MEHMET GÜLSU VE O'NUN GÜLDEN YÜREĞİ / Hasan EJDERHA


Hani birini tanırsınız ve neden daha önce tanımamışım bu ağabeyi dersiniz ya! İşte Mehmet Gülsu hocam tam o adam. Tepeden tırnağa kadar bir gül adam ve tepeden tırnağa kadar ihtişamlı bir dağ. Gül yüzü, gülden yüzü ile yiğitliğin duruşunu birlikte taşıyan ve cümle güzel hasletlerin en çok yakıştığı adamdır Mehmet Gülsu. Esasına bakarsanız hocam derken, Mehmet Gülsu ağabey ifadesi de beraber geçiyor yüreğimden. Çünkü O tam bir ağabey, bir dost, bir kardeştir de hocalığının yanında.

Onu tanıdığımda Kahramanmaraş’ın meşhur Kara Lisesinin edebiyat öğretmeniydi. Ben onu zarif yüreği, bağlaması ve ilk defa ondan duyduğum türkülerimizle tanıdım. Fikir, kültür, sanat, edebiyat, dervişlik ve gönül talimi dersleri aldık ondan. Lisede hocam olmadı ama; sokakta, kültür mahfillerinde ben ve akranlarımın gönül talimi hocasıdır O.

Gönlümüze değen, Müslüman türkün şah eserlerinin ve şah metinlerin uzmanı ve gönülden gönüle taşıyıcısıdır O. Eski bir dergide çıkmış bir şiiri veya nefis bir denemeyi saatlerce oturup konuşabilirsiniz onunla ve vaktin nasıl geçtiğini bilemezsiniz bile. Meselâ tarihî ya da edebî bir romanda geçmişte okuduğunuz bir bölümü veya diyaloğu o günkü heyecanı ile yeniden konuşabilir, uçacakmış gibi olabilirsiniz. Daha da ötesi mesela ikimiz bir araya gelip, geçmişte okuduğumuz herhangi bi romandan veya Mustafa Necati Sepetcioğlu’nun romanından, Yıldırım Beyazıt’ı, Doğan Bey’i, Alanur kızı, Kılıç ustaları ve Alpleri coşup çağlayacakmış gibi konuşup, sonra da bir gece yarısı sultanın haçlı ordusunun ortasından geçip, kalenin burcunda bekleşen kale sakinlerinin burnunun dibine kadar gelip; “Bire Doğan! Bire Doğan!” diye seslenmesini dillendirip, sonra da Doğan Bey’in “Sultanım ne işiniz var burada tek başınıza” demesiyle sultanın; “Alanur gelinden bir çorba alacağım vardı onu almaya geldim” bölümünü de dillendirdikten sonra oturup ağlayabiliriz. Ya da “Sular başın vurur taşlara” ve “Daha senden gayrı âşık mı yoktur” türküsünü dinleyip coştuktan sonra, adeta çıkıp gökyüzüne, bulutların üzerine oturup, gözyaşlarımızı bulutların yüklendiği yağmurlara karıştırıp, gönderebiliriz tekrar yere. Hülasa-i kelam. Ben gönlümü yenilemek istediğim zamanlarda, onun geçmişte altını çizmiş olduğu, vurguladığı bir diyaloğu hatırlarım. Hatırlayınca da ne kadar kirlendiğimin farkına varır kendimi o metinler ile yur, aklanıp paklandığımı hissederim.

Edebiyat hocalığından emekli oldu Mehmet Gülsu hocam. Lakin türküden, kitaptan emekli olmadı. Hâlâ türkü ile hemhal. Kitap ile hemhal ve nefis edebi metinlerle hemhal.  Biliyorum ki o ne türküsüz, nede kitapsız yapamaz. Derviş bir gönülle güzel kitapların sayfalarında gezinmek ne güzel. Sokakların kirlendiği, insanların maddi menfaatlerin peşinde koştuğu, en umulmadık yerlerde bile insanların borsa, para, altın, döviz konuştuğu bir ortamda kitaplarla türkü ile hemhal olmak nasıl bir yiğitliktir…

Mehmet Gülsu hocam esasında Ali Hocam ve Muzaffer hocamların ahbabı; bize onlardan yadigâr. Onların vesilesiyle tanıdık bu güzel adamı. Şimdilerde bin iki yüz kadar türküyü bir araya getirmiş ve “bu türküleri sizlere ulaştırmam lazım” dedi de bir telefon konuşmamızda; hepimiz heyecanlandık Mehmet Gülsu Hocamın seçtiği türküleri bir an önce dinlemek için.

Fakirin yazdığı bütün hikâyeler ve romanlar, onun bize kazandırdığı hassasiyet ve bakmayı öğrettiği o nezih pencereden bakarak yazılmıştır. Bizim insanımızı, bize dair olanı yazma hassasiyetini Mehmet Gülsu hocanın o coşkun ve hassas yüreğinden talim ettik biz. O’nun bize kazandırdığı güzellikler hep var olacak ve bizden sonra gelecek nesillerde de yaşayacaktır. Ömrüne bereket Mehmet Gülsu hocam. İyi ki varsın ve iyi ki sen bizim Mehmet Gülsu Ağabeyimizsin.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder