BÜYÜMEK/ Bilge Doğan

Hikâye

Herkes hayatında bir mucize beklemekte…

Masallarda olduğu söylense de, her insan hayatındaki kara bulutları dağıtacak bir sihirli değneğin varlığına içten içe inanmakta.

Fatma'da bir mucize beklemekte…

Ama öyle büyük bir şey değil aslında. Bir derviş olsa Allah'a kavuşmayı beklerdi mesela, bir banker olsa parayı bulmayı, bir anne olsa yuvasının saadetini isterdi. Fakat o küçük bir kız çocuğu idi ve çok istediği şey bir çift yeni ayakkabıydı.

Havalar erken kararıyordu, mevsimlerden kış, aylardan aralıktı. Öğleciydi Fatma, okul dağılış zili çaldığında, akşam ezanı okunalı epey oluyordu. Bu yüzden babası alıyordu okuldan, bazen annesi.

O akşam babası almıştı. Tatlı bir sancısı vardı Fatma'nın. Nasıl söylesindi babasına ayakkabı istediğini. Her yıl okul açılırken yeni bir çift ayakkabı alınırdı kendine ve kardeşlerine. Bir kaç yılda bir de, iyice su almaya başlarsa, bot alınırdı. Şimdi okul açılalı bir kaç ay olmuştu, çok eski değildi henüz ayakkabısı. Ama yeni bir ayakkabı vardı çocukların ayaklarında ve günlerdir o ayakkabıları süzüp durmaktaydı. 

Annesiyle geçen gün "pırtıcı"ya gitmişlerdi de orada görmüştü bu "timberlent" dedikleri ayakkabıdan. Şimdi ayakkabı isteme zamanı değildi babadan. Ne okul açılıyordu, ne yakınlaşmakta olan bir bayram vardı. Fatma kıvranıp duruyordu. Kendini durmadan ayaklarında bu ayakkabılarla hayal ediyordu.

Babasını düşündü. Babası kaç yıl oldu tam bilemiyor ama hiç kendine ayakkabı almıyordu. Damar damar çatlayıp sertleşmiş derili ayakkabısını geceleri boyarken görürdü babasını. Küçük aklı yetmezdi o zaman, babaların ayakkabısı eski olur sanırdı. Yıllar geçip de ne zaman ayağında eski ayakkabıyla bir baba görse, kendi fedakâr babası aklına gelip yüreğinin acıyla ve muhabbetle dolacağı günlere çok vardı daha...

Bunları düşünürken, evlerine yakınlaştılar, babasının eli elinde, sonsuz bir güvenle babasına bakıp gülümsedi kız. Usulca girdiler kapıdan. Annesi okuldan gelen çocuklarına, işten yorgun argın gelen beyine telaşla yemek hazırlıyordu. Burası eski bir ev, dededen kalma. Babası işçi maaşıyla, üç çocuk ardı ardına yetişip okul çağlarına gelince, geçinemedikleri için babaannesinin yanına taşındılar. İki yıl oldu. 

Çıtırdayan soba güzel bir sıcaklık yaydı etrafa, yorgunluklarını, sıkıntılarını unuttular, annesinin kurduğu sofraya kuruldular. Fatma hâlâ fırsat bekliyordu: "Baba, bana yeni ayakkabı alalım mı?" diyebilmek için.

Herkes sırasıyla bir şeyler dedi. Babaannesi artan romatizma ağrılarından bahsetti. Annesi ödevlerinizi çabuk bitirin diye hepsine bir ön fırçalama çekti. Birinci sınıfa giden kız kardeşi sallanan dişinin ne zaman düşeceğini sordu. Üçüncü sınıfa giden erkek kardeşi aldı sırayı. Babasından okul için yeni bir "grampon ayakkabı" istedi. Bütün arkadaşları beden dersinde maç yaparken o ayakkabıdan giyiyormuş, bir kendinin yokmuş... "Bakarız oğlum." diyor babası sakin ve sessiz.

Fatma'nın kafasında şimşekler çakıyor. Sıra kendine gelmiyor. Aslında sıra kendine geliyor da, o dut yemiş bülbüle dönüyor. Düşünüyor düşünüyor, işin içinden çıkamıyor. Küçük bir kızdı belki ama söylenen sözün yerde kalacağına, hiç söylenmese daha iyi olduğunu bilme olgunluğu ile sustu. Sustu, ama yüreği söyledi. Babasına neler neler söyledi. Babası o an duymadı, ama bildi. Fatma o akşam üç beş yaş fazladan büyüdü.

O günden sonra büyük kardeş Fatma, babasından bir şey istemedi kolay kolay. Evlat olarak sorumluluğunu elinden geldiğince yerine getirmeye çalıştı. Elbet zaman zaman üzdü babasını. Ama babasından bir şey istemeye dili varmadı, isteyecek olsa, babasının yıllanmış ayakkabıları aklına geldi de gözleri dolu dolu oldu.

Fatma babasını çok sevdi. O gün sustu, ama yüreği babasına aktı. O akşam Fatma üç beş yaş büyüdü, olgunlaştı. Çocukluktan çıktı. Yüreğine bir hüzün çöktü. Düşüncelere daldı.
Fatma büyüdü. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder