BESNLİ FARUK AMCA / Teyfik KARADAŞ


Belde halkı üzümleri kurutmuş, pekmezleri kaynatmıştı. Bağ yaprakları sararmış, yılın son mahsulü armutlar olgunlaşmıştı artık. Herhâlde eylül ayının son günleriydi. Belören ilköğretim Okulunda öğretmen olarak göreve başladım. Engizek Dağlarından Gaziantep’e doğru esen güz yelleri Belören’i biraz serinlettikten sonra menziline doğru ilerliyordu. Belörenliler kış mevsiminde yakmak için bağlarındaki kuruyan ağaçların odunlarını evlerine nakletmek için bal yapan arı misali gayret sarf ediyorlardı. Bazı evlerin önlerinde yufka ekmek yapmak için toplanan kadınların telaşı kış mevsiminin yaklaştığının habercisi gibiydi.

Ben ise göreve yeni başladığım için okulda görev yapan öğretmen arkadaşları yakından tanımaya çalışıyordum. Beldede görev yapan asker, sağlıkçı, ptt memuru gibi diğer kamu görevlileriyle tanışmaya gayret ediyordum. Okula gelen velilerle, kahvede görüştüğümüz insanlarla hem hal olmaktan mutlu oluyordum. Göreve başladığımın ikici haftasıydı sanırım. Ziyaretime seksen yaşlarında fötr şapkalı, takım elbise giymiş, kravatlı yöre halkıyla mukayese ettiğimde aristokrat sayılabilecek nitelikte bir amca geldi. Bu amca tanışma esnasında bana isminin Faruk Gönül, mesleğinin eski politikacı olduğunu söyledi. Faruk Amcanın kültürlü bir insan olduğu lisanı halinden anlaşılıyordu. Belören gibi bir Güneydoğu Kasabasında Faruk Gönül gibi aristokrat bir insanla tanıştığım için ne kadar sevindiğimi kelimelerle anlatamam. Ben o güne kadar Faruk Amca gibi entelektüel, kültürlü insanların metropol şehirlerde, özelliklede Ankara’nın Çankaya ilçesinde yaşadığına inanırdım. Faruk Amcayla tanışınca bu düşüncemin yanlış olduğunu fark ettim. Esasen bütün Belörenliler çalışkan ve değerli ve insanlardır. Ülkemizdeki en güzel Besni Üzümünü Belörenliler üretir, en iyi buğday firiğini Belörenliler yetiştirerek yurt dışına satarlar. Faruk Amcayı belde halkından ayıran en önemli özellik ise kültür seviyesinin yüksek olmasıydı. Aksi takdirde farklı yönlerden üstün meziyetleri olan yüzlerce insan bulabilirsiniz Belören’de.

Faruk Amcayla tanıştıktan iki gün sonra ders saati bitiminde vakit geçirmek için beldede bulunan jandarma Karakoluna gitmiştim. Karakol Komutanı karakolda yoktu. Beni Komutan Yardımcı Nihat Bey karşıladı. Nihat Beyle karakolun kameriyesine oturduk. Benim geldiğimi görünce Fuat ve Necmettin uzman çavuşlarda kameriyeye geldiler. Kameriyede bulunan arkadaşlarla çay içip muhabbet etmeye başladık. Karakolun nizamiyesi kuzey cephenin ortasında, kameriye ise batı cephesi ile kuzey cephenin kesiştiği noktada idi. Ben oturduğum yerden nizamiyeyi tam olarak görüyordum. Biz bir bardak çayı içip bitirmeden Faruk Amca emekli bir general edasıyla elindeki at başlı Ahlat yapımı bastona basaraktan nizamiyeden içeri girdi. Faruk Amcanın karakola gelmesiyle bahçede mıntıka temizliği yapan üç beş asker hafiften bir tebessümle hazır ol vaziyeti aldı. Faruk Amca başındaki lengerli fötr şapkasını çıkartarak askerleri selamladı. Bu arada kameriyede birlikte oturduğumuz rütbelilerde ayağa kalkarak Faruk Amcayı alkışlamaya başladı. Rütbeli askerler ayağa kalkınca alkışla masamda zorunlu olarak bende ayağa kalktım. Faruk Amcanın üzerinde açık kahverengi renkte bir takım elbise, beyaz gömlek ve elbisesinin renginde bir kravat vardı. Elbisenin üzerinden hâkî renkli mevsimlik bir palto giymişti.  Gözünde siyah ve kaliteli bir güneş gözlüğü takılıydı. Başındaki siyah renkli fötr şapka görenlerin nazarı dikkatini cezbediyordu. Ayağına giydiği ayakkabı yeni boyanmış, yolların kör noktalarına koyulmuş tümsek aynalar gibi parlıyordu. Faruk Amcanın bütün kıyafetleri gökkuşağının renkleri gibi uyum içerisindeydi. Kullandığı saati anlatmaya gerek yok. Kolundaki saat sağ bileğinin üzerinde kahramanlık beratı kadar şık duruyordu. Faruk amcanın zarafeti ilk bakışta bile kendisinin mühim bir insan olduğunu ele veriyordu.

Faruk Amca bu coşkulu karşılama töreninin ardından kameriyeye gelerek benim sağ tarafımdaki boş olan sandalyeye oturdu. Başındaki fötr ve üzerindeki paltoyu çıkarttı. Kameriyenin direğinde bulunan askıya astı. Yüzündeki ter izlerinden uzak bir yoldan yürüyerek geldiği anlaşılıyordu. Peçeteyle terini sildi. Biraz soluklandı. Ortam normalleşince hâl hatır sorma faslına geçildi. Komutan Yardımcısı Nihat Bey “Hoş geldin Besnili Faruk” dedi. Nihat Beyin Faruk Amcaya bu hitabı esnasında kameriyede bulunan uzman çavuşların hafiften tebessüm etmeleri benim dikkatimden kaçmadı. Ev sahibi sıfatıyla kameriyede bulunan askerler hâl hatır sorma faslını tamamlayınca sıra bana geldi. Bende “Hoş geldiniz. Nasılsınız? İyiminsiniz? Faruk Amca” dedim. Faruk Amcada bana “iyiyim. Rahatım. Bir sıkıntım yok. Sureti katiye de bu köyden hiç kimse ile teşriki mesai etmem. Bir karakola gelirim. Bir de zat-ı aliniz gibi münevver şahsiyetlerle teşriki mesai ederim. Benim neyime lazım ağam” dedi. Hoşuma giden bu güzel sözlerden sonra Faruk Amcayla güncel konular üzerine muhabbete devam ettik. Faruk Amca geçmiş yaşamıyla ilgili bir hatırasını anlatırken Demokratik Partiden Besni Vilayet Meclisi Azalığına seçildiğini söyledi. Ben o ana kadar nasıl bir tepki vereceğini bilmediğim için Faruk Amcaya Besnili Faruk konusunu sormaya çekiniyordum. Faruk Amca Besni’den söz eder etmez gol pası almış bir forvet oyucusu gibi Faruk Amcaya Besnili Faruk meselesini sormaya karar verdim. Faruk Amca sözünü bitirir bitirmez “Faruk Amca arkadaşlar size neden Besnili Faruk diyorlar” diye sordum. Faruk amca da bana “bir uzun hikâye hocam. Şimdi anlatırsam uykun gelir, sıkılırsın” dedi. Ben ise “Hayır Faruk Amca. Bilakis memnun olurum, çok sevinirim” dedim. Faruk Amcanın bu esnada birdenbire gözleri doldu. Oturduğu sandalyeyi kameriyenin duvarına, sırtını da sandalyenin arkalığına yaslayıp, masanın üzerindeki sürahiden bir bardak su doldurup içtikten sonra başladı anlatmaya. Hikâyenin bundan sonraki kısmını hep birlikte Faruk Amcadan dinleyelim. Bakalım ne olmuş.

Hocam; bildiğiniz gibi ben 1950 yılında yapılan mahalli idareler seçimlerinde Demokrat Partiden Besni Vilayet Meclisi Azalığına seçildim. O tarihte Besni Malatya Vilayetine bağlı bir kaza idi. Malatya dada Vilayet Meclisi Azaları arasında yapılan seçimlerde hem Türkçe hem Osmanlıca okuma-yazma bildiğim için Vilayet Meclisi Umum Azalığına seçildim. 1954 yılında Adıyaman’ı vilayet yaptık. Ben 1960 yılına kadar Adıyaman dada Vilayet Meclisi Umum Azası olarak görev yaptım. Adıyaman’da Demokrat Partinin önemli isimlerinden biriydim. Vilayet Protokolünde yer alan amirlerle teşriki mesaim çok iyiydi. Adıyaman İl Jandarma Komutanıyla, İl Emniyet Müdürüyle, Cumhuriyet Başsavcısıyla oturur, kalkar, yerdim içerdim. 1960 yılında askeri cunta darbe yaparak devlet yönetimine el koydu. Demokrasi askıya alındı. Seçilmiş kişilerin görevine son verildi. Demokratik Partinin önemli adamları tutuklanarak ya cezaevine kondu ya da sürgün edildi. Adıyaman’dan tutuklanan Demokrat Parti yöneticileri ise Sivas Kabak Yazıya gönderildi. İl Jandarma Komutanının tavassutuyla ben tutuklanmadım. Evimi Adıyaman’dan Belören’e taşıyarak hayatımı burada idame ettirmeye başladım. Kendi nahiyemden bile tutuklanmadığım için rahatsız olan insanlar vardı. Rahatsız olduklarını yüzüme karşı söylüyorlardı. Askerlerin evime gelerek beni tutuklaması an meselesiydi. Ben tutuklanırım diye cezaevine götüreceğim valizi hazırladım ama bir türlü tutuklamam yapılmıyordu.

Adıyaman İl Jandarma Komutanıyla lokantacılık yapan Ahmet adında ortak bir arkadaşımız vardı. Bir gece Ahmet Belören’e yanıma geldi.  Ahmet’le yemeğimizi yedik, çayımızı içtik. Sohbete başladık. Ahmet bana” Faruk abi vaziyetler iyi değil. Beni komutan gönderdi. Faruk’un hakkında yüzlerce şikâyet dilekçesi geldi. Ben kendini koruyamaz oldum. Faruk Adıyaman’ı terk etsin. Ortalık sakinleşinceye kadar iki-üç ay başka yede kalsın” dedi. Ben misafiri sabah erkenden yolcu ettim. Komutandan gelen mesajı dikkate alarak Adana’nın Bahçe Kazasının Bilalik Köyünde yaşayan asker arkadaşım Mehmet’in yanına gitmeye karar verdim.

Valizimi hazırladım. Eşten dosttan harçlık yapmak için bir miktar borç para buldum. Gece yarısı çocuklarım uyuduktan sonra eşimle helalleşip yaya olarak yola düştüm. Gece yolda giderken duyduğum kurt ulumalarından, çakal seslerinden biraz korktum ama yine de Yaradan’a sığınıp yoluma devam ettim. Yolculuk yaparken ayın dolunay şeklinde olması işimi biraz kolaylaştırdı. İki saat yürüdükten sonra Çelik İstasyonuna ulaştım. Adana istikametine giden bir trene binerek memleketten ayrıldım. Trenin durduğu her istasyona beni tutuklamaya gelen asker var mı diye bakıyordum. Gördüğüm her insandan sivil polis mi diye korkuyordum. Eşimden çocuklarımdan ne kadar ayrı kalacağımı bilmiyordum. Yasal olarak bir suçum olmadığı halde sılamı terk etmek çok zoruma gidiyordu. Politika yaptığım dönemde memlekete hizmet etmekten başka bir işle uğraşmadım. Böyle kederli, böyle üzüntülü bir haleti ruhiye içinde güneş doğarken Bahçe İstasyonuna ulaştım. Vagonun arka kapısından inip istasyondaki kalabalığın içine girmeden Bahçe’nin yolunu tuttum. Çarşıdan arkadaşımın çocuklarına hediye etmek üzere basma, kumaş, şeker gibi ufak tefek hediyeler aldım. Aldığım hediyeleri bir paket yaptırıp bir elime kendi valizimi, bir elime hediye paketini alıp balta girmemiş çam ormanlarının arsına doğru giden Bilalik köyünün yoluna revan oldum. Köyün Kazaya yürüme mesafesinde olduğunu biliyordum. Kuşluk vakti olmadan köye intikal ettim.

Köye vardığımda asker arkadaşım Mehmet evinin yanındaki bahçede çalışıyormuş. Beni görünce kazmayı küreği bırakıp bahçe duvarından atlayarak yola indi. Bana iki eliyle birden sarılarak sevinçten göz yaşları döktü. Onun ağladığını görünce bende ağladım. Dakikalarca o ağladı, ben ağladım. Sonra arkadaşımın evine vardık. Askerden terhis olduktan bir yıl sonra arkadaşım Mehmet’i ziyaret etmiştim. O zaman dört yaşlarında bir oğlu bir de iki üç aylık yeni doğmuş kızı vardı. Bu vardığımda o çocuklar büyüyüp evlenmiş, Mehmet’in dört çocuğunun daha olduğunu gördüm. Anlayacağınız Mehmet iki kız, dört erkek olmak üzere altı çocuk babası olmuş. Evde olan çocuklar elimi öptüler. Evlenip ayrılan çocuklarda akşam ziyaretime geldiler. Akşam olunca arkadaşımın annesi, babası, kardeşleri ve komşuları da başıma toplandılar. O gün arkadaşımın evinde bayram havası yaşandı.

 Gece yarısı çocuklar uyuyup, misafirler dağılınca durumu arkadaşıma anlattım. Konuşmamın sonun dada arkadaşıma “Mehmet kardeşim, uygun görürsen burada bir iki ay kalmak, saklanmak istiyorum. Uygun görmez sende yarın başka bir yer giderim. Ancak benim kaçak olduğumdan kimsenin haberi olmasın dedim. Arkadaşım Mehmet’te “Kardeşim Faruk sen ne diyorsun. Benim evim, senin de evin. İstediğin kadar kalabilirsin. Evde kuru yavan, un bulgur ne varsa birlikte yeriz” dedi. Kazaya rahat gidip, gelmem için bana birde siyah merkep tahsis etti. Arkadaşımın bu asil davranışın fevkalade memnun oldum. Damın başında benim için serilen yatağa yattım. Yolculuğun vermiş olduğu yorgunlukla aralıksız on saat uyumuşum. Sabahleyin kahvaltımızı yaparken arkadaşımın eşi de evlerinde dilediğim kadar kalacağımı söyledi. Bunun üzerine benim mutluluğum, memnuniyetim iki katına çıktı.

Bilalik Köyünde yaşamaya başladım. O günkü şartlarda köyde elektrik yok, su yok hatta haber dinlemek için radyo bile yoktu. Ben günlük olarak merkeple Bahçe kazasına gidip gelmeye başladım.  Kazaya vardığımda merkebi güvenilir bir yere bağlıyor, bende radyosu olan bir kahveye veya çay ocağına oturup haberleri dinliyordum. Haberleri dinledikçe de üzülüyordum. Çünkü Genel Başkanımız merhum Adnan Menderes dahil onlarca dava arkadaşımız idamla yargılanıyordu. Tutuklamalar devam ediyor, dava arkadaşlarımıza bilinçli olarak zulüm ediliyordu. Akşam köye dönerken de kaldığım evin gaz, tuz gibi ihtiyaçlarını alıyordum. Arkadaşımın hem ailesi kalabalık hem de ekonomik durumu çok iyi değildi. Gün bulup gün yiyor, kıt kanaat geçiniyordu. Bilalik Köyünde bu şartlar altında iki ay kadar kaldım. Cebimdeki harçlık iyice azaldı. Arkadaşımın zaten maddi durumu iyi değil. Bana da memleketten para getirecek kimse yoktu. Kara kara düşünmeye başladım. Bu durumdan bir çıkış yolu bulmalıydım. Bir çıkış, bir çözüm yolu bulmak için düşünürken, aklıma bileği taşı çıkartıp satmak geldi.

Bir gün yevmiyesiyle arkadaşım dahil beş tane işçi tuttum. Bilalik köyünden yirmi çuval bileği taşı söktürdüm. Söktürdüğüm taşları da merkeplere yükleyerek Bahçe Tren İstasyonuna naklettim. Bahçe Tren İstasyonundan da bu taşları trenle Sivas’a gönderdim. Bende arkadaşım ve bütün aile fertleriyle helalleşip, vedalaşıp Sivas’a gittim. Sivas’ta çok geniş arkadaş çevrem vardı. Onların yardımıyla bir haftada bileği taşlarının on beş çuvalını köşkerlere, saraçlara, kasaplara sattım. Yapmış olduğum ticaretten iyi para kazandım. Elimde beş çuval bileği taşı kaldı. Sivas’ın saygın esnaflarından Köşker Mustafa Usta elimde kalan bileği taşlarını Tokat’a götürmemi tavsiye etti. Orada bulunan Köşker Kazım Ustanın bana yardımcı olacağını söyledi.

Köşker Mustafa Ustanın tavsiyesine uyarak beş çuval bileği taşını trenle Tokat’a gönderdim. Bende Sivas’tan Tokat’a giden vabis marka bir otobüse binerek Tokat’a hareket ettim. O zaman araç sayısı yetersiz olduğu için otobüs ağzına kadar yolcuyla doldu. Hatta ayakta kalan yolcular bile vardı. Ben otobüsün arka koltuğunda oturuyordum. Benim ön tarafımda askerden yeni terhis olmuş yirmi- yirmi beş yaşlarında sarhoş bir genç oturuyordu. Sarhoş genç naralar atarak otobüsteki bütün yolcuları rahatsız ediyordu. Özelliklede önünde oturan elli yaşlarındaki tesettürlü kadını söz ile taciz ediyordu. Ben bu durumdan çok rahatsız olduğum halde, müdahale ettiğim takdirde; aramızda çıkacak olan arbedede sarhoşa gücüm yetmez diye korkuyordum. Sarhoşun ettiği küfürler, yapmış olduğu el kol hareketleri nedeniyle içim içimi yiyordu. Otobüs yolcu indirmek için Çamlıbel’de mola verdi. Ben otobüsten inerek otobüsün muavinine “ben bu sarhoşa müdahale edersem, bana yardımcı olur musun?” diye sordum. Muavinde “yardımcı olurum amca” dedi.

Muavinden destek sözü alınca, otobüse hemen geri bindim. Sarhoş genç nara atmaya, önünde oturan kadını ağza alınmayacak küfür ve hakaretlerle taciz etmeye devam ediyordu. Sarhoş gence “Anayın yaşındaki bu kadını niye rahatsız ediyorsun. Ayıp değil mi oğlum. Senin anan, bacı yok mu?” dedim.  Sarhoş genç bana” Sen kim oluyorsun lan.” Demez mi. Genç daha sözünü bitirmeden “Bana Besnili Faruk derler oğlum” diyerek bir şahin kuşu gibi tepesine atladım. Aramızda kısa süreli bir arbede yaşandı. Sarhoş genci önce bir yılan ölüsü gibi otobüsün koridoruna yatırdım. Sonrada muavinin de yardımıyla otobüsten aşağı yolun şarampolüne attım. Muavinin devam et sesiyle şoför hareket etti. Yapmış olduğum bu kavgadan dolayı, rahatsız edilen tesettürlü hanım efendi başta olmak üzere bütün yolcular bana teşekkür etti. Bende kendimi tanıttım. Yaptığım işin bir insanlık görev olduğunu ifade ettim. Tokat’ta Köşker Kazım Ustanın yanına gideceğimi söyledim. Otobüs Çamlıbel’den hareket ettikten sonra Köroğlu Dağlarının göklere yükselen sedir ormanlarının arasından bir ceylan gibi süzülerek bir saatte Tokat’a intikal etti.

Muavinin tarifi üzerine zafer kazanmış komutan edasıyla Kazım Ustanın dükkanına en yakın yerde otobüsten indim. Beş dakika sonra da yürüyerek Köşker Kazım Ustanın dükkanına vardım. Kazım Ustaya Sivaslı Köşker Mustafa ustanın selamını söyledim. Kazım Usta beni sevgiyle muhabbetle karşıladı. Önce yemek ikram etti, sora çay söyledi. Kazım Usta yetmiş yaşlarında, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına, Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etmiş akil bir insandı. Ülkedeki gelişmeleri yakından takip ediyor, hiçbir darbenin memlekete fayda getirmeyeceğini ifade ediyordu. Benim yaşlarımda Ali ismindeki oğluyla birlikte çalışıyorlardı. Yanlarında beş-altı kadarda çırakları vardı. Kazım Usta bileği taşları gelirse, satmasını sen kaygı etme. Ben onları bir günde satarım dedi. Oğlu Ali ile yaş taş olduğumuz için muhabbeti koyulaştırdık. Dertli Pınar filmini izlemek için akşam sinemaya gitmeye karar verdi. Bu arada ikindi vakti olmuş, bende yorgunluğumu atmıştım.

Kazım Ustanın dükkanına iki tane toplum polisi geldi. Polislerden birisi “Besnili Faruk kim?” diye sordu. Kaçma, saklanma gibi bir şansım olmadığından “benim” dedim. Polis bana “Savcı Bey sizi istiyor” dedi. (Bu sırada benim beynime yıldırımlar çarptı. Çamlıbel’de otobüsten attığımız sarhoş genç ölmüştür diye düşündüm. Bu nedenle de Savcı Beyin beni tevkif edeceğine inandım. Darbeden dolayı askerlerin zulmünden kaçarken, gurbet elde boş yere katil oldum herhalde dedim. Sırtımdan soğuk terler akmaya başladı. Nasıl korktuğumu anlatamam.) Ben polise korkulu bir haleti ruhiye içeresinde “Savcı Bey beni niçin çağırdı? Beyefendi” dedim. Polis “Bilmiyorum” dedi. Köşker Kazım Usta gün görmüş, geçirmiş bir insan olduğu için beni adliyeye yalnız göndermedi. Oğlu Ali ile birlikte gönderdi. Polisler koluma kelepçe takmadılar. Ali Ustayla birlikte Savcı Beyin kapısına vardık. Polis Savcı Beye “Besnili Faruk denen şahsı getirdik efendim” dedi.

Ben Savcı Beyin odasına girdim. Savcı beyin gösterdiği koltuğa oturdum. Savcı Bey çay söyledi. Çayı içmeye başlayınca bana “Sen Sivas’tan gelirken yolda bir hadise vukuu bulmuş. Bu hadiseyi anlatır mısın?” dedi. Ben de size anlattığım gibi hadiseyi baştan sona Savcı Beye anlattım. Savcı Bey “Teşekkür ederim Faruk Bey. O yardım ettiğiniz kadın benim kayın validem olur. Bu akşam yemeğinde seni misafir edeceğim. Sana Tokat Testi Kebabı ikram edeceğim” dedi. (Bu sözü duyar duymaz zihnimdeki bütün korkular silindi. Üzüntüm birdenbire sevince dönüştü. Sevinçten gözlerimden yaşlar döküldü) ben ise dışarıda bekleyen arkadaşımın olduğunu söyledim. Savcı Bey Ali Ustayı da içeri aldı. Üçümüz birlikte çay içtik. Daha sonra Savcı Beyden izin isteyerek Ali Ustayla birlikte dükkâna döndük.

Savcı Bey akşam ezanı okunduktan sonra Ali Ustayla beni dükkândan alarak Tokat’ın en lüks lokantasına götürdü. Lokantada karnımız doyuncaya kadar testi kebabı yedik. Lokantadan çıkınca Savcı Beyle vedalaşarak ayrıldık. Ali Usta beni evde misafir etmek istedi ise de ben bunu kabul etmedim. Çarşı merkezindeki şu anda ismini hatırlamadığım bir otelde yattım. Sabahleyin kaktım. Tren İstasyonuna giderek bileği taşlarını teslim aldım. Bileği taşlarını bir at arabasına yükleyerek Köşker Kazım Ustanın dükkanına getirdim. Kazım Usta iki günde bileği taşlarının tamamını esnaflara yüksek fiyattan sattı. Parasını bana teslim etti. Sivas’a otobüs bulamadığım için Tokat’ta bir gece daha kaldım. Tokat’ta kaldığım son gece Ali Usta beni önce berbere, sonra hamama götürdü. Hamamda iyi bir kese oldum. Kese olurken vücudumun kirleriyle birlikte sıkıntılarımda aktı gitti. Ali Usta o gün beni zorla eve götürdü. Sabah kahvaltısından sonra Kazım Ustayla, Ali Ustayla vedalaşıp evlerinden ayrıldım.

Tokat’tan bir otobüse binerek Sivas’a geldim. Sivas’ta çarşıdan ufak tefek biraz hediye alarak Kabak Yazı Askeri Kışlasında göz altında bulunan Demokrat Partili arkadaşlarımı ziyarete gittim. Kışlanın nizamiyesine vardığımda kapıda beni askerler çevirdi. Kimliğimi alarak ziyaretçi kartı verdiler. Askerlere ziyaret süresini sordum. Nizamiye kulübesinden çıkan bir teğmen “Ziyaret süresi bir saat ama senin ziyaret süren iki saat Faruk Amca” dedi. Ben arkadaşların tutulduğu binaya gittim. Said Bey, Mithat Bey ve diğer arkadaşlar beni görünce sevindiler. Ooo.. Faruk’ta geliyor diyerek alkışladılar. Benim tutuklandığımı sandılar. Ben onlara “Oğlum ben tutuklanmadım. Sizleri ziyarete geldim” dedim. Ziyaretimden çok memnun oldular. İki saat oturduk. Sohbet ettik. Hasret giderdik. Ziyaret süresi bitince ben ağlayarak arkadaşlarımdan ayrıldım.

Nizamiyeden çıkarken bana bir saat yerine iki saat görüşme izni veren teğmeni buldum. Teğmene “Komutanım, herkese bir saat görüş izni verdiğiniz halde; niçin bana iki saat görüş izni verdiniz?” dedim. Teğmende “Faruk Amca ben Adıyaman’ın çok mahrum bir köyünde öğretmen olarak çalışıyordum. Şehir merkezine yakın bir köye tayin yaptırmak için uğraştım ama bir türlü yaptıramadım. Tanıdığım bir arkadaşınız vasıtasıyla sizin yanınıza geldim. Maarif Müdürüne söyleyip tayinimi aynı gün yaptırdınız. Size izin vermeyim de kime vereyim.” dedi. O günkü şartlarda teğmene bir zararım olur düşüncesiyle, muhabbeti daha fazla uzatmadan oradan ayrıldım.

Sivas’ta demir yolu müteahhitliği yapan arkadaşım Ziya’nın şantiyesine geldim. Arkadaşım Ziya beni bağrına bastı. Beni şantiyede özel bir odaya yerleştirdi. “Burada istediğin kadar kalabilirsin” dedi. Bu arada ben memleketten ayrılalı üç ay olmuştu. Dinlediğim haberlere, okuduğum gazetelere göre darbecilerin öfkesi biraz inmiş, ülkede hayat normalleşmeye başlamıştı.  Sivas Postanesine gittim.  Adıyaman’da lokantacılık yapan arkadaşım Ahmet’i telefonla aradım. Ahmet’e telefonda” Ben memleketten ayrılalı üç ay oldu. Gurbet elde zor durumdayım. Komutan ile görüş bakalım. Benim için ne diyor” dedim. Ahmet’te “Baş üstüne arkadaşım” dedi. Bir gün sonra Ahmet’i aynı saatte yeniden aradım. Ahmet “Komutanla görüştüm. Artık memlekete dönebilirmişsin” dedi. Bu haberi alınca dünyalar benim oldu.

 Bunun üzerine Sivas’taki arkadaşlarımla vedalaşıp, bir trene binerek memlekete döndüm. Böylelikle üç aylık sürgünüm bitmiş oldu. Memleketime eşime, çocuklarıma kavuştum. Ben üç ay ortalıkla görünmeyince aleyhimde bir sürü dedikodu çıkarmışlar. Kimisi Faruk yurt dışına kaçtı demiş. Kimisi tutuklandı demiş. Kimisi eşkıya gibi dağda yaşıyor demiş. Eşim ağzı sıkı bir kadındı. Benimle ilgili açıklama yapmadan vaziyeti idare etmiş. Bu süreçte de benim tutuklanmamı isteyen muhaliflerimin heyecanları azalmış. Benim memlekete döndüğüm gün eşim bir kurban kestirip fakir fukaraya dağıttı. Bu belayı böylece başımızdan def etmiş olduk. Ülkemize Allah bundan başka bela vermesin. Çok zor. Çok kötü   günler yaşadık hocam diyerek hikayesini tamamladı Faruk Amca.

Hocam bu hadiseyi size anlattığım gibi; geçen gün de Nihat Beye anlattım. Çamlıbel’de yaptığım kavgada sarhoş gence “Bana Besnili Faruk deler demem Nihat Beyin hoşuna gitmiş, Nihat Bey o günden sonra bana Besnili Faruk diye hitap ediyorlar” dedi.

Faruk Amcadan bu anıyı dinleyince hem ağladım hem de güldüm. Memleketimizin haline üzüldüm. Bundan sonra Faruk Amcayla ölünceye kadar dostluğum devam etti. En az yüz kere sohbetinde bulundum. Birçok anısı dinledim. Allah ömür verdiği sürece anılarını yazıp sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

 

12 yorum:

  1. Eline yüreğine sağlık yakın tarihimize bir ışık için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Bu hatıraları gelecek nesillere miras bırakmak için çaba sarf ediyorum

      Sil
  2. yüreğine, yüreklerinize sağlık. keşke FARUK AMCA gibi siyasetçiler ve gönlü geniş olan insanların sayısı bol olsa.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Faruk Amca gibi insanları mum yaksak arasak bulamayız artık

      Sil
  3. Faruk amcayı rahmetle anıyor ruhu şad mekanı cennet olsun.Ailedostumuzdu.

    YanıtlaSil
  4. Allah rahmet eylesin. Çok ufku geniş bir insan olarak tanıdım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Allah rahmet eylesin. Ondan çok şey öğrendim.

      Sil
  5. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah kalemine yüreğine sağlık abi

    YanıtlaSil
  6. Emşerim ara vermeden okudum. Çok güzel anlamlı, yaşanmış gerçek bir hikaye. Selamlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim hemşerim

      Sil