“…Her niyet aslını temsil eder ve özü güzel olursa güzelliğine mutluluk katar…”
Toprak suyla birleşince suyun mu
yoksa toprağın mı bilemediği bu koku, toprağın içinde kendince yol alan bir su
misali anılarına yol alıp uzayıp gidiyordu, Ayşe Sultan’ın hatıraları arasında.
Önce en son yaşadıkları düştü zihnine sonra dört yaşındaki çocukluğu onu mutlu
etmeye çalıştı, karpuz tarlasında oturup yediği bir dilim karpuzla… Oysa
önündeki meyve tabağının içinde sadece dalından yeni koparılmış birkaç tane incir
vardı ve düşündü: “Neden bir dilim karpuz geldi aklıma?”
Aslında insanı mutlu etmek, en
küçük ayrıntılarda saklansa da teselliler gibi en sona kalır. Önce en acı
durumları hatırlarsın, yalnız kalırsın ve sonrasında toparlanmak için mutluluk
kuyusuna inersin. Orada gördüğün ilk yere oturursun. Kuyu kendini doldurmaya
başladıkça birkaç mutlu anı varsa kuyunun duvarlarında, onlara bakarsın. Ayşe
Sultan’ın yaşadığı bu hal dişlerinin arasında ezilse de hatırladıkları da onu
ezmişti. Sonra ağzındaki incirin incir olduğunu, anılarının bir dilim karpuzla
mutlu olduğunu fark etti. Şehre gitmek için yol kenarında annesi ve babasıyla
otobüs bekledikleri bir gün bir su kaynağının başında oturmuşlardı. Toprağın
içindeki su kaynağı berrak olduğu kadar ağızda şekerimsi bir tat bıraksa da Ayşe
Sultan o zamanlar da mutluydu. Çok uzakta bir tarla gördü, toprağın üzerinde binlerce
irili ufaklı koyu yeşil toplara benzeyen cisimler vardı. Onları görünce
eteğinin ucundaki ziller dile gelip şarkı söylese de bekledikleri otobüs her an
gelebilirdi. Ayşe Sultan’ın dudaklarından gözlerine bir yay edasıyla kıvrılan
gülüşü babasının da içini ısıttı. Hilmi Usta da gözleriyle olur şeklinde izin
verdi, Ayşe Sultan’ın karpuz tarlasına gitmesine. Toprak o kadar yumuşaktı ki Ayşe
Sultan koştukça ayakları toprağın içine gömülüyor gibiydi.
“…İnsan toprağa basmalıydı ki
aslını bulduğunda kendini bulmalıydı…” diyerek anılarının arasına koştu Ayşe
Sultan. İkinci inciri yediğinde mutluluk kuyusundaki o küçük kız çocuğu karpuz
tarlasındaki küçük koyu yeşil karpuzlara dokunmuştu ki babası Hilmi Ustanın
sesiyle kendine geldi.
“-Kızım otobüs gelmek üzere haydi
gidelim.”
Oysa o burada kalıp bu gördüğü
toplarla oynayacaktı. Ama ona onların birer top olmadığını anlatacak birileri
olmalıydı. Ancak tarlanın bir diğer ucunda oynayan yedi yaşındaki küçük
şalvarlı Akif Emre onu ikna edebilirdi. Akif Emre tarlaya koşan küçük kızın kim
olduğunu bilmese de önündeki küçük karpuzların içlerini oyarak oyuncak yapsa da
karpuz çekirdekleri isteklice toprağın içine düşüyordu, gelecek seneye yeniden
karpuz tarlası olabilmek umuduyla. Ayşe Sultan’ın peşi sıra gelen Hilmi Usta
toprağa diz çökerek kızının mutluluk kahkahası atan bakışlarını incitmeden
anlatmalıydı, gördüklerinin birer top olmadığını….
“-Kızım, gördüklerin hafif değil
onlar çok ağır ve içleri çok dolu.”
Dakikalarca dil dökse de Hilmi
Ustanın kızı inatla bastığı yerde durdu, dimdik. Akif Emre’nin babası durumu
uzaktan gördü. Oğlunun elinden tutup Ayşe Sultan’ın durduğu toprağın köşesine
yaklaştı ve elindeki bıçakla karpuzlardan birini kesti. Nereden bilsin Akif
Emre’nin babası, bu inatçı kız çocuğunun kirpiklerinin ucunda asılı kalan birer
su damlasının tutunduğu yerden sonbaharda düşmeye hazır bir yaprak gibi
kopacağını.
“-Baba, mutluluğum kesildi…”
“-Kızım, mutluluk hayal
ettiklerin olsa da gerçeği görmek için yaşamak da bir mutluluktur…”
Ayşe Sultan valizini toparlarken o
gün otobüse yetişmek için elinde bir dilim karpuzla babası Hilmi Usta’nın
kucağında koştukları günü anımsayarak gülümsedi. Akif Emre’nin karpuzdan
yaptığı oyuncakları gördüğünde o bir dilim karpuzun top olmadığına o kadar çok sevinmişti
ki, şimdi Ayşe Sultan herhangi birinin hikayesinde kötü olarak gördüğünün
başkasının hikayesinde iyi olabileceğini kavramıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder