“Kalk
yolcu yol zamanıdır
Kervan sürmeliyiz”
Hasan
Ejderha
Aksu
Köprüsü’nden geçip, Hacımustafa Çiftliği’nden kasaba yoluna döndüğümüzde; evden
çıktık çıkalı bir yağıp bir duran kar da kararını bulmuştu. Önümüzde uzanan
ovanın her yerine aynı hız ve aynı irilikte iniyordu kar taneleri. Yalnız,
arabanın ön camına; şeker topağına üşüşen bal arıları gibi biraz daha hızlı ve
biraz da çok düşüyordu.
Bir
iki Deliçay civarında, bir iki de Önsenaltı’nda karşımızdan araba geldi.
Kurtlar’a doğru ilerledikçe ne karşımızdan ne de arkamızdan araba gelmez oldu.
Yokuşu bitirip Kurtlar’a gelirken araba karda bir sağa bir sola gidip geldi.
“İstersen dönelim” dedim. “Bu kar ne ki başkanım biz çok daha fazla kar yağan
günlerde gidip geldik. Bir de yolun sonunda baraj olduğu için bu yol sürekli
açık olur. Hem önümüzdeki belediyelerin ve hem de barajın kepçeleri var.” dedi,
az önceki yalpalamadan hiç etkilenmemiş gibi görünen kartal şoförü. O yüzde
gördüğüm kendine güven ve kararlılığa itimat ederek “sen bilirsin” dedim.
Fatmalı’nın
Mercimekler Mahallesi’ni çıktık, mezarlığı geçtik tepenin başında bir anda
arabaya bir şeyler oldu ve bir kar yığınının içine daldık Emmi. İleri gitmenin
imkânı olmadı, geriyi denedik yok! Olduğumuz yerde çakılıp kaldık bir anda.
Birimiz sağdan, birimiz soldan indik: Manzara korkunç, tekerleklerin yarısına
kadar kara gömülmüşüz. Ve arabanın dışında durma imkânı yok: Biraz önce ovada
gördüğümüz o sakin, bal arılarına benzeyen kar orada kalmış buraya rüzgâr;
hiddetli, vurduğunu devirmeye çalışan, değdiği yeri delip geçmek için seğirten
zalim, eşkıya yapılı; zehirli iğnesini paltodan, ceketten geçiren eşekarıları
gibi bir kar getirmiş.
Aynı
anda şoför de ben de kendimizi arabanın içinde bulduk Emmi. İçeriden görünen
manzara da dışarıdan çok farklı değil. Kar arabanın ön camını neredeyse
kapatmak üzere. Bir iki dakikalık şaşkınlıktan sonra şehirde, elinde büyük
salâhiyet bulunan bir müdür dostu aradım. Bu ve bunun gibi müdür dostlarla
tanışıklığım, belediye işine girmeden önce çalışmış olduğum firmadan kalma
dostluklardan dolayıdır Emmi. Çoğu zaman bu arkadaşlar fakir fukaraya yapmış
olduğu yardımlara bizim firmadan da kaynak sağlayarak, yazılacak sevaptan
şirketin de pay almasını sağlarlardı. Dolayısıyla hemen hepsini direkt
telefonlarından arayacak kadar samimiydim. Aradığım “salâhiyetli” kişi,
“Kayseri yolu kapalı, birçok ilçelerde millet yolda kalmış.” dedikten sonra,
“Ne işin var bu karda kışta kasabada, evinden su mu çıktı?” diye şakayla
karışık paylamayı da ihmal etmedi sağ olsun.
Bulunduğumuz
yer bir tepenin başı, sınırdaki evleri birbirine çok uzak olmayan iki
mahallenin ortası. Burada yırtıcı hayvan olmaz. Fakat bu rüzgâr ve bu kar
olduğu müddetçe ne kurda ne başka bir vahşi hayvana da gerek yok. Kurt bizi
dışarıda parçalar fakat bu rüzgâr ve karın meydana getirdiği soğuk arabanın
içinde de öldürür. Tehlikenin büyüğü şu ki; rüzgârın bulup getirdiği karlar her
dakika arabayı kaplamaya başladı, kapılar yavaş yavaş beyaz duvarla örülüyor.
Dünyada her şeyi düşünüp bitirmiş olan direksiyon başındaki yoldaşım, düşünüyor
gibi durmasına rağmen hiçbir şey düşünmeden, bugün işe alınmış ve ilk defa o koltuğa
oturmuş gibi emanet bir oturuşla oturuyor. Beni sorarsan Emmi; ben henüz
düşünülecek şeyleri düşünüp bitiremediğim için, birçok şeyi aynı anda düşünmeye
ve çözüm bulmaya çalışıyorum. Yoldaşımdaki o sakinlik, bendeki bu hengâme
arasında verilecek kararı buldum:
“Kalk
yolcu yol zamanıdır”
Arabada
bizi soğuktan koruyacak ne varsa aldık. Paltolarımızın yakalarını kaldırıp,
börklerimizi kulaklarımıza kadar indirdik. En yakın barınak Fatmalı Belediye
binası. Önümüzde fazla yokuş olmayan bir buçuk iki kilometrelik bir yol var.
Fakat bu rüzgârın küre-i arzın en soğuk yerlerinden toplayıp, olanca hızıyla
suratımıza çarptığı kar oraya ulaşmamıza müsaade eder mi bilinmez Emmi. Emmi bu
nasıl bir kar? Şairlerin ipeğe, kelebeğe, meleğe benzettikleri kar değil bu herhalde.
Bu saniyede bilmem kaç kilometre hızla suratımıza çarpan; şehirde montlu,
bereli, çizmeli ve ellerinde eldiven bulunan çocukların üzerinde oynadığı, adam
yaptığı ve kucaklayıp birbirlerine attığı kar değil Emmi. Bu olsa olsa köyde;
ayakları yalın, sırtlarında; yıllardır giyile giyile kolları bileklerine yukarı
çıkmış, alt tarafı göbeklerinden aşağıya inmeyen eski bir gömlek veya kazakla kışı
çıkartmak zorunda olan çocukların ayaklarını, bacaklarını kemiren kızıl kızıl
kanatan beyaz canavardır.
Üç
beş defa kapıyı çalmamıza rağmen açan olmadı. Açan olmadığı gibi, içeride insan
olabileceğine ihtimal uyandırabilecek bir emare de göremedik. Belediyenin içinde
ne bir ses ne bir davış yok Emmi. Belediye “Kar Tatili”ne girmiş. “Bir de okula
bakalım.” dedik. Evet, okulun bacasından boz bir duman tütüyor. Bir solukta
okuldayız. Kapısı kapalı. Çaldık. Bir müddet sonra bir adam çıktı. Bildiğin
adam. Kapıda verdiğimiz selamı salonda aldı. Hatta iade etme usul olmuş
olsaydı, iade edip bizi dışarı atacakmış gibi bir edayla aldı selamımızı. Adam
arkamızda biz önde ilk açık kapıdan içeri girdik. Gördüğümüz en yakın
sandalyeleri alıp sobanın başına geçtik. Bir yandan çoraplarımızın içinden
pantolonlarımızın paçalarını çıkartıp, ayakkabılarımızı ve çoraplarımızı
kurutmaya çalışırken, bir yandan da kendimizi tanıtmaya koyulduk. Kime mi Emmi?
Sobayla, açık bulunan kapı arasında –kapıya daha yakın- zebella gibi dikilen,
yüzünün şekli bizimle her an kavga etmeye hazır, hatta kavga etmek, zıtlaşmak
için bahane arar gibi duran; insanlığını ve kişiliğini yapmak istediği role
kaptırmış olan; çandır, tülek, mahmuza çıkartmış, çam yarması, zangoç bozuntusu
bir insan taklitçisine.
-Okula
benden başka kimse gelmedi. Ben de kapatıp gideceğim. Herkesin enayisi ben
miyim? Sobadan mı, duvarlardan mı geldiği belirsiz bir ses. Fakat bir an
düşününce sesin kaynağı belli oldu. Bu, on beş dakikadır beraber olduğumuz
adamın selamdan sonra kurduğu ilk cümlelerdi. Üç cümlenin her kelimesi, her
harfi bir küfür gibi, tükürük gibi odanın içini kaplamış, çinke çinke yüzümüze
gözümüze yapışmıştı.
-Seni
tutan mı var emmioğlu? Biz zaten bir kürek arıyoruz. İki dakika da üstümüzü
başımızı kurutalım dedik. Karagün yoldaşım benden önce atılmıştı Emmi… Ve
ikimiz aynı anda hazırlanmaya başladık. Pantolonlarımızın paçasında ufak tefek
senelmiş –tam kurumamış- yerler olsa da çoraplarımız, börklerimiz ve
ayakkabılarımız kurumuştu nasıl olsa.
Elimizde
bir kürek, ağzımızda elvan-i çeşit lafla tekrar kartalın bulunduğu Fatmalı yolunu
elimize aldık...
Devam Edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder