Evimizde, işyerimizde, çarşıda, pazarda ve sosyal hayatımızın bütün aşamalarında en çok kullandığımız, en çok duyduğumuz kelimelerden biride şakadır. O halde başıma gelen, bir zat yaşadığım konuyu anlatmaya başlamadan önce şaka kelimesini açıklamanın sizler için faydalı olacağını düşünüyorum. Karşındaki kimseyi kırmadan, incitmeden, eğlendirmek, güldürmek amacıyla söylenen söz ya da yapılan hareketlere şaka veya latife denir.
Şaka kelimesi günlük hayatımızda yaygın olarak kullanıldığı gibi manevi hayatımızın önemli bir parçası olan hadisi şeriflerimizde, kültürümüzde, ata sözlerimizde, şiirlerimizde, öz deyişlerimizde ve hikâye roman gibi edebi unsurlarımızın tamamına yakınında baş köşeden yerini almıştır. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed(sav) şaka konusunda söylemiş olduğu “Bir Müslümanın diğer bir Müslümanı korkutması doğru olmaz” hadisi şerifini bu konuya örnek olarak göstere biliriz. Dinimizin dört büyük halifesinden biri olan Hz. Ali ise bu hususta “Cahil insanla şaka yapmak doğru değildir. Onların halleri ve dilleri akrebin kuyruğu gibidir” buyurmuşlardır. Asrımızın yetiştirdiği büyük Türk düşünürlerden biri olan Ali Fuat Başgil ise şaka mevzusuyla ilgili olarak” En yakın arkadaşına bile, şakaların zayıf olsun. Kaba şakadan hayvan bile hoşlanmaz” diyerek şaka yaparken dikkatli davranmamızı ifade etmiştir.
Şaka konusunda; Şaka bir yana gerçekleri söylemek gerekir. Şaka ile karın doymaz. Şaka kaldıramayan gerçeği de kaldıramaz gibi söylenmiş yüzlerce atasözümüz mevcuttur. Günlük hayatımızda çevremizdeki insanları başkasına anlatırken şaka kaldırır, şaka kaldırmaz veya çok şakacı gibi cümlelerle değerlendirmeler yaparız. Berk Gürman’ın Şaka Yaptım şarkısında geçen
Şaka bile olsa deme
Ateş düşer yüreğime Nasıl razı olur gönlün Bana böyle sözler etmeye
Dörtlüğünü şakanın müziğimize bir yansıması olarak gösterebiliriz. Benim gençlik yıllarımda Çetin Çifçioğlu isimi komedyenimiz özel bir televizyonda Şakacı isminde bir program yapardı. Vatandaşlar bu programı izlerken gülmekten yerlere yatarlardı. Yazarlarımız, şairlerimiz şakayla ilgili kitaplar yazmış, şiirler söylemişlerdir. Mesela Milan Kundera’nın Şaka adında bir romanı bulunmaktadır. Ayten Özer’in Şaka Gibisin Şaka isimli şiirini şiir konusuna örnek olarak gösterebiliriz. Şaka konusunda sizlere bu kısa bilgileri verdikten sonra çalışma arkadaşlarımın kolektif bir ruh içinde bana yapmış olduğu bir şakayı sizlere anlatmak istiyorum.
Kadim şehir Adıyaman ilimizin şirin ilçesi Gölbaşı’na bağlı tarihi Belören beldesinde yedi yıl öğretmen olarak görev yaptıktan sonra kurum değiştirerek Gaziantep Üniversitesi Gölbaşı Meslek Yüksekokuluna Yüksekokul Sekreteri olarak atandım. Belören de öğretmen olarak çalıştığım yedi yıllık süreçte Gölbaşı halkının tamamıyla hemhal oldum. Gölbaşı’nın otuz köyü ile üç beldesini bir seyyah edasıyla adım adım dolaştım. Her yerleşim yerinden farklı insanlar, değişik gelenekler tanıdım. Tanıştığım insanlarla güzel dostluklar oluşturdum. Gölbaşı ilçesinin halkının kahir ekseri yatıda Pehlivan Hoca namıyla beni bağrına bastı. Meslek Yüksekokulundaki görevime başlayınca da ilçe halkıyla olan muhabbetimi kesmediğim gibi artırarak devam ettirdim.
Yüksekokulda Yüksekokul Sekreterliği görevimin yanı sıra ücret karşılığında Türk Dili derslerinde okutuyordum. Gölbaşı Meslek Yüksekokulunda ilk yıl Türk Dili derslerini okuttuktan sonra ikinci yıl Besni Meslek Yüksekokulunun Türk Dili derslerini de okutmak üzere görevlendirildim.
Besni Meslek Yüksekokulunun Türk Dili derslerini okutmak üzere haftada bir gün Besni’ye gitmeye başladım. Gölbaşı Besni arası 22 kilometre gelir. Yakın bir mesafe. Ben Besni Meslek Yüksekokulunda dersimin olduğu gün sabah namazını kıldıktan sonra arabamı çalıştırır hemen Besni’ye giderdim. Besni’nin insanı çok çalışkandır. Besni’de hayat erken başlar. Gün doğmadan önce pazar kurulur. Besni’nin köylüleri ürettiği her türlü ürünü pazarda satardı. Ben de Besni pazarından evimin ihtiyacı olan tereyağı, peynir gibi ürünlerden satın alırdım. Sabah kahvaltımı Besni’deki lokantalarda yapardım. Mesai başlayınca da okula gider dersime girerdim.
Besni Meslek Yüksekokulunun Müdürü Abdulkadir Bey beni çok severdi. Bende kendisini çok severdim. Abdulkadir Bey Gaziantep Üniversitesi Rektörü Hüseyin Bey’in gözde elamanlarından biriydi. Rektör Hüseyin Bey Besni Meslek Yüksekokulundan giden bütün talepleri eksiksiz olarak yerine getirirdi. Her türlü konuda Besni Meslek Yüksekokulu Müdürünün arkasında karlı bir dağ gibi dururdu. Besni Meslek Yüksekokulu Sekreteri Nazım abide maliye kökenli değerli bir insandı ama Yüksekokul Müdürü Abdulkadir beyle çok iyi anlaşamazlardı. Ben Nazım abiyi de çok severdim. Gaziantep’e birlikte gider, birlikte gelirdik. Hatır gönül bilen nezaketli bir insandı. Benim müdürüm Mustafa Bey’le Nazım Abi aynı köydendi.
Benim Besni Meslek Yüksekokuluna derse gittiğim günlerde Abdulkadir Bey bana yedirir içirir en iyi şekilde ağırlardı. Sohbet aralarında bana “Ben Nazım Bey ile geçinemiyorum. Nazım Bey Gölbaşı Meslek Yüksekokuluna gitsin. Sen buraya gel” diye teklifte bulunurdu. Ben de Abdulkadir Bey’e bu konuda sürekli olarak olumsuz cevap verirdim. Gölbaşı hem sosyal yönden hem de ulaşım imkanları bakımından çok güzel bir yerdi. Ayrıca ben Gölbaşı ilçesinde Pehlivan Hoca namıyla sevilen sayılan bir insandım. Bu sevgi ve saygıyı kazanmak için yedi sekiz yıl emek vermiştim. Nazım Abi içinde memleketi olduğu için Besni avantajlı bir yerdi. Bu nedenlerden dolayı benim gönüllü olarak Besni Meslek Yüksekokuluna gitmem mümkün değildi. Abdulkadir Bey’de benden iki üç kere olumsuz cevap alınca konuyu gündemden düşürmüştü zaten.
Tahmin ediyorum 2004 yılının mayıs ayıydı. Cuma namazından gelmiş, Gölbaşı Meslek Yüksekokulundaki Gölbaşı Gölüne nazır odamda oturmuş gölde yüzen kara batak kuşlarını seyrediyordum. Bir su bardağı dolusu çayı içmiş, sigarayı yeni yakmıştım. Özel Kalem sekreteri Zeliha Hanım kapımı çaldı. Benim gel demem üzerine elindeki bir sayfalık fakstan çıkmış kağıtla içeri girdi. Her zaman güler yüzlü olan Zeliha Hanım’ın morali bozuk, kelimenin tam manasıyla suratı turşu satıyordu. Elindeki kâğıdı bana uzatırken “Hocam bu nerden çıktı” dedi. Ben “Hayrola” dedim. Zeliha Hanım “Hocam sizi Besni’ye gönderiyorlar” diyerek kâğıdı bana verdi, Kendisi hızlı adımlarla dışarı çıktı.
Ben yazıyı okudum. Gaziantep Üniversitesi Personel Daire Başkanlığı antetli, Rektör Profesör Doktor Hüseyin imzalı yazıda aynen şu cümleler yazılıydı.
“Sayın Teyfik Karadaş Gaziantep Üniversitesi Gölbaşı Meslek Yüksekokul Sekreteri
Gölbaşı Meslek Yüksekokulu Sekreteri iken bugün itibariyle 2547 saylı yasanın 13/b-4 maddesi gereğince tarafımdan Besni Meslek Yüksekokulu Sekreteri olarak görevlendirilmiş bulunmaktasınız. Gölbaşı Meslek Yüksekokulundaki hizmetleriniz için teşekkür eder Besni Meslek Yüksekokulundaki görevinde başarılar dilerim.
Prof. Dr. İ. Hüseyin Filiz
Rektör “
Ben bu görevlendirme yazısını okuyunca dünya üstüme yıkıldı. Başımdan aşağı bir kova kaynar su döküldü. Kafam allak bullak oldu. Bir anda vücut kimyam bozuldu. Sanki zirvesini uzaktan gördüğüm Akdağlar üzerime yürümüş, ben milyarlarca ton ağırlığınki toprağın altında kalmıştım. Bir anda ne yapacağımı şaşırdım. Yazıyı defalarca okudum. İmza Rektör Beyin imzası. Üslup Rektör Beyin Üslubuydu. Tabi Rektör üniversite kadrosunda çalışan her personeli dilediği yerde görevlendirme hakkına sahipti. Beni de istediği yerde görevlendirebilirdi. Benim de buna itirazım olamazdı. Ben Rektör Beyi babam gibi severdim. O da beni oğlu severdi. Ben Rektör Bey için canımı seve seve verebilecek bir insandım. Okulla ilgili işlerde yüksekokul müdüründen önce beni arardı. Benim üzüntüm görevlendirme yapılmasına değil, görevlendirme yapmadan öce Rektör Beyin beni arayarak bilgi vermemesineydi.
On beş dakika kadar sessizce düşündüm taşındım ama bu işe bir anlam veremedim. An itibariyle Besni Meslek yüksekokulu müdürü Abdulkadir Bey altından girip üstünden çıkarak benim Besni Meslek Yüksekokuluna görevlendirilmem konusunda Rektör Beyi ikna etmiştir diye bir şey aklıma geldi fakat bu ihtimalide zayıf buldum. Diyelim ki öyle bile olsa dahi böyle bir görevlendirmeyi kabullenemiyordum. Nefesimi burnumdan alıp veriyordum. Allah sizi inandırsın o anda burnumu tutsalar canım çıkacak durumdaydım.
Özel Kalem sekreteri Zeliha Hanım’ın masası benim odamın giriş kapısının yanındaydı. Kapı açık olunca Zeliha Hanım’ın konuşmaları benim odamdan rahatlıkla duyuluyordu. Kapıyı açıp Zeliha Hanım’a “Bana Genel Sekreter Gonca Hanımı bağla” dedim. Zeliha Hanım santral telefonun tuşlarına şakır şukur basarak “Alo Gölbaşı Meslek Yüksekokulundan arıyorum. Yüksekokul Sekreterimiz Teyfik Bey Gonca Hanım ile görüşmek istiyor” dedi. Biraz sonra “Tamam efendim. Söylerim” diyerek ahizeyi kapattı. Benim odamın kapısına geldi. “Hocam Gonca Hanım il dışına çıkmış. Yerinde yok” diyerek gitti. Personel Daire Başkanı Hasan Bey’i bağla dedim. Onunla ilgilide içeri girip “Hocam Hasan Bey Ankara’ya toplantıya gitmiş” dedi. Ben bir türlü atama konusunda yetkili kimseyle görüştüremedi. Bu demde Rektör Beye küstüğüm için onu da aramak istemiyordum. Kimseye ulaşamayınca moralim daha da bozuldu. Sigara üstüne sigara yakmaya başladım. Bu arada Zeliha Hanım çeşitli bahanelerle ya benim odama giriyor ya da boş olan müdür odasına girip çıkarken benim durumumu profesyonel bir istihbaratçı edasıyla süzüyordu. Buna rağmen ben bu işin bir şaka olacağını hiç tahmin etmiyor, böyle bir şeyi düşünmüyordum.
Mesai bitimine en fazla bir saat kadar zaman kalmıştı. Yakın arkadaşım ve okulumuzun yemekhane işletmecisi Mutlu Tesisleri sahibi merhum Sıtkı Mutlu elindeki yemek faturasıyla odama girdi. Faturayı bana doğru uzatarak “Hocam nisan ayının faturasını getirdim” dedi. Ben “Kardeşim benim tayinim çıktı. Pazartesi günü buraya yeni bir sekreter görevlendirirler. Faturayı pazartesi günü ona verirsin” dedim. Lisanı halimden benim moralimin çok bozuk olduğunu anlayan Sıtkı Mutlu “Tamam Hocam” diyerek izinin üzerine alel acele kapıdan dışarı çıktı. Peşi sıra “Çay içelim de öyle git” diye bağırdım ama sesimi duyuramadım.
Sıtkı Mutlu gittikten sonra içeri Öğretim Görevlisi Mehmet Akça girdi. Mehmet Hoca ile iyi bir dostluğumuz ve arkadaşlığımız vardı. Ailecek görüşürdük. Mehmet Akça bana özel ortamlar da dayı diye hitap ederdi. İçeri girer girmez canı sıkılmışçasına “Dayı bir haber duyduk doğru mu? Besni’ye gidiyormuşsun” dedi. Bende “Doğru Hocam gidiyorum” dedim. Mehmet Hoca güya beni teselli ediyormuşçasına “Dayı o kadar samimiyetiniz var. Rektör Bey bunu sana yapmamalıydı. Sana yanlış yapmış dayı” gibi sözler söyleyerek benim bozuk olan moralimi biraz daha bozuyordu. O anda benim jeton dört köşe olduğu için yine düşmüyordu. Mehmet Akça’nın bana bu kadar ağır bir şaka yapacağı hiç aklıma gelmiyordu. Mesai bitimine doğru ben odayı kilitleyip dışarı çıkarken Mehmet Hoca “Dayı birlikte çarşıya gidip hem bir yerde çay içelim hem de senin durumu bir değerlendirelim” dedi. Ben de “Olur” dedim.
Mehmet Hoca’nın yanı sıra okulda görevli memurlardan Dursun Kılılı ile Erdem Odunda benim arabaya bindiler. Mehmet Hoca beni kızdırmak için inceden inceye kurulacak bütün cümleleri kuruyor, söylenecek bütün sözleri söylüyordu. Bende raydan çıkmış lokomotif misali aklıma gelen her şeyi sansürsüz olarak ifade ediyordum. Bu hengamede ben tren hattından geçip Gölbaşı Ziraat Bankasının üstündeki Bizim Çayevine çoktan varmışım ama sıkıntıdan farkında olmamışım. Arkadaşların uyarısıyla durdum.
Arkadaşları arabadan indirdim. Ben de arabayı müsait bir yere park edip geliyorum dedim. Arabayı Kandırmaz Marketin önüne park edip arabadan enince İlçe Tarım Müdürü İbrahim Sağlam ile karşılaştık. İbrahim benim dünyadaki en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Halende öyle. Üniversiteden ev arkadaşım. Hemşerim, kardeşim her şeyim. Beni görür görmez yüz şeklimden bir sıkıntımın olduğunu anladı. Yanıma gelerek “Hemşerim bir derdin bir sıkıntın mı var” diye sordu. Bende “Dert büyük. Şu çay ocağına varalım da sana anlatıyım” dedim. Bu sırada İbrahim Sağlam eski YÖK Başkanı ve Eski milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Mehmet Sağlam Beyin yeğeni olduğunu söyleyeyim. İbrahim’in sayesinde bende yıllar öncesinden Mehmet Ağabeyle tanışmıştım. Ne zaman başım dara düşse Mehmet Ağabeyin yanına gider işimi yaptırırdım. İbrahim ile Bizim Çay ocağına varıp Mehmet Hoca’nın masasına oturduk.
Ben İbrahim’e konuyu baştan sona anlatım. İbrahim “Bu iş olmaz. Ben buraya senin için geldim” diyerek bizden on metre kadar uzaklaşıp sessiz bir yere varıp amcası o zamanki Kamu Personeli Etik Kurulu Başkanı Profesör Doktor Mehmet Sağlam Beyi telefonla aradı. İbrahim’in “Amca Hüseyin Filiz bizim Pehlivan’ı Gölbaşı’n dan Besni’ye göndermiş” demesi üzerine Öğretim Görevlisi Mehmet Akça yüz metrelik hız koşusuna çıkmış atlet misali can havliyle “şaka yaptık” diyerek İbrahim Sağlam’ın yanına doğru koşmaya başladı. İşin şaka olduğunu öğrenen İbrahim “Amca yeni bir haber geldi. Pehlivanın tayini iptal olmuş” diyerek işi aynı anda toparladı.
Ben bu sırada bu şakayı tertipleyen arkadaşlara gayri ihtiyari olarak “Ulan şerefsizler beni sahipsiz mi sandınız” diye bağırarak hem öfkemi aldım hem de sevincimi dile getirdim.
Mehmet Hoca ile İbrahim Sağlam masaya yeniden gelip oturdu. Bu sırada işin şaka olduğuna değil ama İbrahim’in olaya aynı anda müdahil olmasından dolayı sevinçten göz yaşlarımı tutamadım. Dakikalarca ağladım. Ben kendimi toparlayıp moralim biraz düzelince Mehmet Akça şakayı nasıl yaptıklarını başladı anlatmaya.
Mehmet Akça daha önce okula gelen bir görevlendirme yazısını almış. Kes, kopyala, sil gibi tekniklerden yararlanarak benim için yeni bir yazı oluşturmuş. Zeliha Hanım dahil okulun idari katındaki benden başka bütün çalışanlar konudan haberdar edilmiş. Hazırlanan yazı inandırıcı olsun diye dışarıdaki bir fakstan bizim okulun faksına gönderilmiş. Zeliha Hanım bu yazıyı bana getirmiş. Genel Sekreteri ve Personel Daire Başkanını arıyor gibi davranmış ama hiç aramamış. Kapıdan bana bakarak sinirli halimi ve konuşmalarımı arkadaşlara dakikasına nakletmiş. Bana fark ettirmeden benim halime okulda bir saat kadar gülmüşler. Daha sonraki kısmı zaten ben yukarıda anlattım. Mehmet Akça konuyu anlattıkça kendi halime bende gülmeye başladım. İbrahim’de güldü. Arkadaşlarda güldüler. Konu ne olduğunu anlamasalar bile bizim kahkaha atarak gülmenize çay ocağındaki diğer insanlarda güldüler.
Şakanın yapıldığı anda üzülsem, moralim bozulsa bile bana bu şakayı yapan hiçbir arkadaşıma küsmedim, kırılmadım. Çünkü bir yıl önce buna benzer, hatta bundan ağır bir şakayı Dursun Kılılı arkadaşıma ben yapmıştım. Dursun’a saatlerce gülmüştük. Ben Dursun’a şaka yaptıktan bir yıl sonra arkadaşlarım benden öğrendikleri teknikle bana şaka yaptılar.
Atalarımız “Gülme komşuna, gelir başına” atasözünü boşa söylemiş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder