Ben
yemeğimi bitirinceye kadar, çapraz masadaki adamı da çözdüm. Önce İsmail
Usta’ya, benim ve “çözdüğüm” o kişinin, aynı zamanda masada beraber oturduğu
diğer arkadaşının da paralarını ödedim. Sonra paçalarını henüz bitirmiş olan;
aşağı yukarı aynı yaşta, beyaz saçlı, buruşuk yüzlü adamların yanına vardım. Tanıdığım
adamın karşısına geçip oturdum. “Afiyet olsun” dedim. Kendilerine sormadan
hesaplarını ödediğimi, on sekiz yirmi yıl önce Kanlıkkavak’ta arabamızın
bozulduğunu ve kendisinin bizi Göksun’da misafir ettiğini söyledim. “Hatırlar
mısın” diye tekrar ettim. Başını biraz daha kaldırdı, hafızasındaki bilgileri başının
arka tarafına toplarmış gibi bir hareketten sonra; “evet” dedi “seni
hatırladım, sen bir yerin belediye başkanıydın.”
Evet,
ben bir yerin belediye başkanıydım Emmi. İki meclis üyesi ve bir dostla
birlikte, belediye başkanına iade-i ziyarette bulunmak üzere Afşin’e gidiyorduk.
Henüz Kanlıkavak Beldesini geçmiştik ki bir anda arabaya bir şeyler oldu. Çok
hızlı gitmememize rağmen, yine de belli bir hızı olan araba üç beş metre
içerisinde, asfalta bir şeylerin sürtünmesiyle durdu. Arabayı şoförlüğüne
güvendiğimiz, neredeyse çocukluğundan beri her çeşit aracı çok rahatlıkla
kullanan Mehmet Usta sürüyordu. Dört kişi dört taraftan indik ki ne görelim; 1994
model, daha beş yaşında olan makam arabasının diferansiyeli; arka
tekerleklerden biraz geride, iki tarafında kendisini araca bağlayan bir kısım
kablo mu desem, demir mi desem onların tutmasıyla yerde duruyor. Her birimiz
arabanın arka tarafından eğilerek, birer ikişer defa yere düşen parçaya baktık.
Doğrusu şu ki; arabanın yerinden kımıldaması bile imkânsız, bir kurtarıcı
bulunup, kamyona yüklenecek ve sanayiye öylece götürülecek.
Afşin
tarafına doğru giden ilk arabaya el kaldırdık. Bilirsin Emmi biraz da resmi bir
arabanın başında olduğumuz için, bir adamcağız yanımızda durdu. Olayı anlattık
“buyurun” dedi, “Ben de Afşin belediyesi meclis üyesi bilmem kimim.” Adamı sana
tarif edeceğim de Emmi, tam zihnimi toparlayamıyorum. Hoş toparlasam bile
arabanın şoför koltuğunda oturan, başında uzun durnalı -şapkanın öt tarafı,
giyenin gözünü güneşten koruyan yeri- turuncu şapka bulunan, yüzü ve gömleğinin
açık bulunan ikinci düğmesine kadar olan, boğazından iman tahtasına güneşten
yanmış, zayıf bir adamın neyini tarif edeyim sana Emmi. Ne boyu hakkında ve ne
de yürüyüşü hakkında en ufak bir bilgi sahibi değilim. Kaldı ki bizim konumuz
sana adam tarif etmekten ziyade, başımıza gelen belayı hikâye etmektir.
Arabasıyla
bizi getiren adam da bizimle beraber girdi başkanın yanına. Başkan ayağa kalkıp
tek tek hepimizle tokalaştı, sonra gidip geri masasına oturdu Emmi. Bana mı
öyle geldi, gerçekten mi öyleydi bilemedim ama sanki biraz soğuk buldum ben
arkadaşı. Çaydan sigaradan sonra arabasına bindiğimiz arkadaş müsaade isteyip
gitti. Biz vakit geçmiş olmasına rağmen bir müddet daha kaldık makam odasında.
Birkaç defa bizim arkadaşlarla göz göze geldik ama o kadar. Başkan kafasını
kaşımaya, önündeki kâğıtlara bakmaya başladığı anda da müsaade istedik. Başkan
bizi kapıdan yollarken, şoföre Göksun’a kadar bırakması talimatıyla emrimize
bir zabıta arabası tahsis etti. Bildiğin çift kabinli; arkası zabıtaların el
koyup belediyeye getirdiği, daha sonra mal sahibinin başkana çıkıp geri aldığı,
zabıtaların, mallarına el koydukları “seçmenin” yanında başkandan bir ton fırça
yediği, çarşının olmadık yerinde satılan veya yönetmeliklere uymayan malların
ve terazilerin yüklendiği kasalı bir kamyonet ve onu kullanan bir belediye
şoförü ile çıktık yola. Adamın belediye şoförü olduğunu şuradan anla ki, yol
bitinceye kadar ağzından tek kelime laf alamadık. Bir ara; olur da günün
birinde bir yerde karşılaşırsak, herife sahip çıkıp, bir daha teşekkür ederim
diye aynadan yüzüne şöyle bir bakmak istedim; fakat adamdaki bu karanlık yüz,
yeryüzünde bir daha olamayacağı için hemen bakmaktan vazgeçtim. Adam; canlı
taşımıyor da sanki babası ölmüş, morgdan son bir defa evine el öptürmeye
götürüyor Emmi.
Hayati Vasfi Taşyürek bizim gibi
Afşin yolunda kaldığında, Ahmet Çıtak’ın kendisine yazdığı bir şiir vardı, hayal
mayel aklıma oradan bir dörtlük geldi, hafif bir tebessümle:
“Kim
netsin dışarıda altı ay yatsan
Yok mu
idi paran bir taksi tutsan
Şoföre
fayda etmez ne etsen
Hemen
kendin üz bakalım Hayati”
Laf aldı başını gitti Emmi. Adam bizi bir götürüş götürdü ki Göksun’a, yolda bizim arabayı bile çalkap görebildik. Ne bileyim ben; adam arabaya bir de “şoför gözüyle” bakar sanmıştım. Neyse ki arabamız kaldığı yerde duruyordu.
Şoförler
cemiyetinin önüne bir bırakış bıraktı ki; arabasının kasası kum kamyonu gibi
havaya kalksaydı, daha arabayı durdurmadan üstünden atardı bizi.
Dışarıda
iki kişi oturuyordu, bizi görünce ayağa kalkıp buyur ettiler. Mehmet Usta beni
belediye başkanı olarak kendisine takdim ettiği, şoförler cemiyeti başkanını
tanıyormuş. Onlar kucaklaşıp, hâl hatır sordular. Bizimle de samimi bir şekilde
elleştiler. Çay geldi, açlığımız susuzluğumuz soruldu. Başımızdan geçenleri
Mehmet Usta anlattı. Başkan bir kamyoncuya telefon etti, ardından cemiyetin
kurtarıcısının şoförüne gerekli emirleri verip, bizim aracın yerini tarif etti.
“Yarın öğleden önce araba Maraş’ta olacak.” dedi. “Sizi arabayla da gönderebilirim,
birazdan otobüs gelir onunla da gidebilirsiniz.” diye devam etti. Arkadaşlarla
göz göze geldikten sonra otobüse karar verdik. Belediye şoförü faciasını
yaşamamış olsaydık, belki arabayla gitmek bile aklımızdan geçerdi.
Otobüse
bindiğimizde hava kararmıştı Emmi. Ben otobüsün sağ tarafında pencere kenarına
oturdum. Afşin’den gelirken kendimi o kadar sıkmışım ki, babasından kötek yiyip
ağlaya ağlaya uyuyan çocuk misali ara sıra içimi çektiğimi fark ettim neden
sonra. Bir kere “belediye şoförü” kendince haklıydı Emmi; adamın mesaisi bitmek
üzereydi bizi aldığında.
Aradan
bunca zaman geçti, köprülerin altından geçen sular, o zaman aldığımız yaraları
iyileştirdi hamdolsun. Ancak kurt misali yediğimiz ayazı bir türlü unutamadık
Emmi: Biz seçimi kazanmıştık. Bir teknik hata yüzünden bizim kasabada ikinci
bir seçime hükmetti, seçim kurulu. İki aylık bir propaganda ve masraf döneminin
ardından, kırk gün daha çalışmaya devam edecektik. Esasen ben çalacağım
minarenin kılıfını hazırlamıştım; ilk seçimden sonra en az altı ay hayatımızı
idame ettirecek maddi kaynağı bir tarafa bırakmıştım. Bunun yanında
belediyedeki acil işler için de kredi kartlarım vardı cebimde. Fakat bu ikinci
seçim öyle oldu ki, elde avuçta bir şey kalmadığı gibi, bir o kadar da borçlanmak
zorunda kaldık. Belediyemiz İller Bankası’na borçlu olduğu için aylardır bir
kuruş ödenek alamamıştık, dolayısıyla maaş da.
Milletvekili,
partinin il, ilçe yönetimi, partili belediye başkanlarının bulunduğu bir
toplantıda, bu yanına gittiğimiz şahıs belediyemize destek sözü vermişti. Aradan
bunca zaman geçmesine rağmen kendilerinden bir haber çıkmayınca, bugün o konu
için gitmiştik doğrusu. Sabahtan beri yaşadıklarımızdan anlamışsındır aldığımız
sonucu herhalde Emmi.
Akşamın
karanlığında otobüs Püren Geçidi’ne doğru tırmanırken, gözlerim de yavaş yavaş
kapanmaya başladı.
Yarın;
bir kamyon, Afşin yolunda harap olan kartalı Maraş’a getirecek Emmi. Kamyoncuya
para verilecek, bedelini ödemeden tamirci kartala dönüp bakmayacak.
DAYIM Kalem tutan ellerine sağlık
YanıtlaSil