Ahmet
Doğan İlbey’e-
Yusuf adı verildi gül yüzlü bir çocuğa
Bakalım neler çıkacak bahtına
Ben uyurken bir kuyunun başında
Bir gömlek örtülmüştü üstüme
Bir kuyunun başında susuyorum
Bir rüzgâr esiyor ılık ve sessiz
Bir hikâye başlıyor kısa ve derin
Gelin Ata sözüyle başlayalım derim
“Kardeş, kardeşin ne olduğunu ne öldüğünü ister”
İnsanı su değil bitmeyen hırsı boğar
Her sevgiden bir kıskançlık doğar
Yusuf’un haberini gözlerden dinle
İşte kan kırmızı bir gömlek
Her ölüme bir delil gerek
Kurtlar da ağlar mı deme
Sesler geliyor kuyudan,
Geceleri yansıyınca dolunay
İnsandan daha zalim dünyada kim var
Bir kuyunun başında susuyorum
Bir kervan geliyor uzaktan
Haberleri yok kurulan tuzaktan
Yükü atlas ve ipekten
Her kuyudan su çıkmaz
Kiminde ay batar, kiminde güneş doğar
Bir bohça çözülüyor ortaya
Kumaşın sağlamı dolanıyor kola
Müjde diyor sözcüleri,
Bu beyaz gömleğin sahibi ki,
Su gibi temize çıkarmıştır nefsini
Madem herkes aynı gömleği giyecek sonunda
Bu rengarenk telaş niye kervanbaşı?
İnsanlar gerçekten çok cahil değil mi?
Sana bir sorum daha var:
Yükünü yükleyen mi, çözen mi
Daha kârlıdır kervancı?
Çok düşünmeden cevapladı:
Dünya hep kal der ama insan yolcudur.
Bütün yükünü kuyuya atıp yola koyuldu.
Ağırlıktan kurtulan yol alır dedi
Bir kuyunun başında susuyorum.
Harama uzanırken bir el,
Simsiyah bir gömlek çıktı kuyudan,
Giyenin yüzü farklı değildi katrandan.
Başkaları da geldi ardından.
Genç bir âşık uzun uzun baktı suya
Kırık aynasını düşürdü kuyuya
Artık taramıyor saçını arkaya
Koydu tarağı yüreğinin üstüne
Yarası iyileşmesin diye.
Derken bir ırgat asıldı sarkaca
Asmış ıslak gömleğini bir ağaç dalına
Sulamak için ekmeğini alın teriyle
İçti bu soğuk sudan kana kana.
Az sonra bir ceylan göründü uzaktan
Kurumuş sürmeli gözleri dipsiz kuyu misali
Yavrusu kaybolduğu günden beri
Çiçeklerden soruyormuş kokusunu
Her gün gelip kuyunun başında rüzgârı bekliyormuş
Alamayınca yavru kokusunu, gözünden bir damla yaş düşüyor
kuyuya
Taşıveriyor kuyu birdenbire, susayanlar kana kana içiyor
Bütün yırtıcılar mahcup, geçip gidiyorlar önünden
Ceylan tekrar dağlara vuruyor kendini
Ancak böyle delinir bir insanın ciğeri.
Hikâye kısaydı, şairin dili uzadı
Esas olay bir sarayda yaşandı.
Şeytan işini yapar, insan hataya düşer
Her şeye sahip olan Züleyha
Niyet etti nefsini de güldürmeye
El uzatınca beyaz gömleğe
Ortadan yırtıldı bir bulut
Yağmur değildi yağan, kor ateşti
Duvarlar birden tutuşuverdi
Yüzü yanınca rabbine döndü Yusuf
Sırtına vuruldu “masum” damgası
Kapılar her zaman umuda açılmaz
Dile kilit vurmadan bela savuşmaz
Göz güzeli arar lakin aynalar da aldanır
Yürek ancak Yaradan’a adanır
Kapı var zindanlara açılır
Alemlerin rabbi dilerse
Kuyudan Sultanlar çıkarır.
Bir rüya yorum bekliyor gözlerden ırak
Bir mahkûm sabırla suluyor gülleri.
Bir bıçak bileniyor titreyen ellerde
Bir gömlek kanıyor, bir âşık boyanıyor.
Ateşten olsa giyer eskitirdik.
Bu daracık dünyada,
Bu gömlek bir beden bol gelir bize.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder