AY’IN GÜNCESİ-Bir (Özür) / Şeyhşamil EJDERHA



“Evlâ leke fe evlâ”

Bu ayeti hatırlıyorsun değil mi? Birkaç gün önce Facebook profil fotoğrafı yapmıştım. Sonra da “Tek çare: Çay” sözünü koymuştum. Tek çare çay… Biliyor musun? İnsanlar birine kırıldığı zaman yahut kalbi kırıldığı zaman derdine derman olacak tek şey çay. Ben de seninle küs kaldığım süre içerisinde arttırdım çayın dozunu, birkaç bardak daha eklediğim geceye, kırgınlığıma… 


Yaptığın hatanın farkındayım ve sen de farkındasın bunu çok iyi biliyorum. Çünkü şimdi, elime bir bardak çay alıp dama çıktığımda gördüm hâlini. Tıpkı ayette dediği gibi (Kırdığın yerden kırılacaksın) ve sen de kırılmışsın, hem de ortadan ikiye ayrılmış ve diğer yarın yok olup gitmiş karanlığın içinde. İtiraf edeyim, bu hâlini görünce dayanamadı yüreğim ama yine de sana olan kırgınlığım geçmedi; belki biraz hafifledi, halini gördükten sonra. Bu konuları anlatmanın hiçbir faydası olmayacak ikimize biliyorum, çünkü bu konuyu her açtığımızda sadece kalbimiz kırılacak. Sen benden özür dileyip ben seni affetmeden önce bu kırgınlık asla onarılmayacak. 

Birkaç gün öncesine gidelim mi? Hani senin, kalbimi kırdığın güne… O gün elime çay bardağımı alıp çıkmıştım dama, karşına ve telefonun kulaklığından kalbime işleyen, Ahmet Doğan İlbey ağabeyin tabiri ile “bin miligramlık türkülerle” Hatırladın değil mi? Bir düşünsene o gün beni o halde gören birisi kim bilir hakkımda ne düşünürdü? Deli derdi bence başka ne diyecek? Gecenin bir yarısı, saat üçü geçeli epeyi olmuş ve birisi elinde bir bardak çay ile gözlerini Ay’a dikmiş karanlığa doğru sözler söylüyor. İnsanın aklına o kişinin meczup olduğundan başka ne gelebilir ki? Biraz uzun süre izleseydi ve o kişinin gözünden iki damla yaşın süzüldüğünü görseydi, o zaman ne derdi? 

Aslında, ilk başta suç bendeydi. Çünkü ilk önce ben kırmıştım senin kalbini, farkındayım ama ben yine, senin gibi yapmamış suçumu kabullenip, o gece karşına çıkıp özür dilemiştim. Fakat sen kabul etmedin bu da benim kalbimi kırdı ve bana karşı hiçbir harekette bulunmadan, benim senden tekrar özür dilememi bekledin. 

Hâlâ anlamıyorum… Suçlunun sen olduğunu bildiğim halde, neden kendimi suçluymuş gibi hissediyorum bilmiyorum… Belki de suçlu olan sen değil de, benim… Söyler misin, suçlu bensem, sen niçin diğer yarını kaybettin, yoksa ben seni bu kadar kırdığım için mi oldu bu? Peki, şimdi neden saklanıyorsun o küçük bulut parçasının ardına?

Bilmiyorum… Düşünüyorum ama şuan suçlunun sen mi yoksa ben mi olduğunu anlayamıyorum? En iyisi kalbini kırdığım o günden sonrasını tekrar düşünmek… Ben senin kalbini ne zaman kırmıştım? Benim kalbimin kırıldığı gün olamaz. Mutlaka daha öncesi ama ne zaman? Bundan bir hafta kadar önceydi sanırım, o zaman kırmıştım kalbini. Hani, seninle birbirimize darılmadan önce; her gece, ben çayı demleyip balkona çıkıyordum ve sen dost meclisine iştirak ediyordun ya, sonra sabaha kadar beraber sohbet ediyorduk ve ben bir gün arkadaşımla mesajlaşırken bir söz söylemiştim arkadaşıma senin için.

O gün olabilir mi?

Tabi ya, o gün kırmıştım senin kalbini, hatırladım.

O gün seninle beraber çay içtikten sonra, sen erken ayrılmıştın dost meclisinden ve ben o sohbete doyamamış bir arkadaşım ile sohbet etmekte bulmuştum çareyi. İşte senin dost meclisini erkenden terk edişine darılmıştım biraz. Bu yüzden arkadaşımla mesajlaşırken ona dert yanmıştım: “Gece çayıma misafir olan Ay'dan başka beni seven kimden söz ediyorsun. Gerçi o da çay olmazsa yanıma bile uğramaz ya o ayrı mesele.” Diye. İşte ben senin kalbini böyle kırmıştım, hatırlıyorum. Arkadaşımla mesajlaştıktan sonra da onu sıkı sıkı tembihlemiştim: “Bu aramızda kalsın. Ay’dan habersiz çay demleyip içtiğimi ona sakın söyleme” diye, ama ertesi gün ikindi vakti fakültenin bahçesinde başka bir arkadaşımla beraber seni görünce anlamıştım yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu. Çünkü önemli bir şey olmasa sen geceyi yalnız bırakıp gündüze misafir olmazdın ve zaten ondan sonra birkaç gün aynı saatte çay demleyip balkona çıkmama rağmen sen ortalıkta görünmedin. O günden beri hep içimde bir hüzün vardı. Derdimin tek ortağı bana küsmüş ve bana kırıldığı için sohbet meclisine bile gelmez olmuştu. Düşünüp durdum günlerce, acaba nereye gitmiştin ve neden balkondan göremiyordum seni. Birkaç gün bu halde, balkonda sensiz çayımı yudumladım ve sustum, hiç konuşmadım; çünkü yanımda dertleşeceğim kimse yoktu. Sonra bir gün gece, çöpü dökmek için çıktım dışarıya ve eve doğru yavaş yavaş adımlarken seni bizim evin tam üstünde, o muhteşem suretinle gördüm. Hemen eve geldim, henüz çay içmemin üzerinden uzun bir süre geçmediği halde yeniden ocağa koydum sohbet meclisinin yüreğini. Demlenir demlenmez bir bardak alarak gecenin o saatinde çıktım karşına, dama… Senden özür diledim o gün, ertesi gün ve daha ertesi gün… Ama sen hiçbir karşılık vermedin, sadece susmakla yetindin karşımda. En son çıktığım gün ise senin bana kırılman ve özürlerime hiçbir tepki vermemen kalbimi kırmıştı. Bu yüzden ağlarcasına sana karşı özrümü son kez haykırmış ve üç gündür çayı biraz daha fazla demleyip, balkona oturmuş, senin yerine de birkaç bardak fazla içmiştim. Sen yine de benim bu halimin farkına varmamış, gururunu bir kenara atarak yanıma gelmemiştin. 

İşte bak ben yine buradayım, tam karşında ama elimdeki bardaktaki çay da tükendi. Şimdi aşağı inmeliyim. Belki biraz kitap okurum aşağıda zaten birazdan Güneş’de gelecek ve senden devralacak günün kalan kısmını. Neyse... Baksana hala benle konuşmuyor ve beni hala umursamıyorsun. Ben ise hala senin karşında boş boş konuşup duruyorum. Ben gidiyorum. Hadi kendine iyi bak, Allah’a emanet ol. 

Şimdi bana tam merdivenleri inerken neden böyle hızlı ve telaşlı yanına döndüğümü sorabilirsin. Hâlbuki daha yeni sana veda etmiştim. Senden özür dilemek için döndüm tekrar yanına. Biliyor musun? İnsan kalbi kırıldığı zaman, karşısındakinin kalbini kırdığının farkına asla varmıyor. Ben de şimdi merdivenleri inerken vardım bunun farkına. Çünkü asıl ben kırmıştım senin kalbini hem de o kadar çok kırmıştım ki kalbini, sen bu kırgınlığını bana defalarca söylemene rağmen benim kalbim de kırıldığı için asla anlamadım. Şuan ki halinin sebebi de bu değil mi? Ben seni kırdığım için ve bunun farkına varmadığım için kaybettin diğer yarını. Oysa sen, kalbini kırdığımdan Dünya’yı ve Güneş’i de haberdar etmiştin. Bunu bugün gördüm. Bugün hava yağışlıydı. Dünya, senin kalbini kırdığımı defalarca bana anlatmaya çalışmış ve kaşımda dakikalarca gözyaşı dökmüştü. Hava hep bulutluydu bugün; ama ben bunun farkına varmadım, yağan yağmurunda… Bir ara ikindi vakti elime çayımı alıp balkona çıktığım vakit Dünya ağlamayı çoktan bırakmıştı ve tam balkonun karşısında bulutların arkasında Güneş vardı. O da bana, senin kırıldığını anlatmaya çalışmıştı ama ben yine anlamadım bunu. Onu dinlemeden içeriye girdim. İşte, şimdi merdivenleri inerken vardım bunun farkına. Affet kalbini kırdım, üzgünüm. Haklısın, büyük bir nur topu halinde geceleri karanlığı aydınlatan Ay, o bembeyaz suretiyle hep gülümser gibi dururken nasıl anlatabilirdi ki, karşısındakine; aslında gülümsemediğini, içten içe yandığını… Affet, üzgünüm, kalbini kırdım… 

Haklısın affetmek yalnız Allah’a mahsustur. Artık barıştık ama biliyorum, bu kırgın halin hala devam edecek ve diğer yarın karanlığın içinde saklı kalacak. Bu kırgınlığının geçmesi için uzun bir müddet lazım değil mi? Birisinin diğerine olan kırgınlığının geçmesi için… Tuhaf olan ne biliyor musun? Senin bana olan kırgınlığının geçmesi tam bir ay sürecek. Hadi vakit geç oldu. Bak hava aydınlanmaya başladı, birazdan Güneş gelecek günün diğer yarısını senden almak için. Hem sende yoruldun. Git biraz uyu, dinlen. Hayırlı sabahlar sana, Allah’a emanet ol tekrar. Bu kırgınlık ikimizi de çok fena yordu. Bak görüyorsun işte, bir şair daha haklı çıkardık: 

"Oturup konuşsaydık geçerdi belki her şey.

Başını alıp gitmek sevdaya dâhil değil. " 

Neyse… Benim gitmem lazım . Bilmiyorum artık karşına nasıl çıkarım bu kırgınlıktan sonra. Hadi hayırlı sabahlar… 


(29.05.2016) 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder