Ramazandı.
Yedinci orucu tutuyorduk. Günlerden bir cumartesi günüydü Emmi. Bahçede epey
bir gül açmıştı. Birkaç hafta önce bir gül reçeli muhabbeti olmuş, açan kokulu
kırmızı gülleri toplamıştık. Çocukların anlattığına göre toplayıp getirdiğimiz
o güllerden teyzeleri çok güzel reçel yapmıştı.
Eldiveni
giyip, budak makasını elime aldım. Bahçedeki güllerin, goncalıktan güllüğe yeni
geçmiş olanlarını bir naylon poşete topladım. En son evin alt tarafında;
içerisinde beş altı çeşit gül bulunan yerdeki kırmızı gülleri de poşete
doldurdum. Bu arada aşağıdan, komşulardan erkek sesleri çavdı kulağıma. Belli
ki koyu bir sohbet vardı. Ellerimde eldiven, bir elimde gül poşeti, bir elimde
makasla komşuların yanına indim: Köse Dayı, oğullarını ve yeğenlerini toplamış
başına. Bize göre yalan söylüyor, kendine göre laf ediyor. “Yalan” dediysem,
gerçekte yalan değil tabi Emmi. Bağlamı var. Nasıl söyleyeyim, Dükkân’daki
“Aleyh” gibi bir şey bu “yalan” işi. Yoksa Köse Dayı’nın yalanı malanı olmaz.
Hoş bir dönem muhtarlık yaptı amma, yok yok o işler bitti. Ağzı öyle alışmış o
kadar.
Neyse
Emmi laf uzun, Köse Dayı’yı bir ara ben sana tekrar anlatırım. Şu gül işinin
peşini bırakmayalım şimdi. Elimde gül poşetini görenler, her biri bir yerde gül
yeri salık verdiler. Esasen bizim bu güller, tam kırmızı gül sayılmaz. Gerçek
reçellik gülün aşağıda, Ağalar Oymağı’nda olduğuna karar verildi. Fakat poşette
epey gül birikmişti, oraya gitmeye gerek yok dedik. Bizim bahçelerimizdeki
güller yeter de artar bile. Hatta Hüseyin Kocaseki’ye giderken, Topal Hasan
rahmetlinin İsmail’inin bahçesindeki gülleri görmüş, İsmail’e “başkanım kırmızı
gül topluyordu, telefon edeyim de gelip bunları da alsın, sana lazım değilse”
demiş. İsmail de “olur” demiş. Hüseyin aradı İsmail’in beni beklediğini
söyledi. Biraz utangaç, biraz mahcup bir şekilde gidip oradakileri de toplayıp
geldim.
Akşamüstü
elimde iki poşet kırmızı gül oldu Emmi. Gece teravihten geldikten sonra,
aldığım tarif üzere gül reçeli hazırlığına başladım. Öyle göründüğü gibi kolay
bir iş değilmiş doğrusu. Gülü sağ eline alacaksın; rüzgâr ve güneş tarafından
incitilmiş, sarsılmış yaprakları dışarıda bırakıp kalan sağlam yaprakları sol
elinle yerinden koparacaksın. Eline aldığın gül yapraklarının, gülün gövdesine
tutunmasını sağlayan beyaz yerlerini küçük bir makasla keseceksin. Kestiğin
temiz gülleri bir kaba koyacaksın. Sadece kırmızı yerleri kalan gül
yapraklarını kullanacaksın, reçel yapmak için Emmi.
Beyaz yerleri kesilmiş,
böründen-böceğinden temizlenmiş yaprakları en az üç defa yıkayacaksın. Yıkanmış
olan gül yapraklarını, tamamen kuruması için birkaç gün süzekte bekleteceksin. Yaprakların
temizlenme, yıkanma ve kurutma işi bittikten sonrası kolay artık. Derin bir
tencerede yüz gram güle, bir bardak su ve bir bardak şeker hesabıyla kaynatıp
işi bitireceksin. Burada önemli iki nokta daha var ki onlar da göz ardı
edilmemelidir.
Birincisi; yapraklar iyice
kaynayıp acısı gidince şekeri ilave edeceksin.
İkincisi; hani, cevizli pekmez
sucuğu hapısasını pişirirken, hapısanın yüzü “karı döşü” gibi olunca
indiriyorduk ya ateşten, bunda da kaynayan kazanda kabarcıklar oluşmaya
başladığı zaman indireceksin.
***
Aynen tarif ettiğim gibi yaptım
Emmi. Yapraklar tencerede kaynamaya başlayıncaya kadar her şey normaldi. Tencerenin
kapağını açtım ki ne göreyim: Gül yaprakları soğuktan donmuş köylü çocuklarının
yanakları gibi al al olmuşlar. Kazanda kaynayan gül yaprakları değil, rengini
kaybetmeye başlamış gül yanaklar Emmi!.. Yüzlerce, binlerce gül yanak. Yara-bere
içerisinde!..
Nasıl bir eziyet güle Emmi. Eyvah
Emmi gül kaynatılır mı, gül yenir mi? Üstüne üstlük demet demet olan kırmızı
gül!.. Bebeğin, çocuğun, annenin, babanın ve hatta ninenin yanaklarını;
dünyanın en güzel kokusunu, en güzel rengini tarif etmek için, insanoğlunun
ağzının içinde her an hazır bulunan “gül”e bu yapılır mı Emmi?
Gül Yanak, sevgilinin en güzel,
en nezih görüntüsüdür. Gül yanak ayna sayılmaz mı Emmi bir yönden. Seven
kendini, sevdiğinin yanağında görmez mi Emmi. Gül yanak değil mi Emmi aşığın
kaderinin yazılı olduğu sayfa ve bir gül yanak değil mi Ferhat’a Bîsütûn
Dağı’nı deldiren Emmi?
O gül ki; Âdem babamızın
affedilerek dünyaya gönderildikten sonra, sevincinden yüz yıl boyunca döktüğü
gözyaşlarından meydana gelmiştir. Gül, cennetten gelen gözyaşlarının dünya
toprağına verdiği candır, armağandır Emmi. Gül, ateşe atıldığında Hazreti
İbrahim’i konuk eden bahçenin çiçeğidir. Ve “Gül Muhammed teridür, bülbül anun
yâridür” dediğidir Yunus’un.
Vay Emmi. Vay ki ne vay. Nasıl
bir yol ki, bir milim ilerleyememişiz. Nasıl bir puha –atın kaçıp gitmesin
diye, iki ön ayağını birbirine bağlamaya yarayan zincir- ki ayaklarımızdaki, çakılıp
kalmışız bunca yıl bırakıldığımız yerde?
Hal bu ki biliyordum. Gül somunla
yenecek bir şey değildi.
Yine biliyordum ki gül midenin
değil, kalbin gıdasıydı Emmi.
Seyrimde bir şehre vardım
YanıtlaSilgördüm sarayı güldür gül
sultânımın tacı tahtı
bağı duvarı güldür gül.
gül alırlar gül satarlar
gülden terâzi tutarlar
gülü gül ile tartarlar
çarşı pazarı güldür gül.
toprağı güldür taşı gül
kurusu güldür yaşı gül
has bahçesinin içinde
serv ü çınarı güldür gül.
gülden değirmen döner
onun ile gül öğünür
akar suyu döner çarkı
bendi pınarı güldür gül.
al gül ile kırmızı gül
çift yetişmiş bir bahçede
bakışırlar hâre karşı
hârı ezhârı güldür gül.
gülden kurulmuş bir çadır
içinde nîmeti hazır
kapıcısı llyas hızır
nânı şarabı güldür gül.
Ûmmî sinan gel vasfeyle
gül ile bülbül derdini
yine garip bülbülün
ah ü figanı güldür gül.