Galiba şu delikanlı bizim dükkâna girmeye
çalışıyor. Baksanıza az önce içeriye baka baka yukarı doğru çıkmıştı, şimdi de
aşağı doğru yürüyor; evet evet yüzündeki tereddütten, ayaklarının bir ileri bir
geri gitmesinden belli, bizim dükkâna gelmeye çalıştığı. Dikkatlice bakıp bir
demlik telaşa sokmamak lâzım. Neyse buraya doğrulttu zaten.
Bizim gençliğimizde delikanlının çantası gibi
böyle sırtta taşınan, kullanışlı güzel çantalar yoktu. Bond dedikleri
genellikle siyah renkli tahta bavuldan biraz hallice çanta taşırdı, okuryazar
kısmı. Bu çantalar gibi omza atmak veya sırtta taşımak gibi bir imkân
olmadığından, bir yerden bir yere gidinceye kadar kollarımız kopardı. Doğrusu
imrenmemek elde değil şu rahatlığa. Çantasının sol koluna takılı olan kemerini
kolunu arkaya doğru uzatarak çıkarırken selam verdi bizim ilk müşteri, “hayırlı
işler” diledi. Selamını ayakta aldım yer gösterdim kendimi tanıttım, o da
ismini söyledi. Kırmızı beyaz melamin çay tabağında bir çay bıraktım önündeki
sehpaya, bir de kendime aldım ve sohbete başladık.
-Memleket nere?
-Tokat. Burada üniversite okuyorum. Kimya bölümü
üçüncü sınıftayım.
-Memnun oldum. Hikâye yazıyor musunuz?
-Evet yazıyorum. “Kaldırımın Kara Taşı” internet
sitesinde ayda bir hikâyem yayınlanıyor.
-Çok güzel. Fakat kimya bölümü ile edebiyatı, hele
hele hikâyeciliği bir arada yürütmek çok kolay olmasa gerek.
-Yani, bir edebiyat veya tarih bölümü gibi olmasa
da burada da yürüyor. Okuyorum, yazmayı da seviyorum. Peki, abi siz bana hikâye
malzemesi olarak ne vereceksiniz? Ne bileyim bir taş verip “Al bu taşa hikâye
yaz” mı diyeceksiniz. Nasıl bir şey alacağım ben sizden?
-Bizim çalışma sistemimiz şöyle: Elimizde elle
tutulur gözle görülür bir materyal yok, herhangi bir metin de vermiyoruz.
Takdir edersiniz ki, yazılı metinin fotoğrafı çekilir bizim bütün emeğimiz boşa
gider. Dedenizden, ninenizden dinlediğiniz hikâyelere benzer bir mevzu
anlatacağım size. Videoya müsaade etmiyoruz. Ama siz bu konuşmayı ses kaydı
olarak alabilirsiniz. Ya da ne bileyim not alabilirsiniz. Biz konuyu size ana
hatları ile anlatıyoruz, daha sonra siz onu süsleyip, püsleyip şekle sokuyor,
kendi üslubunuza uydurup yazıya döküyorsunuz. Böylece hikâye meydana gelmiş
oluyor. Konuyu anlatmadan evvel elli yüz tane konu başlığı söyleyebiliriz, siz
onların içinden birini seçersiniz biz de anlatırız. Eğer özellikle istediğiniz
bir konu varsa, biz elimizde bulunan başlıklardan size en yakın olanlarını
söyleriz. Bizim verdiğimiz başlığa bağlı kalmanıza da gerek yok. Ücreti peşin
alıyoruz, kredi kartı da geçerlidir. El verir ki ücretsiz yapalım bu işi ancak,
takdir edersiniz ki bu tezgâhın da bir şekilde dönmesi lâzım.
Malzeme verdiğimiz müşterilerimiz hakkında
kimselere; berberlerin filan artisti de tıraş ettim, ayakkabı boyacılarının
filanca bakan ayakkabısını benden başkasına boyatmaz demeleri gibi laf
etmiyoruz. Malı aldın mı kardeşim sen sağ ben selamet, yolda görsem tanımam.
- …
-Anlaşılan tereddütte kaldınız. Bak ben size biraz
başlık sayayım, belki merak ettiğiniz kafanıza yatan bir şey olur. …. Var mı
dikkatinizi çeken bir şey bu saydıklarımdan?
-Hepsi ilginç konular, bunlar daha önce bir
yerlerde yayınlanmadı değil mi?
-Hayır, hayır. Asla. Zaten bizde yazacak
kabiliyet, yayınlayacak bir yayın organı olsa kendim yazar kendim yayınlarım.
On hikâye beni hikâye yazarı yapar.
-O zaman buyurun ücretinizi. Şu, Üstadın Kardeşi
ilgimi çekti. Telefonuma ses kaydı alacağım. Başlayabilirsiniz ben hazırım.
-“Uzunca bir zaman önce bir dosttan dinlemiştim:
Bir şehrin -siz buraya istediğiniz şehri yazabilirsiniz- ileri gelen
işadamlarının birinin yapmış olduğu bir iş dolayısıyla; iş yaptığı daireye,
yapılan işin kanuna uygun olup olmadığının araştırılması için Ankara’dan
müfettiş gönderilir. Müfettiş bu ya daireye gelir gelmez başlar milleti sorguya
çekmeye. Derken ifadesini almak üzere iş adamını da daireye davet eder. Şurdan
alıp şurdan vururken bizim iş adamı müfettişle dost olur. Yapılan işte hata
bulunmaz ve dosya kapanır. Ancak üstat -müfettişe üstat diye hitap edilir-
bizim ileri gelenden bir ricada bulunur. Üstadın bir kamu kuruluşunda çalışan küçük
kardeşi var. Bu arkadaş yıllardır aynı kadroda aynı maaşla çalışmaktadır. Eğer
ona bir diploma alınabilirse hem kadrosu yükselecek ve hem de maaşı artacaktır.
‘Ondan kolay ne var’ der bizimki, ‘o iş benim bir telefonuma bakar,
başkalarının kafasının girdiği yere benim selamım girse istediğim iş yapılır.’
Neyse, üstat gitmeden kardeş de gelir yenilir içilir, planlar yapılır. Ve
sonuçta küçük kardeşe şehrin en iyi otelinden bir oda tutulur, iş adamı
tarafından firmasında çalışan birine de -bir dediği iki edilmemesi tembihiyle- emanet
edilir, kardeş.
Üstadı tarif etmeye gerek yok; sırtında bildiğin
takım elbise, mevsim yaz olmasına rağmen boynunda kravat, ayağında misafir olarak
kaldığı otelin giriş kapısındaki boyacı tarafından her gün siyaha boyanan
kundura bulunan “üst düzey” bir devlet memuru. Kardeşine gelince, çermeçeşit
bir adam, öyle ki adamı yazıya dökebilmek bile ayrıca bir maharet gerektirir. Sarışın,
her an yalan söylemeye hazır bir yüz şekli, aşırı derecede kendini beğenmiş,
egoist, bencil, enaniyet sahibi bir müfettiş kardeşi. Lokantaya girer oturur. Mönüyü
beğenmez kalkar. İkinci lokantaya gider. Garsonun konuşması hoşuna gitmez
kalkar. Üçünü lokantada yemeğin altına çorba diye tutturur. O yazın sıcağında
adamın ayağında; yüksek tahta topuklu, tabanlarının önleri ve yanları demirli, topuğunun
arkasında şu bildiğimiz Amerikan kovboylarının botlarında bulunan ve atların
böğürlerine dürtmeye yarayan kenarları tırtıklı mahmuz bulunan bir bot. Üzerinde
bir Levis 501 kot pantolon ve pantolonun rengine yakın kalın kaşlı bir kemer. Sırtında;
kökü sırt tarafında, dalları arkadan dolanarak kollarına kadar gelmiş söğüt
ağacını andıran turuncu renkli, üstten üç düğmesi açık bir gömlek. Boğazında,
başparmakla işaret parmağının uçları birleştirilerek yapılan daire büyüklüğünde,
kordonu gümüş, kendisi sarı renkli bir kolye. Sağ serçe parmağında ne taşı
olduğu belirsiz, vişne rengi bir taş bulunan yüzük.
Neyse, üstat gitmiş sınavlar da başlamış. Kardeş
ilk sınava girip çıkmış, geçer not alamamış. İkincisinden alamamış, üçüncüsünden
ha keza. Belgeyi alacak olan iş adamına çıkmış durumu anlatmış. Adam kurnaz işi
bitti ya hiç oralı olmamış. Hatta ‘O otele o kadar parayı niye veriyorsunuz, ara
sokaklardaki otellerin birine gönderin gitsin.’ demiş adamlarına. Bundan
sonrasını tahmin edersiniz herhalde. Adam bizimkilere söve söve çekip gitmiş memleketine.”
-Dilinize sağlık, benim sevdiğim tip güzel bir
hikâye. Bundan sonrasını ben hallederim. Ufkum geniştir benim.
NOT: Satılan, anlatılan ve yazılan hikâyeler
tamamen hayal ürünüdür. Hiçbir kişi veya kurumla alâkası yoktur, hiçbir hayvana
zarar verilmemiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder