AN / Mustafa Alper TAŞ


Bu soğuk ve demir dünyadan, yalnız camların önünde akan yeşilliklerin ve dağın renginin arada bir bakıldığında hafiflettiği ağırlıktan yavaş, süvari adımlarla iniyor. Kırmızı bir naylon torba var koltuğunun altında, henüz dinmiş yağmurun küçük göller bıraktığı değersiz istasyonun sarılığına katılan ve uzak bir dağa kadar serilmiş ekin tarlalarına bakıyor bir süre. Yanından geçen ihtiyar kadının sepeti sürünüyor ayaklarına; onun çiçekli elbisesinin canlılığına ve kadına karşı gelen çocuğun ıslak telaşına kapılıp bir sevinç dalgası geçiriyor yüzünden. Tanışlık böyle bir şey.

Burası, gurbetle sılanın arasında bir yer. Hayatın ve işte bir belirti olarak nefes alıp vermenin, o nefese bir sigara karıştırmanın en güzel olduğu yer.
 
Daha duraklar kalsa da trenin o demirden hızı, gövdeleri ağırlaştıran fakat hızı, tatlı bir serum gibi damarlarına pompalayan ve akıp giden dünyayı durdurmuşçasına heyecanlar getiren hızı, onu üzerinde birikmiş olan bütün yalnızlıktan ve sahipsizlikten, birdenbire yıldızlı bir gece gökyüzüne bakıvermenin ve şaşırmanın güzelliğine kavuşturacak. Emin; bir sigara daha yakıyor yağmurun henüz kalkmamış serinliğine karşılık.

Evde beyazlık hâkim. Beyazlık özlemine kirecin yakıcı kimyasını daldırıyor insan. Sonra yine kahkahalarla gülen bir çocuğun gözlerinde kımıldayan gölgeler gibi etrafa dağılmış karanfillerin, güllerin, ortancaların alacalı renkleri. Anne beyaz bir örtüden ibaret, yalnız düzeltmek için kaldırdığında hafifçe kınanın karıştığı bir kızıllık olarak nadir anlarda saçının varlığı.

Korunmak için değil de evler, o akşamın bulanık ve pürüzsüz gövdesinde kayan kavuşmak acemiliğine bir örtü olmak belki de sadece karışmak için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder