YAZARIN İÇİNDE BİR YAZAR “GAZZÂLİ”-2/ Hidayet BAĞCI


“Neyin hayalini kalbinde, zikrini dilinde taşıyorsan onun zindanında yaşıyorsun.”

“Ebu Hamid Muhammed Gazzâlî, 1058 (.450) yılında Horasan’da yer alan Tus bölgesinin Taberan şehrinde dünyaya gelir. Yaklaşık olarak 13-15 yaşlarında Tus’ta fıkıh eğitimiyle tahsiline başlar, bölgede eğitimini ilerleten Gazzâlî, sonraki yıllarda Nişaburda’ki Nizamiye Medresesi’ne girer ve büyük Eş’ari alimi Cüveyni’den ders alır. 473’te usul-i fıkıh disiplinine ilişkin el-Menhul adlı ilk yapıtını kaleme alır. Bu yıllarda daha çok fıkıh ve cedel-hilaf ilimleriyle meşgul olur. 484’te Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’ne başmüderris olur. Bu yıllarda felsefi disiplinleri incelemeye başlar ve 488’de Tehafütü’l-Felasife isimli kitabını yazar. Gazzâlî yaşadığı manevi bunalımla Bağdat’ı terk edip Şam’a gider. Önceleri alakalı olduğu tasavvufa bundan sonra daha fazla ağırlık verir.” Onun için her şey bu hicretinden sonra başlar ve niyetindeki güzelliğin adımları çağımıza kadar gelir. Bizler de bu güzelliğin kokusundan müstefid oluruz.

“Neyin hayalini kalbinde, zikrini dilinde taşıyorsan onun zindanında yaşıyorsun.”

Aldanmak, inanmayı gerektirir. İnsan tabiatı inanmaya elverişli yaratıldığı için inanmak ve aldanmak her daim beraberdir ve içsel bir güçtür. Ama aldatmak bir dış güçtür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’deki ayeti kerimelerin çoğu inanmak esaslıdır. İlk insanın, ilk imtihanı şeytana inanmakla başlar. Şeytan ise kendi inancını önce kendisi yıkmış ve kendine aldanmıştır. Kendini kibri ile aldatmasının yanında insanı da inandırmak noktasında etkilemeyi başarmıştır. İlk insanın, ilk imtihanını kaybetmesiyle birlikte cennetten dünyaya olan ilk hicreti, şeytanı kibirli hale getirmiştir. Peki inandırmak kendini aldatmanın diğer yarısıdır diyebilir miyiz?

“Neyin hayalini kalbinde, zikrini dilinde taşıyorsan onun zindanında yaşıyorsun.”

Öncelikle sağlam ve kaliteli bir inanca sahip olabilmek için kesin doğrulardan bir bina inşa etmeli insan. Bunun için temeldeki inançların sağlam zeminde olması gerekir. Bu zemini oluşturmak için Muhammed YAZICI’nın tercüme ettiği “GAZZÂLİ” kitabında bahsettiği gibi: “ “Yakin”, kesin inançlılık anlamına gelen bir terimdir. İslam inanç ve tasavvuf geleneğinde kesin inanç bir erdemdir. Kesin inanç insanda huzur ve güven hissi oluşturur. Bu da kalbe ferahlık verir. İslam tasavvufunun hedeflerinden biri, kalbin huzur ve sükunete erişmesidir.”

“Neyin hayalini kalbinde, zikrini dilinde taşıyorsan onun zindanında yaşıyorsun.”

“Gazzâlî’nin ilim anlayışının temelinde kişinin uhrevi hedeflere yönelişi yer almaktadır. Uhrevi hedeflere ise ancak din sayesinde ulaşılabileceğinden dini ilimler merkezi yer işgal ederler. Dini ilimlerde de asıl amaç dinin halis niyetle yaşanmasıdır. İlimlerle ilişkisini amacından saptıracak biçimde kuran ilim erbabı, Gazzâlî’ye göre aldanmıştır.” Bu gibi cümleler eşliğinde şu ana kadar yaptığım her işin başındaki niyetimi düşündüm. Ben, niyetlerimle neredeyim? Gazzâlî ile kendimi kıyaslayamam ama insan olmak noktasında inancımı ve niyetlerimi  tazeleyebilirim.

“Şübhesiz ki bu (âyetler), bir nasîhattir. Artık dileyen, Rabbine doğru bir yol tutsun.Müzzemmil suresi-19. Ayet-i Kerîme

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder