YOLDAKİ / Samet YURTTAŞ


Kendimi eve kapattığım sıradan bir gün. Aslında eve kapatmak demeyelim de kabuğuma çekildim diyelim. İnsanların arasına karışmadan önce insanları anlamak, anlamlandırmak lazım. Tabi ki kendimi de.

Elime bir şiir kitabı alıyorum birkaç şiir okuyup tekrar kitaplığa bırakıyorum. Aradığım şey bunda değil. Bu sefer İsmet Özel’in Erbain kitabını alıyorum. Beni şiirle tanıştıran kitap; her sayfasını her mısrasını defalarca ve zevkle okuduğum kitap. Rastgele bir sayfasını açarak başlıyorum okumaya. “İnsan Eşref-i mahlûkattır derdi babam/ Bu sözün sözler içinde bir anlamı vardı/ Ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman/ bu söz asıl anlamını kavradı.” Yok aradığım şeyi burada da bulamıyorum. Daralıyorum, terliyorum… Kitabı masaya bırakıyorum. İçimde sıkıntı denizi dalga dalga vuruyor beynime. Kendimi dört duvar arasından bir an evvel kurtarmalıyım. Hemen üzerimi değiştirerek dışarı çıkıyorum. Çavuşbey Mahallesi’nden Saraçlar’a doğru yavaş yavaş yürüyorum. Hava çok sıcak her adımım işkence gibi geliyor. Sanki Çölde yürüyorum. Ama su aradığım falan da yok. Benim derdim başka. Erimeye başlamış asfaltın kokusu geliyor burnuma. Yürümeye devam ediyorum. Işıklarda durup başımı kaldırarak etrafıma bakıyorum. Farkında olmadan kalabalığın içerisinde buluyorum kendimi. Bulgarlar, Yunanlar, Afganlar… Ve bir mülteci gibi onlara bakıp ne yapmaya çalıştıklarını anlamaya çalışan ben. Kendimi hiç bu kadar yabancı hissetmemiştim. Türkçe konuşan çok nadir kişi var. Bir de şu Pomakça konuşanlar var. Onlar bunun Türkçe olduğunu savunuyor ama ben bu zamana kadar ne konuştuklarını hiç anlamadım. İşte Yeşil ışık yandı karşıya geçebilirim. Karşıya geçince kalabalık, dünya telaşı iyice hissediliyor. Yürümeye devam ediyorum. Kulağımı tırmalayan yabancı sesler. Bulgarlar sabah erken kalkan ebeveynler gibi çoktan karnını doyurmuş, alışverişini yapmış. Bizim yerli halkımız da öğlen kalkan çocuklar gibi gözünü ovuşturarak ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Geç kalktıkları için büyük ihtimalle ebeveynlerinden azar işitecekler. Belki de yemek kalmadığı için yemek de yiyemeyecekler.

Kalabalık gittikçe artıyor. İğrenç kahkahaların arasından insanların yüzlerine bakmaya başlıyorum. Ne kadar da mutlular. Bu kadar kahkaha atacak ne olmuş olabilir. Şair: “bizde bağırarak kahkaha atılmaz, hafif tebessüm edilir” demişti.  Bu tebessüm değil, gülümsemek değil, avına yaklaşıp ağzını açan bir timsah… Başka birisiyle göz göze geliyoruz, elinde dondurma bir, iki, üç, dört, beşİçimden sayıyorum ne zaman gözünü benden kaçıracak diye. Dondurmasını ağzına götürüyor. Hiçbir zaman böyle kalabalıkta dondurma yemedim ben. Diğer insanların da nasıl böyle rahat davranarak yediğini de merak etmişimdir.  Utandığımdan ya da çekindiğimden değil ha. Başkasının canı çekerse diye düşünmüşümdür. Abes gelmiştir bu tür şeyler bana. Zaten bizim (Türk-İslam) gelenek göreneklerimizde de bu şekilde cadde ortasında ayakta bir şey yemek ya da içmek yoktur. Hoş karşılanmaz. Ama her nedense bu durum da her şey gibi normalleşti. Artık göze yabancı gelmiyor. Her şey normal artık. Abes olan benim bu yazdıklarım.

Biraz daha yürüyorum aradığım şey yine yok. Gökkuşağı gibi giyinen, süslenen insanların içerisinden Samimiyetsiz gülüşlere yakalanmadan aceleyle geçiyorum. Hiçbir insanda kendimi bulamıyorum hepsi birer yabancı gibi geliyor. Bunlar bizden değil, bunlar da… Bu hazırlık niye, nereye gidiyor bu insanlar, bu koşuşturma nerede son bulacak? Bunları düşünmekten aradığım şeyi bulamıyorum. Gittiğim yerin farkında değilim. Zaten önemli olan yolda olmak değil miydi?

Kafamı kaldırıyorum yolun sonuna gelmişim. Geri dönüp tekrar geldiğim yoldan yürümeye başlıyorum. Yanımdan rüzgâr gibi birisi geçiyor. “Bu nasıl Mahlûk” diye söylenerek. İşte aradığım şeyi buldum: Mahlûk. Evden çıkmadan önce Erbain kitabında bulmuşum aslında aradığımı. Farkında olmadan gelmişim bu yolu. Yürümem gereken yol varmış diyelim. İsmet Özel Amentü şiirine “İnsan Eşref-i Mahlûkattır derdi babam” diyerek başlamıştı. Benim aradığım şey tam olarak buydu. İnsan, yaratılanların en şereflisi. Peki bizim yaşayışımız bu tanımı karşılıyor mu? Bu tanımı hak edecek bir yaşam sürüyor muyuz?  Biz tam olarak Eşref-i Mahlûkat mıyız yoksa sadece Mahluk muyuz? Aradığım şey bu soruymuş. Peki bu sorunun cevabı ne? Bu sorunun cevabı için tekrar yola çıkmam gerekecek. Sonsuz bir yola.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder