BİR MELEK KAPINIZI TIKLARSA / Hidayet BAĞCI

 

Hayat tevafuklarla o kadar çok doluyken, ben bir köşede tesadüf olarak kalamazdım. Tevafuk kelimesinin anlamı etrafında dolaşmadan onu gerekli ölçüde tanımlamalıydım. Sahi, onu denk ve uyumlu hale getiren ne olabilirdi? Bu kadar kelime içinde seçildiğine göre elbet üstünlüğü olacaktı.

Akşam kendini geceye bırakırken dünyayı beş dakikalığına da olsa unutmaya niyet ederek, seccadem elimde gecenin mihrabına adımladım. Seccademi kıblegâha doğru serdim, şükür namazını kıldıktan sonra biraz tefekkür ve tefeyyüzün ruhuma iyi geleceğini idrak ederek içimdeki odayı düzenlemeye çalıştım. Önce dağınık düşüncelerimin varlığından soyutlanmalıydım. Bunun için odamda köşesini bulamayan eşyaları yani gereksiz olanları çöpe atmaktan başlamalıydım. Önce ümitsizliği inancın suyuyla iyice yıkamalıydım, adı ümit olsun diye. İnanç, insana lütfedilen ve insanın ruhuna üflenen ilk kelime “Hu!” gibidir. İnançla birlikte ümidim kuvvetlenmeliydi. İnsan ümitvar oldukça kibir kelimesi de onun karşısında tuzla buz olabilirdi. Çünkü inanç temizleme gücüne sahip tek etkili suydu, zem zemin insana şifa olması gibi.

Odamın içini göz ucuyla süzdükten sonra şöhret aynasını düzelteyim derken kasıtlı olarak onu yere düşürdüm. Bulunduğu yeri hiçbir zaman beğenmeyen bu ayna kırıldı ve o da kibir gibi tuzla buz oldu. Onu da attım çöpe.

Çöp kutusuna atılan kırık ayna parçalarından sonra kıskançlık odamı bir lamba edasıyla aydınlatırken onun ışığından rahatsız oldum. Bu lamba odamda bir güneş edasıyla durmamalıydı. Bu aydınlık güneşin hakkıydı. Bu nedenle lambayı besleyen kabloyu kestim. Odamın duvarlarında yankılanan bir ses vardı. Bu ses odamı süsleyince ne lambanın yokluğunu hissedebildim ne de aynanın kırıklığını. O sesin eşliğinde başladı bu hikaye. Evet, o sesle birlikte bir melek kapınızı tıklarsa kirpiklerinizden kaymasına engel olamadığınız o tek bir damla yanağınızdan süzülürken adı mutluluk olur, şükür olur.

İnsan, insan olma sanatını kullanmayı beceremiyorsa ya şeytani bir hale gelir ya da meleki bir özellik kazanır. Ben öyle bir melek tanıdım ki insan olmayı beceremiyordu. Ne şöhretin alkış seslerini duyuyordu kulakları ne de kıskançlık lambasının aydınlığı ile bakabiliyordu dünyaya. Dünya gözüyle gördüğüm bu melek bana fani olan bu dünyada insan suretiyle nefes almayı öğretiyordu. Şimdi ben bu melek karşısında nasıl insan olabilirdim?

Seccademin ucunda bir “vav!” edasıyla dururken birden “mim’leşti” hâlim. O melek karşısında kirpiklerimden kaymasına engel olamadığım her bir gözyaşı, yağmur misali omzuma dokundu ve takva gömleğim bu yağmurla ıslandı. Gözlerimden süzülen her bir yağmur tanesini elimin tersiyle silerken, gözyaşının ve ağlamak nimetinin mutluluktan ziyade şükür olduğunu idrak ettim.  

Gözlerimi açtığımda seccadem olduğu yerde, ayna duvarda ve tüm eşyalar olduğu köşeyi tevafuk eseri beğenmiş duruyordu. Sadece ben tesadüfe takılmış, bu gece yaşadıklarımın tevafuk olduğunu unutmuşum. Bu nedenle hayat tevafuklarla o kadar çok doluyken, ben bir köşede tesadüf olarak kalamazdım.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder