Yâr
edenin adıyla!…
Kıyıya
vuran dalgaların sesinde aradım huzuru. Belki dedim, belki de bu sestedir
aradığım diyerek koştum sahile. Dinledim dalgaların sesindeki ahenkli
kıpırtıları. Bu nasıl bir şeydi ki anlatılması imkansızlaşıyordu. Kıyıdaki
taşlara dokundukça dalgaların sesi, gökyüzüne dağılıyordu huzur ve insan, bu
nedenle nefesini tazeliyordu.
Dalgaların
üstünde yürüyor gibiydi kalbim, adımlarım bu sefer istikrarlı bir şekilde
ilerledikçe dalgalar yön veriyordu, saçlarıma dokunan rüzgara… Oysa ben önceden
kontrolü rüzgara vermiştim şimdi neler değişti de her şey tersine dönmüştü.
Acaba olması gereken bu muydu?
Ben sahil
boyu ilerledikçe önüme çıkan bir taş, sanki benden önce bu kıyıdan geçen birine
ait gibi duruyordu. Bu taşın özel olduğunu nasıl mı fark ettim?
Sade, bir
o kadar albenisi olan bir taştı ki ne gökyüzünün rengi kadar mavi ne de bir
kalemin sivri uçları gibi köşeleri vardı. Bu taşı da diğer taşlar gibi denizin
dehlizine fırlatmayı düşündüğümde işte bu hamleyi yapamadım. Onun avuçlarıma
dokunmasıyla hissettim yumuşaklığını ve kıyıdaki taşlara çarpan her bir dalga
sesleriyle birlikte, onun gibi bir taş bulabilir miyim diye adımladım
dalgaların sesiyle içimde yol alan huzuru…Ve karşıma çıkan bu taşın bir
başkasının avuçlarını yumuşattığını, kıyıya vuran dalgaların sesinde anladım…
Elimdeki
taşı cebime sakladım derken bir taş daha, tıpkısının aynısı. Bu taş kime aitti
ki ilerlediğim bu huzurda yoluma düşmüştü. Ve ben onun önünde eğilerek,
ayağımın ucundan onu incitmeden cebimdeki taşın yanına bırakarak ondaki bu
sesin tınısını sevmiştim. Tarifi imkânsız bir ses darbesi, öylesine yumuşak bir
o kadar sessiz kıpırtılarla dolu ahenk!
Taşlar
ceplerimde birbirine değdikçe zihnime dokunan düşünceler bir bir aydınlanıyordu
kalbimle… Kıyıya vuran dalgaların sesi çoğaldıkça saklanıyordu, cebimde izini
takip ettiğim taşlar… Sahi bu taşları kim bırakmıştı bu sahile ki şimdi ben bu
taşların sahibini merak ediyor ve ayağımın ucuna değen bu taşları tek tek
topluyordum. Sanki her biri dağılmış toplanmayı bekler gibi duruyordu karşımda.
Bu taşların sahibini bulana dek albenisi olan ve birbirine usulca dokunan sesleri
toplayıp bir cümle haline getirmeye karar verdim. Bu taşların sesinde
bulacaktım bunları bin bir köşeye dağıtmış olan birini…
Cebimdeki
taşların yanına bir diğerini ekleyince bir yanımın ağırlaştığını fark ettim… Sanırım
cebim bu ağırlıktan delindi delinecekti ki taşıyamıyordu… Sahi ceketin kumaşı mı
kalitesizdi yoksa gerçekten taşlar çok mu ağırdı? Sahil boyunda büyük bir
kayanın zirvesine oturup kıyıya vuran dalgaları izleyerek biraz dinlenmeliydim.
Üzerimdeki ağırlık taşlardan olsa gerek onları ceplerimden çıkarıp saymaya
karar verdim. Ben onları tek tek sayarken onlar da tek tek birbirine
dokunuyordu usulca… Öylesine heyecanlıydı ki bu dokunuş, çocukların oynadığı
elim sende oyunu gibiydi. Taşlar tam doksan sekiz taneydi ve her birisi de aynı
renkte aynı ritimde avuçlarımda duruyordu. Bunları kim bu denli dağıttı ki iz
bırakarak kendini takip ettirdi?
Kıyıya
vuran dalgalara karşı koymayan umarsız gibiydi halim… Bir denizin şarkısı bir
de bu taşların tınısı vardı, bu dinlendiğim yerde. Zihnimde vaveyla şeklinde
haykıran bir düşünce beni o derece etkiledi ki kanatları kırılmış bir kuş gibi
oldum. Bu taşları tek tek toplarken nasıl da düşünemedim, bunları bu sahile dağıtan
kişinin geldiği yolu bulmak için takip edeceği izleri olabileceğini… Evet, evet
bu taşların sahibi dönüşünü ancak bu taşlarla bulabilirdi. Şimdi bunları bir
araya getirmişken onun gibi nasıl dağıtabilirdim. Oysa bir şeyi toplamak kadar
zor değildi, dağıtmak. Ama benim için dağıtmak bu düşünceyle o kadar zordu ki,
tınısını/rengini sevdiğim bu taşlara kıyamıyordum. Bu taşlarla aramızda
öylesine güzel bir bağ olmuştu ki her biri bir diğerine dokunurken yeniden
dirilir gibiydim, bu seste. Sahi onların arasındaki bağ neydi ki avuçlarımda
hiç dağılmamış gibi bir aradaydı…
“Bu,
birlikti…
Bu, tek
olmaktı…
Bu,
teslimiyetti…
Bu,
sadakatle dinlemekti…
Bu, ben buradayım.
Bu, sıra
sende!” demekti…
Bu gibi
düşüncelerle taşların arasındaki kuvvetli bağın görünmez bir iplikle dizilmiş
bir tesbih olabileceğini düşündüm… Onları bir araya getiren görünmez bir iplik
vardı ki bunu da ancak zamanında bin bir amaçla dağıtıp, geçtiği yollara iz
bırakan kişi bilirdi ve şimdi tek bir amaç için onları toplamıştı, birbirine
incitmeden dokunan taşlar gibi “Yoktan Vâredenin Adıyla!” Diyerek…
İlaç gibi gelen bir yazı. Kalemine yüreğine sağlık ❤
YanıtlaSilHarika tebrik ediyorum kolunuza, yüreğinize sağlık Hidayet Hanım.
YanıtlaSilHarika bir yorum 💕
YanıtlaSil