RÜZGARIN KANATLARINDA BİR LEYLAK KOKUSU / Hidayet BAĞCI


“Günü aydınlatan yüce varlığa hamdolsun!” diyerek kütüphanenin penceresini açtı Ömer Âsaf ve rüzgarla birlikte konuk olan leylakların kokusunu ciğerlerine çekti. Zaten onu bu hale getiren bu efsunlu kokular değil miydi? Ömer Âsaf okulun kütüphanesinde sıradan bir hizmetli gibi görünse de onun da hisseden/duyan bir kalbi vardı, sonuçta o da diğerleri gibi bir insandı. Günün en erken vaktinde gelir, kitapları ve rafları itinayla sildikten sonra hayatına anlam katan kitapları demirbaş sırasına göre dizerdi. Bir yandan da bu hafta okuması gereken kitaplarını seçerdi. Zaten onu dünyaya bağlayan bu kitaplar olmasa o kiminle konuşacak, kalbinden başka kimin sesini duyacaktı? Ömer Âsaf sağır ve dilsiz olarak dünyaya gelmiş olmanın acısını içinde yaşasa da işaret diliyle anlaşarak, çalıştığı bölümde herkesin kalbini kazanmış değerli bir insandı. Ömer Âsaf’ın duruşu ve davranışlarından onun sağır ve dilsiz olabileceği ihtimali dahi yoktu. Yakın arkadaşları onunla anlaşabilmek için işaret dilini öğrenmişlerdi. Uzaktan bakan biri, Ömer Âsaf’ın değil de yanında ona işaret diliyle bir şeyler anlatmaya çalışan arkadaşın sağır ve dilsiz olabileceğini düşünebilirdi.

Ömer Âsaf’ın gözleri, çoğu zaman kütüphanenin müdavimi olan, çalışma masasında ders çalışan üniversiteli genç bir kıza takılı kalırdı. Bu genç kız her vize haftasında kütüphaneye gelir, kendine bir masa seçer ve ders kitaplarını tek tek açar, sınavlarına çalışırdı. Sınavları bittikten sonra kütüphaneye düzenli aralıklarla gelir beğendiği bir kitabı seçer, bir saat kadar kitabını okur ve giderdi. Ömer Âsaf, bugün her zamankinden farklı bir halde gördü bu genç kızı… Adının Ecehan olduğunu ders çalıştığı defterin kapağındaki yazıdan öğrenmişti. Kütüphanede rafların tozunu alırken kitabını okuyan Ecehan’ın bir sayfada saatlerce kaldığını fark etti. Adına kitap kurdu dediği bu kızın bir sayfaya saatlerce dalgın ve donuk bir şekilde bakmasına çok şaşırdı. Onun yakınından geçerken Ecehan’ın okuduğu kitabın sayfasını not aldı ve kütüphaneden aynı kitabı alarak o sayfayı okudu. Ecehan’ın altını çizdiği cümleye atıfta bulunarak bir kâğıda şu cümleyi yazdı.

“Ölümün kıyısından geçerken ben de uğradım uçurum vadisine. Biliyordum ayağıma takılan prangalarımın doğuştan olduğunu. Bu yüzden kendim olmaya karar verdim, prangalarımı severek!...”  

Ona bu cümleyi Ecehan’ın masadan kalktığı bir zamanda onun defterinin arasına yerleştirerek vermeyi uygun buldu, sessizce… Ecehan masasındaki defterinin arasında bulduğu bu yazıyı okuyunca şaşkına döndü. Kalbi güb! güb! atmaya durunca etrafına bakındı ilkin… Kütüphanede rafları düzenleyen görevliden başka birkaç öğrenci vardı. Herkes kendi meşguliyeti içindeydi. Ecehan bu sessiz kağıtlara bir anlam veremedi. Okuma saati bitince müdavimi olduğu bu kütüphanedeki köşesinden kalktı ve evine doğru gitme hazırlığı içine girdi. İçinden karar verdi yarın bu kütüphaneye bu saatlerde gelecek, her zamanki yerinde olacak ve bu kâğıdı bırakan kişinin kim olduğunu çözecekti.

Ömer Âsaf, Ecehan’ın gidişini sessiz bir şekilde kitapların arasından izledi ve gülümsedi onun telaşlı adımlarına. Adımların sesini duymasa da Ecehandaki heyecanı anlamıştı. Kim olsa aynı tepkiyi verirdi. Ömer Âsaf evine gittiğinde yemek sonrası divana uzandığında anladı yorulduğunu, biraz uzandı ki annesi Ayşe hatun elinde çay tepsisiyle içeri girdi. Ayşe hatun her zaman bu vakitlerde onunla yorgunluk çayı içerdi baş başa. Hiçbir acı yarasız başlamaz ve hiçbir yara da acısız iyileşmezdi. Ayşe Hatun oğlunun sessiz dünyasında, kalbindeki sesten başka bir ses duymadığını biliyordu. Kütüphanenin bahçesinde açan leylakların kokusundan başka hiçbir koku da onun dünyasına girmemişti. Ömer Âsaf bugün Ecehan’ın kitabında okuduğu cümleyi ve onun neden bu çağda bu düşüncelere daldığını düşündü.

Sabahın kuşlara, çiçeklere umut vermesiyle güne başlayan Ömer Âsaf yine her zamanki görevini ifa etmeye başladı. Kütüphanenin penceresini açtı ve içeriye dolan leylak kokusunu yine ciğerlerine “oh mis!” demek niyetiyle çekti. Vakit ikindi olduğunda kapıda Ecehan’ı gördü, yine o da görevini ifa eden memurlar gibi çalışma masasına oturdu ve çantasından kitabını çıkardı ve başladı Sur Kenti Hikayelerini okumaya…

“Ben Sur Kentini bir insana benzetirim: Evleri birer hücre gibi düşün, küçük ara sokaklarımızı vücudumuzdaki ince damarlar say, ana caddelerimizi kalın damarlarımıza benzet, şehrin meydanını yüreğimiz kabul et. Eskiden her yandan temiz kan akardı Sur şehrinin yüreğine; çarpıntısı dakik ve sağlıklıydı, ama artık değil.”

Ecehan sayfaları okudukça derinleştiğini hissetti, bir anda durakladı ve gözleriyle kütüphaneyi gözden geçirdi. Kimler vardı ya da kimler yoktu bilmeliydi, o kağıdı defterinin arasına bırakanı bulmalıydı. Kütüphanede birkaç öğrenci ve rafları düzenleyen bir görevliden başka kimse yoktu. Ecehan başını okuduğu kitaptan kaldırdı ve pencerenin önündeki leylak ağacına baktı. Sonra okuduğu kitaptan bir cümlenin altını çizdi:

“Bazıları, kimsenin anlayamayacağı bir eziyetin nöbetini tutarlar, bir türlü kapatamazlar dünyayla aralarındaki uçurumu.”

Ömer Âsaf, Ecehan’ın bugünkü halini anormal gördü ki dünkü yaptığı şeyi yapmak istemedi. Leylakların kokusu ona bugün hiçbir not bırakmamasını tembihlemişti ve o da kendisine denileni yaptı. Ertesi gün ve daha sonraki günlerde de hiçbir not bırakmayarak umursamaz bir halde davranmayı seçti.  Ama Ecehan’ı daldığı uykudan uyandırmayı sağlamıştı. Umursamıyor gibi görünse de o bir hafta içinde iki kitap bitiren kız gitmiş yerine haftalardır aynı kitabın tek bir sayfasını okuyan kız gelmişti. İnsan tekrara düşüyorsa ya anlamıyordur ya da uykuda olduğu için zamanını çalıyordur.

Ömer Âsaf haftalardır onun yaşadığı bu duruma duyarsız kalamazdı ve onun defterinin arasına yine bir not bıraktı.

“Uyumak, sessiz kalmak gibidir ama sen ölme!...”

Ecehan bu cümleye baktı ve “Ölümü beklediğimi benden başka kim bilebilir?” diye dilinden mırıltı şeklinde bu cümleler düştü ve her bir kelime buzdan bir heykel gibi devrilmişti yere, kırıldı ve dağıldı tüm buzlar. Ecehan’ın saatlerce tek bir sayfada dalıp altını çizdiği tek cümle şuydu:

“Ölmeyi hiç bu kadar çok istememiştim…”

Ecehan ölüme hazırdı, kalbinde birden fazla delik vardı ve doktor durumunun kritik olduğunu söylemiş uygun bir kalp nakli olmazsa yakın zamanda öleceğini söylemişti. Bu düşüncelerle o gün kütüphaneye gelmiş ve dalmıştı. Ölürse neler olacaktı? Onun yokluğunu kim fark edecekti?

-Hiç kimse!

Şimdi onu bu hayata bağlayan küçük umut kağıtları bir bilmecenin içine sürükler gibiydi. Ecehan masanın üzerine bir not bıraktı ve gitti…

“Beni fark etmiş olmanız beni hayata bağlamaz ama ben yavaş yavaş ölüme yaklaşıyorum. Yarın ameliyat masasında da sonsuza dek uyuyabilirim. Bu zamana kadar zihnimde hiçbir fikir sancısı çekmemiş olan ben, şimdi sizin kim olduğunuz konusunda fikir yürütmeye başladım. Ama sizin kim olduğunu öğrenmek için o masadan kalktığım gün buraya geleceğim.”

Şaşırma sırası Ömer Âsaf’a geçmişti. Ecehan ne ameliyatından bahsediyordu, bir türlü anlam veremedi bu duruma ama merakla onun gelmesini bekledi. Leylak ağaçları da çiçeklerini rüzgarla birlikte savurdu, elma ağaçları meyveye dursa da Ecehan’dan haber yoktu. Bir anda kayıplara karışmıştı bu kitap kurdu genç kız. Günler ayları kovaladı Ömer Âsaf’a bir gün bir mektup geldi.

“Değerli Ömer Âsaf ağabey,

Denizler dalgalarını ne kadar çok kıyıya vurursa taşlar da bir o kadar suyun kendisine dokunmasıyla şeklini alır. Bizler çevremizde olup bitenlere karşı duyarlıyız lakin beş duyumuzla hissiyatımızı geliştiremiyoruz. Siz bunu başaran ender insanlardansınız. Benim kalbimde ufak bir sorun vardı doktor bana büyük bir operasyon geçireceğimi söylediği gün işte o gün yıkıldım. Yaşamaya dair ümitleri olan ben bir daha ne leylak çiçeğinin kokusunu duyacaktım ne de Sur Kenti Hikayeler kitabına kaldığım yerden devam edecektim. Bunun bana verdiği acıyı siz daha iyi bilirsiniz. Defterimin arasına bıraktığınız küçük umut kağıtları bana ışık oldu. Kalbime güç verdikçe iyileştiğimi anladım. Teşekkür ederim bana hastalığımın son günlerinde destek olduğunuz için.

Baki kalınız…

Kitap kurdu Ecehan.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder