-Hoş geldiniz.
-Hoş bulduk. Buradan bir
arkadaşım bahsetti. Doğrusu ben şaka sanmıştım ama gerçekmiş. Fakat şaka gibi
abi. Siz; dedem gibi, başınızdan geçen bir olayı anlatacaksınız, biz de
çıkartıp size para vereceğiz. Desenize dedemin bizde çok hakkı var.
-Ona ne şüphe. Tabii ki
dedelerimizin bizlerin üzerinde çok hakları var. Peki var mı öyle dedenizden
dinleyip yazıya döktüğünüz bir metin?
-Yok da ne bileyim o öylesine
anlatır, biz de yarısını dinler yarısını dalgaya alırdık. Ne bileyim ben bu
işin para ettiğini.
-Hayır... Hayır para eden
dedelerimizin bize anlattığı hatıralar değil, bizim onların hatıralarına
gösterdiğimiz saygıdır. Dilerseniz ben sizin zamanınızı daha fazla israf etmeyeyim,
almak istiyorsanız hikâye başlıklarını okuyayım. ... var mı ilginizi çeken bir
başlık?
-Ne yalan söyleyeyim şu on
dakikada yaşadığım olayı kafamda bir yere koyamıyorum. Parayla hikâye satın
almak. Hikâyeden ziyade malzemesine para vermek. Ama şu İbrahim Kalfa da ilgimi
çekti doğrusu. Buyurun ücretiniz. Siz anlatın ben anlayabildiğim kadarıyla bir
metin ortaya çıkartmaya çalışırım.
-Allah bin bereket versin. İşte
size İbrahim Kalfa'nın hikâyesi:
-"Kucağımda içi gazoz şişesi
dolu kasayla ustanın evinden çıkıp, gazozcuya doğru giderken Deli Besey’i gördüm.
Görür görmez olduğum yerde durdum. On iki yaşındaydım. Buraya geleli neredeyse
dört aya yaklaşıyordu. Deli Besey’i görünce ne yapmam gerektiğini öğrenmiştim.
Hiç kimse bir şey dememişti ha! Ben kendi kendime öğrenmiştim ne yapacağımı.
Deli Besey her gün yaptığı gibi
evinde ne kadar tülbent, eşarp ve kafaya sarmaya uygun bez varsa hepsini
kafasına sarmış; ne zaman örüldüğü belirsiz iki beliği sırtının yarısına kadar
inmiş, geriye kalan kızıl saçları, zemheride donmuş toprağın bahar güneşinin sıcaklığıyla
yumuşayarak üzerinde bulunan otları bulundukları zeminden yukarı doğru
kaldırması gibi, üzerlerine sarılmış olan örtüyü kardırmaya çalışıyordu. Öyle
ki; kafasındaki örtünün her yanından kabarmış, dışarıya taşmış saçları
görünüyordu. Her zamanki gibi parmakları açık sol eli altta, sağ eli üstte;
kafasını mı tutuyor, ya yoksa kafasındaki onca bezi mi tutuyor tam anlaşılmaz
bir vaziyette caddenin ortasından yürüyordu. Benim durduğum yere kadar geldi. Yerdeki
at pisliklerini gördü ve dünyayı unutup her zamanki eğlencesine daldı. Elleri
başında, ilk gördüğü at gübresinin üzerine basıp iyice ezdi. Sonra, kipi -seksek-
oynuyormuş gibi atlayarak bir sonrakine gidip onu da ezdi ve sonra diğerine…
Beni görmüyordu tıpkı dünyayı görmediği gibi.
Gazoz kasasını bizim dükkânın
karşısındaki gazozcu Salman Ustaya getirip, 'Memik Ustamın hanımı gönderdi bunu,
portakal suyu koymuş şişelere. Gazoz yapacakmışsın. Hazır olunca da Memik Ustama
haber verecekmişsin.' dedim.
Bizim dükkâna geçtiğimde; -ha bu
arada 'bizim dükkân' diyorum ama dükkân bizim değil Memik Ustanın. Fakat herkes
bizim dükkân diyor diye ben de öyle diyorum. -Memik Usta da bizim dükkân diyor
zaten.- Memik Ustayla tamirci Mustafa Usta dükkânın önünde aralarına bir tabure
sığabilecek kadar boşluk bırakıp, önlerine de bir tabure almış, birbirlerinin
yüzlerini rahat bir şekilde görecek vaziyette oturmuşlardı. Belli ki lafı hem
gözlerine ve hem de kulaklarına veriyorlardı birbirinin. Memik Usta biriyle
böyle yakın oturup laf ettiği zaman çayı benden isterdi. Ben çay verirken yahut
boşları alırken, hatta aklına bir şey gelip bana demek için yanına çağırdığında
bile lafını hiç kesmeden konuşurdu. Çünkü ben çay verirken sanki elimde köz var
da onu bırakıyormuşum gibi bir anda tabureye bırakır yanlarından uzaklaşırdım.
Çaylarını önlerindeki tabureye
bırakırken tamirci Mustafa Usta, Memik Ustaya bir şeyler anlatıyordu. İkisinin
de yüzü asıktı. Mustafa Ustanın 'Anasına da gittim o da söz geçirememiş.'
dediğini duydum ben sadece. Çaylarını bitirdikten sonra ikisi bir kalktı. Memik
Usta İsmail Kalfaya 'Salman'ın dükkânındaki gazoz hazır olunca bizim eve
götür.' dedi ve iki usta, Mustafa Ustanın dükkânına doğru yürüyüp gittiler.
İsmail Kalfanın anlattığına göre: Mustafa Ustanın kalfası İbrahim, kendisinin
on iki yıldır tamircilik yaptığını, bu işte usta olduğunu söylüyormuş. Mustafa Ustanın
yanından ayrılıp kendisine bir dükkân açacakmış. Hatta dükkânı bulmuş bile,
gazozcu Salman'ın yanındaki dükkân boşmuş. Mustafa Usta, İbrahim Kalfanın biraz
daha yetişmesini istiyormuş. Eğer kalfasına bir dükkân açılacaksa kendisi açar,
müşteriyi de kendisi gönderirmiş. Mustafa Usta ne yaptıysa İbrahim Kalfayı ikna
edememiş. Son bir çare olarak Memik Ustanın konuşmasını istiyormuş onunla.
Memik Ustayı da dinlemezse 'Sen bilirsin' diyecekmiş İbrahim Kalfaya Mustafa Usta.
Biz her sabah yaptığımız gibi
akşam içeri aldığımız kazma, balta, keser, soba ve boru gibi dükkânda imal
ettiğimiz malzemeleri dükkânın önüne, her malzemeyi mutlaka dünkü yerine
koyarken, tam karşımızda gazozcu Salman'ın yanındaki boş dükkânın darabaları da
gürültüyle açıldı. İbrahim Kalfaydı dükkânı açan. Ve yanında hiç tanımadığımız
ne bizim çarşıda ve ne de ilçenin başka yerindeki bir dükkânda görmediğimiz bir
çırak vardı. O gün temizlik yapıldı. Her yer yıkandı temizlendi. Sonra bir
duvara boydan boya bir tezgâh, tezgâhın kenarına bir mengene yapıldı. Anahtar
takımları geldi bir gün. Duvarlara çiviler çakılarak küçükten büyüğe doğru
sırayla dizildi tüm takımlar. Bir traktör geldi İbrahim Kalfanın dükkânının
önüne. Çırağı anahtar getirdi. İbrahim kalfa traktörü söktü. Traktörü ortadan
ikiye ayırdı. Evet evet ikiye. Arka büyük tekerleklerin olduğu bölümün altına
tahtadan takoz koydu. Ön tekerleklerin olduğu bölümün altına da takoz koydu.
Her iki tarafın içinden bir sürü demir parçaları çıkardı. Bir kısım parçaları
mengeneye sıkıştırıp bir şeyler yaptı. Bazı parçaları bir leğenin içerisinde
benzinle yıkadı. Karşımızda dükkân. Her şeyi seyrediyoruz. Birkaç gün hiçbir iş
yapmadı İbrahim Kalfa. Bizim kalfaların söylediğine göre traktörün motorunu
Antep'e taşlamacıya göndermiş. Bizim dükkânda sadece arabaların kaynak ve makas
işleri yapıldığı için biz çıraklar "taşlamanın" ne olduğunu
bilmiyoruz. Sonra bir gün İbrahim Kalfa tekrar işe başladı. Traktörün içinden
çıkardığı parçaları geri içeriye yerleştirmeye koyuldu. Birkaç gün sonra bir
adam geldi İbrahim Kalfaya kızdı. Hatta bağırtısı bizim dükkânda duyuldu.
İbrahim Kalfa her gün biraz daha telaşla çalışmaya başladı. Bir gün çırağına
anahtar fırlattı ve oğlanı dükkândan kovdu. Kendisi tek başına gelip gitmeye
başladı dükkâna. İbrahim Kalfaya kızan adam tekrar geldi. 'Sana üç gün mühlet moturumu
yaptın yaptın yapamazsan gerisini sen düşün.' deyip gitti. Ben öğlenciydim ve
dükkânın okula giden tek çırağıydım. O gün ben okula gidinceye kadar İbrahim Kalfanın
dükkânı açılmadı.
Bizim kalfaların dediğine göre
İbrahim Kalfa herifin motorunu öylece bırakıp İstanbul'a gitmiş, Aslında her
parçası varmış traktörün ama usulünce yerlerine yerleştirip kontağı çevirememiş
İbrahim Kalfa.
Bir hafta sonra dükkân tekrar
açıldı. Açan tamirci Mustafa Ustanın çırağıydı. Çok geçmeden Mustafa Usta da
geldi. İki parça halinde duran traktörün sağına soluna baktı. Parçaları havada
tutan takozları kontrol etti. Dükkâna girdi. Elinde bazı parçalarla dışarı
çıktı. Çırağa bir şeyler söyledi çırak gitti. Çırak az sonra iki kalfayla
birlikte geri geldi. Cumartesi kuşluk vakti motor çalıştı. İbrahim Kalfayla
kavga eden adam motora binip gitti. Kalfalar ve çıraklar da dükkânın
darabalarını kapatıp gittiler.
Memik Usta tamirci Mustafa Ustayı
bizim dükkânın önünde karşıladı. Kucakladı. 'Aferin' dedi. 'Sana da bu
yakışırdı. En çok da İbrahim Kalfanın adamdan aldığı fazla parayı ödemene
sevindim.' dedi."
-Ben "Kalfa"yı
İbrahim'in soyadı sanmıştım. Geldiğime değdi hatta çift sarılı yumurta gibi
oldu; şu Deli Besey'den de ayrıca bir hikâye çıkar. Hayırlı işler.
-Güle, güle.
NOT: Anlatılan ve yazılan hikâyeler
tamamen hayal ürünüdür. Hiçbir kişi veya kurumla alâkası yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder