Köy yolunda bir menfez düşün Emmi üzerinden yol
geçsin. Altından geçen derenin orta yerine kadar gelen ve yoldan artan toprak
bölümüne birileri gelip kavak diksin, bahçe yapsın. Bunu gören bir başkası da
olaya müdahale etsin, burası bizim desin. Desin amma on beş yıl sonra. Elli,
bilemedin altmış metre karelik bir yerden bahsediyorum Emmi. Davalılara
gelince; ikisinin de sinleri haddi aşmış biri yetmiş, diğeri seksen civarında.
Kaç defa belediyeye çağırdım. Araba gönderip
aldırdım. Ellerini ayaklarını öptüm adeta. Birbirini incittikleri yerin “Dere
Yatağı” olduğunu, devletin ikisine de vermeyeceğini anlattım. Sonra yüzlerine; “Siz
böyle yaparsanız, cahallar –gençler- ne yapsın.” dedim. “Bakın” dedim, “Filanın
oğlu avradı boşuyordu aralarını bulduk; geline ayrı, oğlana ayrı yerde
maraklandık -kızdık-. Aha gül gibi geçinip gidiyorlar. Filanın oğlu filana sıkmış
onları barıştırdık. Siz biliyorsunuz bizim köydeki o iki büyük ailenin durumunu,
iki taraf da silahlandı nerdeyse birbirini vuracaklardı. ‘Kan su değildir.’ dedik,
iki ailenin büyüklerini karakola davet edip işi bitirip kucaklaştırdık,
barıştırdık.” dedim. Hiçbir lafım kâr etmedi Emmi.
Genç olan kalktı: “Bu gavvur başkanım.”
Öbürü yekindi: “Bu dinsiz başkanım.” dedi.
Aralarına girdim koltuklarına oturttum. Yeni çay
söyledim. Sonra geçenlerde karakol komutanının beni aramasını anlattım. Kendilerinin
de çok iyi tanıdığı iki akraba kavga etmiş. Komutan “Müsaitsen gel bunlarla bir
konuş işi mahkemeye taşımayalım yazık.” dedi. Atlayıp gittim. Bizim milletin
eşek gitmez yolları çok Emmi, gittim ki filan adamla filanca adam evlerinin
önündeki dut ağacı yüzünden kavga etmiş. Aylardan Ramazan. Herkes oruç. Kadın erkek
karakolun içinde bağrışıp duruyorlar. Selam verdim oturdum. Askerlerden birine
“Sana zahmet” dedim “şu millete bir su gönder içip rahatlasınlar da öyle
konuşalım.” Koro halinde oruç tuttuklarını söylediler. “Oruç tutan insan kavga
etmez, hele hele öte dünyada sualin sorulacağı yakın komşunu; şeytanın zincire
vurulduğu bu mübarek günde hiç incitmez.” dedim. Ortaya gelen suyu bardağa doldurup
en yaşlılarına uzattım. Almadı. Başını önüne eğdi; sarı kaşlarının altında
çukura kaçmış gözlerini yere dikti. Sırayla herkese su uzatıldı kimse almadı.
Bir bardak suda fırtına koparanlar şimdi o bardaktaki sudan utandılar Emmi. Suyu
içmediler. Yumuşadılar. Barıştılar. Komutandan özür dilediler. Mahkemeden
vazgeçip evlerine döndüler.
Yok, Emmi benim bu ihtiyarlara anlattığım lafların
hepsi boşa gitti; ayakta, oyuna hazırlanmış olan oyuncuların, bilmedikleri bir
halayın davul zurnası çalınıyormuş gibi manasız gözler, ifadesiz yüzlerle
dinlediler beni. Uzun boylu, tellikli, -bereli- kulağı daha ağır işiten,
-ikisinin de kulağı ağır işitiyor- yaz kış delme yelekle -avcı yeleği- gezen, boyu
gibi çenesi de uzun, beyaz sakalları seyrek ve toplu, o yaşına rağmen
gözlerinin feri gitmemiş, sol ayağı ile bir şeylerin üzerine basıp eziyormuş
gibi yürüyen, hemen her cümlenin başına veya sonuna “edem” hitabını ekleyen
ihtiyar, önündeki çay bardağını eline aldı. Üç parmağı ile arkasından,
başparmağı ile önünden kavradığı bardağın içerisinde bulanan çay kaşığını,
işaret parmağının sırtı ile bardağa sıkıştırıp içindeki bütün çayı, azaldıkça
başını daha da arkaya doğru kaldırarak içti bitirdi. Elindeki bardağı sehpaya
koyarken de “Şeref çayın olsun başkan.” dedi. “Şifa olsun.” diye mukabelede
bulundum.” ben de. Kalkmak istediyse de kalkmadı koltuğa tekrar yerleşti.
Diğerine göre daha genç olan; kısa boylu, şapkalı,
yüzü eski tip jiletle tıraş edilmiş, yüzünün birkaç yerinde top top, tıraşın
ikinci perdahında alınamamış, “beyaz” desem değil, “sarı” desem asla değil
kıllar bulunan, başının şapkanın kapatamadığı yerinden görünen saçları yağdan
birbirine yapışmış sanki ıslak gibi görünen, gözleri kaçmış olduğu çukurda zar
zor seçilen, burnundan konuşuyor hissi veren adam da çayını bitirdi.
Elime bir fırsat daha geçmişti Emmi. Birbirini
mahkemeye verecek adamlar, her şeye rağmen diğerinin çayı bitmeden kalkmaya
yeltenmedi. Adeta iki dostmuş gibi çayını bitiren kalkmak için öbürünün çayının
bitmesini bekledi farkında olmadan. Lafı tekrar aldım: “Dışarıdan biri gelip
sizin birinize çökse, ilk siz koşarsınız birbirinizin imdadına. Sen anlattıydın
bilmem kim emmi; Zilifke’de -Silifke- sergende Kayışlılılar sana çökmüş de aha bu
yetişip adamların aldığını yere çalmış, seni heriflerin elinden kurtarmış.
Yarın bir gün birinizin mallarının yemi tükense; öteki, evinde sabaha yiyecek bir
şey var mı diye düşünmeden, evdeki bulgurunu diğerinin mallarına yem diye
göndermez mi? Siz cennet mekân Hafız Hoca dedemden, Hacı Ahmet Hoca’dan, Duzsuz
Hoca’dan vaaz dinlemiş adamlarsınız. Aha dedemin yüz yirmi yaşında öldüğünü
söylediniz. Dedemin bütün malları burada kaldı. Gozları -ceviz- çırpılmaz
ekşisi kesilmez oldu. Hacı Ahmet Hoca’nın kılıcının ardı da önü de kesiyormuş,
hani? Gelin bir daha düşünün. Döğüşünü çaldığınız yere kaç mezar sığar? Ele
seyir gerek. Eli günü kendinize güldürmeyin.”
Yok, Emmi ne desem ne söylesem boş, ikisinin de az
duyan kulaklarına bir şey girmedi. Dinlerini değiştiler dillerini değişmediler.
Kasaba siyaseti böyledir. Bu ikisi de seçimlerde bize oy vermedi. Burada
barışmaları bize puan kazandırır düşüncesiyle de barışmıyor olabilirler. Çünkü
bu ekipten biri nüfus sayımında belediyeye çok ödenek gelmesin diye, -belediye
ödenekleri kasabanın nüfus sayısına göre gönderilmektedir.- çocuklarının
yarısını yazdırmış yarısını yazdırmamıştı. Son sözüm, “Siz bilirsiniz, gene de mahkemeye
gitmeden bir daha görüşelim.” dedim. Şoförü çağırıp misafirleri evlerine
bırakmasını söyledim. İncindiğimi göstermek için de makam odasının kapısından
yolladım.
Bir müddet sonra bir sabah; kısa boylu, şapkalı
adamı belediyede beni bekler buldum. Ben önde kendisi arkada makam odasına girdik.
Mahkemeye vermiş öbürünü. Dava konusu yere keşif heyeti gelecekmiş. Kendisinden
araba istemişler. O da benden belediyenin makam arabasını istedi. Versen bir
türlü vermesen bir türlü, yakıtını karşılaması şartıyla “Olur” dedim. Sabah
arabanın yakıtını doldurmuş fakat heyet gelmemiş. Başka bir tarihe gün
vermişler keşif için.
Verilen keşif günü geldiğinde gidip heyeti
getirmiş bizim kartalla. Gelen ekip işi bitirmiş, kasabamızın tarihi ve
turistik (!) yerlerini ve Sır Barajı’nı gezmiş arabayla.
Hâkim akşam adliyede arabadan inerken bizim şoföre
“Yarın başkan yanıma gelsin; gelmezse, resmi aracı özel işlerinde kullanmak ve
yandaşlarına kullandırmaktan suç duyurusunda bulunacağım.” demiş Emmi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder