TEFEÜL SAATLERİ-5/Hidayet BAĞCI

Pencerenin camını kırbaçlayan yağmur damlaları cam üzerinde birer gözyaşı gibi süzülürken Şiir Naz, daldığı uykudan Amine Şuarâ’nın sesiyle kendine geldi.

-“Annem!”

-“Efendim kızçem.” dedi Şiir Naz, Amine Şuarâ’nın ışıltılı gözlerine içtenlikle bakarak.

Amine Şuarâ:

-“Canım tereyağlı ballı ekmek istedi.”

Şiir Naz, kızının bu isteğini karşılamak için oturduğu divandan ayağa kalkıp bir kuğu gibi süzülerek yavaş adımlarla kapıya yöneldi ve salona açılan oturma odası kapısından mutfağa geçti. Birkaç günlüğüne geldikleri bu köy evinde neredeyse bir ay yetecek kadar yiyecekleri vardı. Şiir Naz yumurta, sucuk, bal, bulgur, peynir, un ve diğer yiyecekleri poşetlerinden tek tek çıkararak tereyağını ve ekmeği aramaya çalıştı. Bir yandan da şehirden getirdikleri yiyecekleri dolaba düzenli bir şekilde yerleştirdi. Fakat nafile bu kadar yiyecek arasında ne ekmek vardı ne de tereyağ. Poşetin içinden un paketini çıkardı. İşe nereden başlayacağını düşündü kendince. O sırada mutfağa gelen Amine Şuarâ, annesinin eteğine sarıldı ve onun küçücük dudakları acıktığını söyler bir tarzda büzüldü.

- “Annem, ben çok acıktım.”

- “Kızçem, haydi seninle ekmek yapmak oyunu oynayalım, ne dersin?” dedi, Şiir Naz.

- “Evet, babama da süpriz ekmek yaparız.”

Şiir Naz havanın buz kesen soğuğunda salona açılan oturma odası ve mutfak kapısı arasında mekik dokuyarak unu, suyu, tuzu, bakır kabı, tahtayı, oklavayı ve sofrayı sobanın başına getirdi. Şiir Naz’ın odalar arasındaki her gidiş gelişinde ayaklarının bastığı tahta çardaktan çıkan tiz sesler, uzun zamandır insanın varlığına alışık olmayan bu köy evi için bir yaşamın olduğuna delildi. Neredeyse bu köy evi uzun zamandır sessizliğini bozmuş bu seslerin eşliğinde yaşamaya karar vermişti. Amine Şuarâ’nın sevinç çığlıkları ve Şiir Naz’ın her adımında çardağın çıkardığı tiz sesler adeta bu köy evinin neşesi ve sesi oluvermişti. Oysa ne bu ev alışkındı bu insanlara ne de insanlar alışkındı buradaki havaya. Buradaki ağaçların kokusu metropol şehirlerinki gibi olmasa da toprağa düşen yağmurun kokusu onlar için bereketin habercisiydi fakat onlar bundan bi-haberdi. Odanın duvarlarına çarpan sobanın sesi küçük kızın sesinden daha az ısıtıyordu odayı.

-“Annem, babam camiden geldiğinde ekmekler ona süpriz olacak.” dedi Amine Şuarâ.  

-“Evet, kızçem.” diyen  Şiir Naz, sofrayı serdi ve bakır kabın içerisine iki kilo kadar una iki kaşık tuz ilave ederek karıştırdı. Elleri una bulanırken bu köy evine ilk geldiği düğün gününü hatırladı. Ağustos böceklerinin çıkardığı seslerin eşliğinde, bir ilkbahar akşamında geldiği günü nasıl unutabilirdi? Oymacı İhsan ustaya baba, kıymetli kaynatası Çeşm-i Naz’a anne demişti ve onların ellerini öperek öğrenmişti hayatı. Ekmek nimetti, tuz nimetti, su nimetti ve bahçedeki ağaçların yaprakları arasında yavrusunu gagasıyla besleyen serçenin sesinin de birer nimet olduğunu bu köy evinde öğrenmişti.

“Hayat, bir nimetti.”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder