Hani birini tanırsınız ve neden
daha önce tanımamışım bu ağabeyi dersiniz ya! İşte Mehmet Gülsu hocam tam o
adam. Tepeden tırnağa kadar bir gül adam ve tepeden tırnağa kadar ihtişamlı bir
dağ. Gül yüzü, gülden yüzü ile yiğitliğin duruşunu birlikte taşıyan ve cümle
güzel hasletlerin en çok yakıştığı adamdır Mehmet Gülsu. Esasına bakarsanız
hocam derken, Mehmet Gülsu ağabey ifadesi de beraber geçiyor yüreğimden. Çünkü
O tam bir ağabey, bir dost, bir kardeştir de hocalığının yanında.
Onu tanıdığımda Kahramanmaraş’ın
meşhur Kara Lisesinin edebiyat öğretmeniydi. Ben onu zarif yüreği, bağlaması ve
ilk defa ondan duyduğum türkülerimizle tanıdım. Fikir, kültür, sanat, edebiyat,
dervişlik ve gönül talimi dersleri aldık ondan. Lisede hocam olmadı ama;
sokakta, kültür mahfillerinde ben ve akranlarımın gönül talimi hocasıdır O.
Gönlümüze değen, Müslüman türkün
şah eserlerinin ve şah metinlerin uzmanı ve gönülden gönüle taşıyıcısıdır O.
Eski bir dergide çıkmış bir şiiri veya nefis bir denemeyi saatlerce oturup
konuşabilirsiniz onunla ve vaktin nasıl geçtiğini bilemezsiniz bile. Meselâ
tarihî ya da edebî bir romanda geçmişte okuduğunuz bir bölümü veya diyaloğu o
günkü heyecanı ile yeniden konuşabilir, uçacakmış gibi olabilirsiniz. Daha da
ötesi mesela ikimiz bir araya gelip, geçmişte okuduğumuz herhangi bi romandan
veya Mustafa Necati Sepetcioğlu’nun romanından, Yıldırım Beyazıt’ı, Doğan
Bey’i, Alanur kızı, Kılıç ustaları ve Alpleri coşup çağlayacakmış gibi konuşup,
sonra da bir gece yarısı sultanın haçlı ordusunun ortasından geçip, kalenin
burcunda bekleşen kale sakinlerinin burnunun dibine kadar gelip; “Bire Doğan!
Bire Doğan!” diye seslenmesini dillendirip, sonra da Doğan Bey’in “Sultanım ne
işiniz var burada tek başınıza” demesiyle sultanın; “Alanur gelinden bir çorba
alacağım vardı onu almaya geldim” bölümünü de dillendirdikten sonra oturup
ağlayabiliriz. Ya da “Sular başın vurur taşlara” ve “Daha senden gayrı âşık mı
yoktur” türküsünü dinleyip coştuktan sonra, adeta çıkıp gökyüzüne, bulutların
üzerine oturup, gözyaşlarımızı bulutların yüklendiği yağmurlara karıştırıp,
gönderebiliriz tekrar yere. Hülasa-i kelam. Ben gönlümü yenilemek istediğim
zamanlarda, onun geçmişte altını çizmiş olduğu, vurguladığı bir diyaloğu
hatırlarım. Hatırlayınca da ne kadar kirlendiğimin farkına varır kendimi o
metinler ile yur, aklanıp paklandığımı hissederim.
Edebiyat hocalığından emekli oldu
Mehmet Gülsu hocam. Lakin türküden, kitaptan emekli olmadı. Hâlâ türkü ile
hemhal. Kitap ile hemhal ve nefis edebi metinlerle hemhal. Biliyorum ki o ne türküsüz, nede kitapsız
yapamaz. Derviş bir gönülle güzel kitapların sayfalarında gezinmek ne güzel.
Sokakların kirlendiği, insanların maddi menfaatlerin peşinde koştuğu, en
umulmadık yerlerde bile insanların borsa, para, altın, döviz konuştuğu bir
ortamda kitaplarla türkü ile hemhal olmak nasıl bir yiğitliktir…
Mehmet Gülsu hocam esasında Ali
Hocam ve Muzaffer hocamların ahbabı; bize onlardan yadigâr. Onların vesilesiyle
tanıdık bu güzel adamı. Şimdilerde bin iki yüz kadar türküyü bir araya getirmiş
ve “bu türküleri sizlere ulaştırmam lazım” dedi de bir telefon konuşmamızda;
hepimiz heyecanlandık Mehmet Gülsu Hocamın seçtiği türküleri bir an önce dinlemek
için.
Fakirin yazdığı bütün hikâyeler
ve romanlar, onun bize kazandırdığı hassasiyet ve bakmayı öğrettiği o nezih
pencereden bakarak yazılmıştır. Bizim insanımızı, bize dair olanı yazma
hassasiyetini Mehmet Gülsu hocanın o coşkun ve hassas yüreğinden talim ettik
biz. O’nun bize kazandırdığı güzellikler hep var olacak ve bizden sonra gelecek
nesillerde de yaşayacaktır. Ömrüne bereket Mehmet Gülsu hocam. İyi ki varsın ve
iyi ki sen bizim Mehmet Gülsu Ağabeyimizsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder