı beyannamede şöyle sesleniyordu halkına:

"Âlem-i İslam'a Hitap Ey millet-i necibe-i Osmaniye, vaktine hazır ol. 1300 küsür seneden beri Hz. Allah’ı ve Peygamber-i Zişan'ının hizmetine razı ettiğin bir din ölüyor. Yani ecdadının kanı pahasına fethettiği bir kalenin burcundaki Al Sancağın bugün Fransızlar tarafından indirilip, yerine kendi bandıraları  konuldu. Şimdi acaba bunu yerine koyacak sende birkaç yüz İslam gayreti hiç mi yok! İğtişaş arzu etmeyin. Yalnız pür vekar ve azamet olarak ol AI Sancağımızı geri yerine koyalım. Tekrar kemal-i mehabetle yerlerimize avdet edelim. Korkma, korkma seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz. Sen mütevekkilin Alellah kendi mevcudiyetini gösterecek olursan, değil birkaç Fransız kuvveti, hatta bütün Fransız milleti kıramaz. Buna emin ol." Ve Maraşlı… Rıdvan Hoca’nın “Kalesinde düşman bayrağı dalgalanan bir beldede Cuma namazı kılınması caiz değildir” diyordu. Maraşlı aşkla şevkle kaleye yürüyüp düşman bayrağını indirerek, kendi al bayrağını göndere çektikten sonra Cuma namazını orada kılıyordu.


Maraş'ta ilk kurşunu sıkarak düşmana korku salan; ilk kurşunla birlikte mücadelenin daha baştan kazanılmasına sebep olan Sütçü İmam gibi bir yiğit de 15 Temmuz'da çıkıyordu. Ömer HALİSDEMİR. Ve milletin her dönem Sütçü İmamlarının, Ömer Halisdemir'lerinin olacağının ispatıydı bu...

15 Temmuz’da yine bir çağrı geldi: “Milletimizi illerimizin meydanlarına davet ediyorum!” ve millet yine çağrıya cevap vererek meydanlara bir daha iniyordu. Zira biliyordu ki bu sadece bir darbe girişimi hainliği değil, vatanı işgale açacak bir hain girişimdi. Anadolu insanının feraseti her zaman hainlerin önünde olmuştur ve yine hainlerin önünde yüksek bir feraset örneği sergiliyorlardı. Hakkında her türlü doğru tespitlerin yapıldığı ve yakınıldığı gençlik, içinde bulunduğu ataletten sıyrılarak kendi genetik kodlarına dönmüş, içindeki asıl cevheri harekete geçirerek adeta resetlenmiş, âdemiyetine dönmüştü.

Buradan bir şey daha anlaşılmalıydı. Ülkemizde rahat idare edebilecekleri tek kalem gençlik yetiştirmeye çalışanlar başaramamışlardı. Zaman zaman haklı olarak kaygılanarak “gençlik elden gidiyor” diye yakındığımız, onların tornasından çıkmış gibi bizi kahreden genç çoğalmaya başlamış; imalat hatası olarak addedilen gençlere umut bağlar olmuştuk. Tam bu noktada görüldü ki bu milletin çocukları olağanüstü hallerde kendi genetik kodlarına dönüveriyordu. 

“Bu milletin demiri sağlam...” Sadece istikamet eksikliği var... Gençlerimize doğru istikametlerin verildiği zamanlarda düşmanlarımızı hayrete düşürecek, şaşkına çevirecek, umulmadık sonuçları kaç kere almışlığımız vardır. Bazı “Rak” konserlerinde bir grup gencin cezbeye kapılmış gibi, oldukları yerde baş ve vücut hareketlerini televizyonlardan görmüşlüğüm vardır. Hep tefekkür etmişimdir. Mümkün olsa da o anda o gençlerin yöneldiği istikameti, bir oku çevirir gibi bir Allah Dostuna çevriliverse o genç bu defa da gerçek cezbeye kapılır diye hayal kurar dururum kendi kendime. Aslına bakılırsa bu düşüncemin bir fantezi olmadığının ispatıdır çok defa şahit olduğum hadiseler. Nice günahlara batmış bir gencin bir Allah dostuna intisabı ile ne güzel bir hale geldiğini ve hayatını sapasağlam bir Müslüman olarak sürdürdüğüne çok defa şahit olmuşumdur.

“Bu milletin demiri sağlam...” Sadece işleyecek ustaya ihtiyaç var… Müslüman’ın tarihi bu ustalarla dolu; aslında milletin kendisi de bu ustaların farkında. Daha doğru ve daha açık bir ifadeyle insanımız çocuklarının nasıl bir eğitimden geçmesi gerektiğini, istikametinin ne olması gerektiğini pekâlâ biliyor. Lakin şeytan taşlamaktan tavafa fırsat vermiyor küffar. Müslümanların çocuklarına nasıl istikamet verilirse doğru olacağını bildiğini de biliyor küffar. Zira 15 Temmuz sonrası “cemaat” ifadesini kirletenleri fırsat bilerek bütün cemaatlere saldırmaya kalkışanlar, bu noktadan gedik açmaya çalışanlar oldu. Şükür ki başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, devlet yetkilileri bu art niyeti erken fark ettiler ve gerekli açıklamaları ciddi olarak yaptılar da şimdilik bu saldırı önlenmiş oldu. Tehlike bertaraf edilmediği gibi bu fırsatçılar gedik buldukları an saldırı yapmak üzere hazır bekleyeceklerdir.

15 Temmuz gecesi kahramanlık, şahadete yürüme ve gazilik hikâyelerinin yanında unutamayacağımız bir hikâye daha var… Yiğit evlatlarını şehirlerin meydanlarına, hava limanlarına, daha nice kritik noktalara dualarla gönderen annelerimizin, dedelerimizin, ninelerimizin hemen fetih ayetleri okumaya başlamaları hikâyesidir bu hikâye. Dua... Dua... Dua... Bu millet çocuklarını vatan savunmasına gönderir göndermez arkadan kendisi de duaya duran bir millettir. İşte bu hal top yekûn âdemiyetine dönme halidir ki korkacağı hiçbir şey olmadığı gibi Allah’ın izn-i keremi ile başaramayacağı bir şey de yoktur. 

“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” Daha ötesi mi var? Elbette bir kere öleceğiz. Allah rızası için gazaya çıkıp, onun yolunda şehit olmak ulaşılacak en büyük mertebe değil mi? Bu mertebeyi hedefleyenlerin daha aşağılarda başaramayacağı mertebe mi kalır? Zafer Allah’ındır. Biz gaza ile sorumluyuz. Şehitlik ise bu dünyadan göçmek için en arzu ettiğimiz makamdır. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder