HİKÂYE MALZEMESİ DÜKKÂNI-İBRAHİM KALFA/Hasan KEKLİKCİ

                                                                                                             
-Hoş geldiniz.

-Hoş bulduk. Buradan bir arkadaşım bahsetti. Doğrusu ben şaka sanmıştım ama gerçekmiş. Fakat şaka gibi abi. Siz; dedem gibi, başınızdan geçen bir olayı anlatacaksınız, biz de çıkartıp size para vereceğiz. Desenize dedemin bizde çok hakkı var.

-Ona ne şüphe. Tabii ki dedelerimizin bizlerin üzerinde çok hakları var. Peki var mı öyle dedenizden dinleyip yazıya döktüğünüz bir metin?

-Yok da ne bileyim o öylesine anlatır, biz de yarısını dinler yarısını dalgaya alırdık. Ne bileyim ben bu işin para ettiğini.  

-Hayır... Hayır para eden dedelerimizin bize anlattığı hatıralar değil, bizim onların hatıralarına gösterdiğimiz saygıdır. Dilerseniz ben sizin zamanınızı daha fazla israf etmeyeyim, almak istiyorsanız hikâye başlıklarını okuyayım. ... var mı ilginizi çeken bir başlık?

-Ne yalan söyleyeyim şu on dakikada yaşadığım olayı kafamda bir yere koyamıyorum. Parayla hikâye satın almak. Hikâyeden ziyade malzemesine para vermek. Ama şu İbrahim Kalfa da ilgimi çekti doğrusu. Buyurun ücretiniz. Siz anlatın ben anlayabildiğim kadarıyla bir metin ortaya çıkartmaya çalışırım.

-Allah bin bereket versin. İşte size İbrahim Kalfa'nın hikâyesi:

-"Kucağımda içi gazoz şişesi dolu kasayla ustanın evinden çıkıp, gazozcuya doğru giderken Deli Besey’i gördüm. Görür görmez olduğum yerde durdum. On iki yaşındaydım. Buraya geleli neredeyse dört aya yaklaşıyordu. Deli Besey’i görünce ne yapmam gerektiğini öğrenmiştim. Hiç kimse bir şey dememişti ha! Ben kendi kendime öğrenmiştim ne yapacağımı.

Deli Besey her gün yaptığı gibi evinde ne kadar tülbent, eşarp ve kafaya sarmaya uygun bez varsa hepsini kafasına sarmış; ne zaman örüldüğü belirsiz iki beliği sırtının yarısına kadar inmiş, geriye kalan kızıl saçları, zemheride donmuş toprağın bahar güneşinin sıcaklığıyla yumuşayarak üzerinde bulunan otları bulundukları zeminden yukarı doğru kaldırması gibi, üzerlerine sarılmış olan örtüyü kardırmaya çalışıyordu. Öyle ki; kafasındaki örtünün her yanından kabarmış, dışarıya taşmış saçları görünüyordu. Her zamanki gibi parmakları açık sol eli altta, sağ eli üstte; kafasını mı tutuyor, ya yoksa kafasındaki onca bezi mi tutuyor tam anlaşılmaz bir vaziyette caddenin ortasından yürüyordu. Benim durduğum yere kadar geldi. Yerdeki at pisliklerini gördü ve dünyayı unutup her zamanki eğlencesine daldı. Elleri başında, ilk gördüğü at gübresinin üzerine basıp iyice ezdi. Sonra, kipi -seksek- oynuyormuş gibi atlayarak bir sonrakine gidip onu da ezdi ve sonra diğerine… Beni görmüyordu tıpkı dünyayı görmediği gibi.

Gazoz kasasını bizim dükkânın karşısındaki gazozcu Salman Ustaya getirip, 'Memik Ustamın hanımı gönderdi bunu, portakal suyu koymuş şişelere. Gazoz yapacakmışsın. Hazır olunca da Memik Ustama haber verecekmişsin.' dedim.

Bizim dükkâna geçtiğimde; -ha bu arada 'bizim dükkân' diyorum ama dükkân bizim değil Memik Ustanın. Fakat herkes bizim dükkân diyor diye ben de öyle diyorum. -Memik Usta da bizim dükkân diyor zaten.- Memik Ustayla tamirci Mustafa Usta dükkânın önünde aralarına bir tabure sığabilecek kadar boşluk bırakıp, önlerine de bir tabure almış, birbirlerinin yüzlerini rahat bir şekilde görecek vaziyette oturmuşlardı. Belli ki lafı hem gözlerine ve hem de kulaklarına veriyorlardı birbirinin. Memik Usta biriyle böyle yakın oturup laf ettiği zaman çayı benden isterdi. Ben çay verirken yahut boşları alırken, hatta aklına bir şey gelip bana demek için yanına çağırdığında bile lafını hiç kesmeden konuşurdu. Çünkü ben çay verirken sanki elimde köz var da onu bırakıyormuşum gibi bir anda tabureye bırakır yanlarından uzaklaşırdım.

Çaylarını önlerindeki tabureye bırakırken tamirci Mustafa Usta, Memik Ustaya bir şeyler anlatıyordu. İkisinin de yüzü asıktı. Mustafa Ustanın 'Anasına da gittim o da söz geçirememiş.' dediğini duydum ben sadece. Çaylarını bitirdikten sonra ikisi bir kalktı. Memik Usta İsmail Kalfaya 'Salman'ın dükkânındaki gazoz hazır olunca bizim eve götür.' dedi ve iki usta, Mustafa Ustanın dükkânına doğru yürüyüp gittiler. İsmail Kalfanın anlattığına göre: Mustafa Ustanın kalfası İbrahim, kendisinin on iki yıldır tamircilik yaptığını, bu işte usta olduğunu söylüyormuş. Mustafa Ustanın yanından ayrılıp kendisine bir dükkân açacakmış. Hatta dükkânı bulmuş bile, gazozcu Salman'ın yanındaki dükkân boşmuş. Mustafa Usta, İbrahim Kalfanın biraz daha yetişmesini istiyormuş. Eğer kalfasına bir dükkân açılacaksa kendisi açar, müşteriyi de kendisi gönderirmiş. Mustafa Usta ne yaptıysa İbrahim Kalfayı ikna edememiş. Son bir çare olarak Memik Ustanın konuşmasını istiyormuş onunla. Memik Ustayı da dinlemezse 'Sen bilirsin' diyecekmiş İbrahim Kalfaya Mustafa Usta.

Biz her sabah yaptığımız gibi akşam içeri aldığımız kazma, balta, keser, soba ve boru gibi dükkânda imal ettiğimiz malzemeleri dükkânın önüne, her malzemeyi mutlaka dünkü yerine koyarken, tam karşımızda gazozcu Salman'ın yanındaki boş dükkânın darabaları da gürültüyle açıldı. İbrahim Kalfaydı dükkânı açan. Ve yanında hiç tanımadığımız ne bizim çarşıda ve ne de ilçenin başka yerindeki bir dükkânda görmediğimiz bir çırak vardı. O gün temizlik yapıldı. Her yer yıkandı temizlendi. Sonra bir duvara boydan boya bir tezgâh, tezgâhın kenarına bir mengene yapıldı. Anahtar takımları geldi bir gün. Duvarlara çiviler çakılarak küçükten büyüğe doğru sırayla dizildi tüm takımlar. Bir traktör geldi İbrahim Kalfanın dükkânının önüne. Çırağı anahtar getirdi. İbrahim kalfa traktörü söktü. Traktörü ortadan ikiye ayırdı. Evet evet ikiye. Arka büyük tekerleklerin olduğu bölümün altına tahtadan takoz koydu. Ön tekerleklerin olduğu bölümün altına da takoz koydu. Her iki tarafın içinden bir sürü demir parçaları çıkardı. Bir kısım parçaları mengeneye sıkıştırıp bir şeyler yaptı. Bazı parçaları bir leğenin içerisinde benzinle yıkadı. Karşımızda dükkân. Her şeyi seyrediyoruz. Birkaç gün hiçbir iş yapmadı İbrahim Kalfa. Bizim kalfaların söylediğine göre traktörün motorunu Antep'e taşlamacıya göndermiş. Bizim dükkânda sadece arabaların kaynak ve makas işleri yapıldığı için biz çıraklar "taşlamanın" ne olduğunu bilmiyoruz. Sonra bir gün İbrahim Kalfa tekrar işe başladı. Traktörün içinden çıkardığı parçaları geri içeriye yerleştirmeye koyuldu. Birkaç gün sonra bir adam geldi İbrahim Kalfaya kızdı. Hatta bağırtısı bizim dükkânda duyuldu. İbrahim Kalfa her gün biraz daha telaşla çalışmaya başladı. Bir gün çırağına anahtar fırlattı ve oğlanı dükkândan kovdu. Kendisi tek başına gelip gitmeye başladı dükkâna. İbrahim Kalfaya kızan adam tekrar geldi. 'Sana üç gün mühlet moturumu yaptın yaptın yapamazsan gerisini sen düşün.' deyip gitti. Ben öğlenciydim ve dükkânın okula giden tek çırağıydım. O gün ben okula gidinceye kadar İbrahim Kalfanın dükkânı açılmadı.

Bizim kalfaların dediğine göre İbrahim Kalfa herifin motorunu öylece bırakıp İstanbul'a gitmiş, Aslında her parçası varmış traktörün ama usulünce yerlerine yerleştirip kontağı çevirememiş İbrahim Kalfa.

Bir hafta sonra dükkân tekrar açıldı. Açan tamirci Mustafa Ustanın çırağıydı. Çok geçmeden Mustafa Usta da geldi. İki parça halinde duran traktörün sağına soluna baktı. Parçaları havada tutan takozları kontrol etti. Dükkâna girdi. Elinde bazı parçalarla dışarı çıktı. Çırağa bir şeyler söyledi çırak gitti. Çırak az sonra iki kalfayla birlikte geri geldi. Cumartesi kuşluk vakti motor çalıştı. İbrahim Kalfayla kavga eden adam motora binip gitti. Kalfalar ve çıraklar da dükkânın darabalarını kapatıp gittiler.

Memik Usta tamirci Mustafa Ustayı bizim dükkânın önünde karşıladı. Kucakladı. 'Aferin' dedi. 'Sana da bu yakışırdı. En çok da İbrahim Kalfanın adamdan aldığı fazla parayı ödemene sevindim.' dedi."

-Ben "Kalfa"yı İbrahim'in soyadı sanmıştım. Geldiğime değdi hatta çift sarılı yumurta gibi oldu; şu Deli Besey'den de ayrıca bir hikâye çıkar. Hayırlı işler.

-Güle, güle.



NOT: Anlatılan ve yazılan hikâyeler tamamen hayal ürünüdür. Hiçbir kişi veya kurumla alâkası yoktur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder