EL BOMBASI / Hasan EJDERHA


Çayhane ile pastane arası o yere ne zaman gitsek, o da camın ününde beliriveriyordu. Daha biz çaylarımızı yarılamadan o orada oluyor, çayhanenin camından bize bakıyordu. Bize değil de bana bakıyordu sanki. Daha çok benim ilgimi çekiyordu bu sır dolu konuğumuz. Arkadaşlar ilk başta birkaç kere ona bakarak “kim bu ya! Neden bize bakıyor?” demişlerse de ilgilerini çabuk yitirmişlerdi.

O çayhaneye her oturuşumuzda camın önündeki o masayı ben özellikle seçiyordum ki konuğumuz da gelsin. Geliyordu. Beni bekletmeden orada bitiveriyordu. Hep aynı duruş ve aynı bakış ile yerini alıyordu. Biz de kendisine baktığımız zaman hemen kayboluyor, lakin biz tekrar sohbete dalar dalmaz yeniden camın önüne gelip dikkatle bize bakıyordu. Hayır bana bakıyordu. Sadece bana bakıyordu.

Bir defasında çayımı alıp dışarı çıktım ona vermek veya içeri davet etmek için. Ama daha ben çayhanenin kapısından dışarı çıkmadan o kayboluvermişti bile. Ben ise üzgün bir şekilde geri dönüyordum. Yerime oturduğumda ise daha bir dakika bile geçmeden yeniden camın önünde beliriyordu.

Bir dost ile bir yerlere oturup birkaç çay içip, iki laf edeceksek ben artık hep o çayhaneyi tercih ediyordum sırlı dostumuzu göreyim diye. Her gelişimde de aksatmadan orada oluyordu ve camın dışından bana bakıyordu. Üzerindeki elbisesi de değişmiyordu; başında yeşil bir şapka, üzerinde kamuflaj desenli asker parkası ve siyah pantolon… Şapkanın anlında ve asker parkasının omuzlarında askeri armalardan ziyade eğreti tutuşturulmuş, daha çok güvenli görevlisi armalarına benzer armalar vardı. Ayakkabılarını göremiyordum ama pantolonunun paçalarını çorabın içine koymuş, ayakkabılarının kenarı çamurluymuş gibi bir his ile kıyafetini tamamlıyordum. Belki de çamurlu değildi ayakkabıları. Belki de pantolonunun paçalarını çoraplarının içine koymamıştı. Yüzünde sürekli hüzünlü bir tebessümü vardı. İçeriden el sallayan insanlara karşı hiçbir tavır göstermişliği yoktu. Yüzündeki ifadesi hiçbir zaman değişmiyordu.

Birkaç kere çamın önünden ayrılıp, çayhanenin giriş kapısının yanında bekledikten sonra aniden dışarı çıktım onu yakalayıp konuşmak için. Ama dışarı çıktığımda gördüm ki yeniden sır olmuştu.

Birkaç ay içinde her o çayhaneye gelişimizde sırlı dostumuzu içeri çağırdık gelmedi. Çeşitli hilelerle dışarıda yakalamaya çalıştık gene olmadı. Her çıkışımızda camın önündeki yerini boş buluyorduk.

Çayhanenin sahibine, çayhanede bulunan diğer insanlara sorduk bu kim diye, bilen çıkmadı. Çayhanenin sahibi “birkaç aydır burada peyda oldu. Ne bir şey alıyor ne kimse ile konuşuyor. Yanına doğru yeltendiğinde de kayboluyor” dedi. Çayhanenin sahibi “birkaç aydır burada peyda oldu” der demez benim merakım ve heyecanım daha da artmıştı. Zira biz bu çayhaneye gelmeye başlayalı da o kadar olmuştu.

Ben arkadaşlardan “nedir bu sırlı durum?” diye yardım talebinde bulundumsa da kimse fikir yürütmek istemedi. Sadece içlerinden birisi “Yahu delilerden bir deli işte! Azizim sen de bu delilerle fazla ilgileniyorsun, bir gün sen de deli olursan karışmam” dedi.

Bir gün o civardan Tuncay eniştem ile geçerken, biraz da sırlı dostumuzu görmek gayesi ile “Gel şurada hem birer çay içelim hem de oturup konuşuruz” diye o çayhaneye gidip oturduk. 

Biz cama yakın masadaki yerimizi alır almaz sırlı konuğumuz da gelip camın önünde yerini aldı. Gene aynı sırlı bakış ve gene aynı duruş… Tuncay enişteye “çaktırmadan bak. Camın önünde duran sırlı dostum” dedim.

Tuncay Enişte baktıktan sonra güldü ve “Abi ben bunu tanıyorum” dedi.

Hayretler içinde kalmıştım. Sırlı dostumuza tanıyan biri vardı. “Eee” dedim. “Peki kim bu?” Tuncay “Bu bizim fabrikada çalışıyor. Şu senin cezbelilerden işte. Tanımıyor musun? Abi sen bu Maraş’ın cezbelilerinin kitabını yazmadın mı? Bu da onlardan birisi. Engelli kadrosundan girmiş. Aramızda idare ediyoruz. Çok kişiden de iyi iş yapar ha!” dedi ve ekledi “Abi bak şimdi”

Tuncay sağ elinde silah varmış gibi camın dışında duran sırlı dostumuza doğrultup, şehadet parmağını tetiğe dokunuyormuş gibi yaparak “ççiiivvv” dedi. Bu hareket karşısında sırlı dostumuzun yüzüne hafif bir tebessümün yayıldığını ve sonra tekrar ciddileştiğini an içinde gördüm. Yüzüne tebessümün yayıldığı o an zaten güzel ve masum olan yüzü nasıl güzelleşmişti anlatamam.

Sırlı dostumuz, yüzüne daha da ciddi bir tavır takınarak, yerinde şöyle bir sağa sola sallandı. Sonra da hafif sola eğilerek elini sağ beline attı ve oradan bir şey almış gibi yaparak iki elini havada birbirine yaklaştırarak tuttu. Sol eliyle sağ elindeki hayali el bombasının pimini çekerek bize hafif sırtını döndü ve attığı yere bakmadan nereye düşeceğini daha önceden hesaplamış, kendisinden gayet emin bir eda ile üzerimize attı. Sonrada göğsünden bir Türk Bayrağı çıkararak dalgalandıra dalgalandıra caddeye doğru koştu zaferini kutlayarak.

Tuncay enişte gülüyordu ama ben şaşkınlık ile keyfi bir arada yaşıyordum. “Eee noldu şimdi?” dedim. Tuncay: “Görmedin mi abi adam imha etti bizi” dedi.

Sırlı dostumuz gözümde daha bir büyümüş ve onunla ilgili merakım iyice artmıştı. Lakin bir daha ne ben o çayhaneye gidebilmiş ne de sırlı dostuma başka bir yerde rastlamıştım. Sadece Tuncay enişteye ara sıra sorup iyi olduğunun haberini alıyordum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder