Kahır
ettiğimiz genç yaşlarımızda yola beraber çıktığımız arkadaşlarla o kadar
yabancıyız ki, gülmekle geçen sohbetlerimizi şimdi buğulu göz pınarlarımızla
anımsıyoruz. Anımsadıkça inceden inceye hayıflanıyoruz. Hayıflandıkça yanıyoruz.
Çayımızın,
kahvemizin, sigaramızın, dumanımızın, şiirlerimizin, sözlerimizin yarım kaldığı
sokaklara çıkıyoruz. İçimize hüznü sıkıştırıyoruz.
Sevda
kapı komşumuz, aşk parklarda oynadığımız çocukluğumuz. Geçmişte yakalandığımız amansız
birkaç sevda serüvenlerimizin ardından, yalnızlığımızın uygun adım kortejinde
yürüyoruz. Çiseleyen yarım kalmış aşk damlacıkları savruluyor. Saçımızı,
yüzümüzü, yüreğimizi, hüznümüzü en derin hikâyelerimize kadar ıslatıyor.
Kimi
zaman hayata dargınlığımız, üniversite yıllarındaki kırık dökük aşk
sendromlarımız olmuştur. Kimi zaman da tozpembe silik umutlarımızı, o yıllara
uzanan nihansı aşk sancıları doldurmuştur. İçimizden bir teselli diliyoruz.
Her
seferinde ertelediğimiz ideallerimiz, umutlarımız, aşklarımız, bir bölgesel hayat
telaşı arasında gözlerimizin önünden kayıp geçiyor. Beynimize ve kalbimize
uygulanan bu hayata dair telaş, bizi nihansı aşk sancıları çektiğimiz yıllara
sürüklüyor. Anılarımızı karıyoruz…
Yalnızlık
yine kapımızda…
İyi
oluyor diyorum bazen, iyi oluyor diyorum. Sonra vazgeçiyorum. Bir tren
istasyonu geçiyor gözlerimden, bir şehir otobanı, uçağa binmek için koşar adım
yürümeye çalıştığım bir apron… Hepsi o gönlü kamaştıran uzun metrajlı mutlu
sonla biten aşk filmlerini andırıyor. Adımlarımızı hızlandırıyoruz.
Aksanı
bozuk iç çekişlerimizle sessiz sessiz birbirimizin yüzüne bakarak gülümsüyoruz.
Dudaklarımızı ısırıyoruz. Feri sönmüş gözlerimizle ıslak ıslak sağa sola
bakınıyoruz. Bir mahcupluk, bir nahiflik, bir serkeşlikle parmaklarımız telefon
tuşlarına gidiyor. Kendi yüzümüze kapatıyoruz.
Aşk
yine kapımızda…
Siluetimize
gizlenmiş duygularımız vuruyor ayışığına… Nice heveslerle besleyip büyüttüğümüz
umutlarımızı, aşkımızı, hala zulamızda saklıyoruz. Gece karanlığında onmaz bir tek
başınalıkla çıkartıp usul usul kimselere göstermeden gözyaşlarımızla okşuyoruz.
Ömür
sayacımızı geçmiş senelere ayarlıyoruz. Yalnızlığımızı herhangi bir zaman
dilimine kuruyoruz. Ve nerden bulup çıkartmışsak geçmiş senelerden buruşmuş
mektup kâğıtlarında yalnızlığımızın kokusu saklı, derinimize çekiyoruz.
Saatlerimizi
yaşam ve ölüm ikilemine kuruyoruz. Kimsesiz yaşantımızda yeni bir ilk olarak
bütün buhranlarımızı “çok yalnızım” sözlerine vuruyoruz.
Pamuk
ipliğiyle örülmüş yaşam parçasında kumral bir sevi için yıllarca çırpınıp
durmuşuz. Her şeyin bir bedeli olduğu kadar, aşkında bir anlamı olduğuna
inanıyoruz. Bu bedeli ağır pahasına olsa da ödüyoruz.
Ve
bugün yoğun yalnızlık hengâmesi münasebetiyle bütün aşklara gönül dehlizlerimizi
kapatıyoruz.
11.06.2007
Gönlüne sağlık can kalemdaşım
YanıtlaSil