Belediyenin bu makam arabasından usandım bıktım
Emmi. Yemin ediyorum Allah’tan korkmasam şu an en yakın akaryakıt istasyonuna
gider, bir bidon benzin alır üzerine döker yakardım. Yine yolda kaldım ve tek
başımayım. Saat gecenin on biri. Emmi ben bu yaşa geldim amma hala karanlıktan
korkarım ve etraf zifiri karanlık. Karaziyaret tarafından geliyorum. Sanayiye
üç kilometre filan uzaktayım. Yoldan çok seyrek araba geçiyor.
Yolda giden araba kendiliğinden stop etti. Bir iki
marşa bastım, “gır gır gır” etti durdu, çalışmadı. Arabanın tankında gaz var.
Bir müddet birinci viteste, ayağımı debriyajdan çekerek anahtarı çevirdim biraz
ilerledi, fakat bu şekilde beş dakikada akü biter ışıklar da yanmaz olur. Bu
karanlıkta ışıksız ne yaparım? Motor kaputunu açtım -Çok da anlarım ya!-
çakmağın ışığı ile motorun orasına burası baktım, kablolardan pırtan, kopan var
mı diye kontrol ettim, gelip tekrar çalıştırmaya uğraştım olmadı. “Gır gır”
diyor başka bir ses yok. Sağa sola bakındım, olduğu yere bırakmak geçti bir an
aklımdan ama öyle bir yerdeyim ki etrafta ne bir ev ve ne bir dükkân var. Yolun
kenarına öylece bıraksam, birkaç saat içinde hırsızlar alıp götürürler. Ve
yarın öğleden sonra kasabada ve kasabalıların bulunduğu yerlerde insanlar,
“Bizim başkan gece belediyenin makam arabasını satmış yemiş.” diye birbirlerine
laf verirler.
Ceketimi çıkartıp arka koltuğa koydum. Boynumdan
kravatımı çözüp ceketin üzerine bıraktım. Dörtlüleri yaktım. Sağ kapıyı açıp
arabayı itelemeye başladım. Yolda hiç eğim olmadığı için öyle elle itelemek çok
zor oldu. Daha sonra sağ ön kapının camını açtım, kapıyı kapattım. Açık camdan
omuzumla itelemeye başladım. Tekere binerse gider zannetmiştim ama bizim
koskocaman kartalı tek başıma tekere bindirmek şöyle dursun, tekerlekleri
döndürmekte bile zorlanıyorum. Esasen yol dümdüz, direksiyona bir çare
bulabilsem arkadan itelemek daha kolay. Fakat gel gör ki, beş metre sonra
direksiyon bir tarafa dönüyor, anında araba bir tarafa doğru yöneliyor. Arkadan
gelip tekrar direksiyonu çevirip, arabayı düzlemek ayrıca bir eziyet oluyor.
Ara sıra arkadan araba geliyor; birçok arabanın sürücüsü, sanki kalan yola
sığmıyormuş gibi hem korna çalıyor ve hem de eliyle işaret edip bir şeyler
söyleyip geçiyor. Hal bu ki dörtlüler yanıyor. Bir müddet sonra sağ omzum
ağrımaya başladı. Bu defa da arabanın sol tarafına geçip itelemeye başladım.
Sol taraftan omuz vermek imkânsız gibi bir şey, ancak elle itelemek mümkün.
Fakat bu defa da uzanıp direksiyonu da düzlemek gerekiyor. Bir müddet sonra
acemi kazmacının, kazmanın sapını elleriyle sıkarak parmaklarına su toplaması
gibi, parmaklarım su toplamaya başladı. Sol taraftan itelemenin bir zorluğu da
şarampolün her yerinin aynı derinlikte olmayışı. Bir anda pat diye ayağım bir
çukura düşüyor veya şarampoldeki bir taşa çarpıyor. O anda araba duruyor, duran
arabayı yeniden hareket ettirmek için olanca gücümü harcıyorum. Bazen arabanın
içine girip, camları kapatıp dinleniyorum. Camları kapatıyorum, çünkü dışarı
çok karanlık Emmi.
Benim bildiğim yatsıyı geçti mi hava kararır ve
sabaha kadar o karanlıkta öylece durur. Hayır, sanki benim çevremdeki hava her
dakika daha da karanlık oluyor. Karanlıktan zifiri karanlığa, zifiri
karanlıktan, kör karanlığa geçiyor sanki.
Saat bire doğru sanayiye epeyce yaklaştım.
Gördüğüm ilk fabrikanın önüne bırakım kartalı. Dörtlülerini ve farlarını
kapattım. Ceketimi ve kravatımı aldım. Kapılarını bir güzel kilitledim. Kravatımı
ceketimin iç cebine koydum. Ceketi sırtıma giydim. Kuş gibi hafiflemiş olarak
evin yolunu tutum.
Yüzüme bir tebessüm yerleştirdim ve senin
diyeceğin lafı tahmin etmeye çalışarak yürüyorum Emmi. Muhtemelen; “Kırk
yaşında bir adamsın, bu kadar adam insanla mesain oldu. ‘Ben sanayinin orada
yolda kaldım gel beni al’ diyecek bir dost edinemedin mi?” dersin. Şunu peşinen
söyleyeyim ki, “alo” dediğimde koşacak yeteri kadar dostum var. Fakat ben
dostlarımı yumuş buyurmak için edinmedim. “Dost” olmak için edindim. Bu gecenin
şanssızlığı, çevremde “beni al” diyebileceğim, iş buyurabileceğim hiç kimsede
araba yok. Telefon rehberimde taksici telefonu da var ama… amma işte.
Sana daha önce anlattım mı bilmiyorum Emmi, bu
belediye işinde üçüncü yılı bitirdim. İktidar ortağı partiye geçeli iki küsur
yıl oldu. Belediyeden on dört maaş alacağım var. Dört maaşıma ortalamanın
üstünde bir araba ediyor. Bizim siyasilerde bir laf var, bir laf var aklın
dimağın durur. Bir zaman beni partinin genel başkanı ile görüştürdüler. Maliye
bakanı da vardı görüşmemizde. Genel başkan, bakana emir verdi “Derhal başkanı
kurtar, ne demek bir belediye başkanımızın istifa etmesi.” dedi. “Tamam” dedi
öteki. Fakat adamın ağzından çıkan tamam bir anda şimşek gibi görünüp kayboldu.
Ne adamın yüzünde ve ne de gözlerinde az önce söylediği lafa dair hiçbir emare
yoktu. Belli ki adam yalan söylemeye alışkın, bize de alelusul bir yalan
söyleyip çıktı işin içinden. Kaç yıl olduğunu saymadım ama iki yıldan fazla
oldu bu anlattığım yalana.
Kabul etmek lazım ki, memlekette bir kısım
sıkıntılar var. Devletimiz birçok konuda zorlanmaktadır. Ağır ekonomik
burhanlar yaşadık. Fakat bizim içimizde ve iktidar ortağı her partide öyle alçaklar
var ki doymak bilmiyorlar. Hayır, efendim soymanın da bir usulü, adabı olmalı;
bunlar soymuyorlar, kendilerine teslim edilmiş kurumları ve daireleri yırtıyor,
parçalıyorlar. Düşünsene Emmi, senin bakanlığın belediyene bir gelir kapısı
gösteriyor, bir başka partinin yönetimindeki bir adam gelip o işin ihalesini
kendisine vermemizi -tabii bir miktar şahsi menfaat karşılığında- istiyor ve
ilave ediyor, “Filan adam benim ortağım.” lanet olsun hepinize, “ortağım”
dediği adam apayrı bir partiden! Meydanlarda birbirinin avradına söven köpek
soyları, iş paraya gelince ortak oluyorlar. Hani lan dava?..
Ben kasabanın iki ihtiyarına belediyenin arabasını
verdim diye “Görevimi kötüye kullanmaktan ceza yiyorum. Sen… Sen, adamına ihale
vermeyen adam müsveddesini görevden aldırmakla meşgulsün. Miting var toplantı
var, kasabadan beş dolmuş adam istiyorsun. Sen o dolmuşların hangi parayla gelip
gittiğini biliyor musun? Dava için. Gelmeli öyle mi? Tamam ben dava adamı
olayım; sizleri alkışlatmak için ne kadar adam istiyorsanız getireyim, davaya
hizmet edeyim de bari sen de adam ol be adam!..
Sabah kahvaltıda milletin suratı bir karış.
Yüzlerinden düşen bin parça Emmi. “Ne oluyor” dedim, içlerinden en büyüğü
kalkıp gitti. Arkasından ben de kalktım. Yanına vardım. İki gözü iki çeşme;
“Sabah gördüm omuzların çürümüş, parmakların ve avuçların da yara bere içinde. Üstün
başın batmış. Gece de çok geç geldin. Ben korkuyorum. Evin geçimiydi, elektriği
suyuydu hadi bunlara katlanıyoruz ama demeye dilim varmıyor, iş buraya geldiyse
iki satır dilekçe yaz gitsin. Yapı taşı yerde kalmaz demiş atalar, nasıl olsa
bir iş çıkar.” dedi.
Yok, efendim yok. İşin bir yere geldiği meldiği yok.
“Dava” için sabaha kadar araba iteledim hepsi o.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder