-Selamın aleyküm başkanım. Gelin,
gelin adam buradaymış.
-Aleykümselam. Buyurun bakalım.
-Ya Hu başkanım öyle yere dükkân
açmışsın ki sabahtan beri arıyoruz. Nasıl tarif ettiysen bu çevrede
sormadığımız adam kalmadı. Zaten şu yanımdakiler ne tariften anlar ne
göstermeden. Tek başıma senin dükkânı arıyorum iki saattir.
-“Şu yanımdakiler” diyorsun da
sen onlardan iyi misin sanki? Allah bilir sorduğunuz adamların ya gözüne baktınız
ya parmağına. Biri bir yeri tarif ederken parmağının gösterdiği yere
bakacaksınız. Adamın gözüne değil.
-Vallahi bunu doğru söyledin.
Adam hangi binayı gösterdi diyorum şu yarım akıllıya, “Herifin yüzüğünü
gördünüz mü?” diyor.
-Bunları da zahmet etmişsiniz. Ne
gerek vardı? Oturun hele oturun. Tekrar hoş geldiniz. Hayırdır yel mi attı sel
mi attı?
-İkisi de değil. Dükkân açtığını duyduk
hayırlı olsuna geldik. Hani etrafta ne teneke ne çuval var. Tezgâh dolap da
görünmüyor bu nasıl dükkân böyle? Ne alıp ne satıyorsun burada?
-Bizim dükkân biraz değişik. Öyle
senin bildiğin gibi satacak bir şey yok. Hikâye malzemesi satıyorum burada.
Yazma çizme işi senin anlayacağın.
-Ohoo… Yapma başkanım. Hikâye
demek yalan demek. Yalan satıyorsun, demek.
-Ya Hu yok. Yok… Yalan senin
işin. Bizde yalan ne gezer. Zamanında senden bellediğimiz bir iki olduysa da
onlar o günden harcanıp bittiydi. O işte biz senin eline su dökemeyiz.
-İyi günler.
-İyi günler birader. Hoş
geldiniz.
-Hoş geldiniz.
-Müsait değilsiniz galiba.
İsterseniz ben sonra gelebilirim.
-Yok. Yok. Başkanım müsait. Biz
kalkalım başkanım.
-Durun hele nereye? Öyle gelmeden
gitme olmaz. Çay demini almıştır. Ben çayları getireyim.
Siz geçip şurada
oturun, biz arkadaşla işimizi burada iki dakikada görür lafa devam ederiz.
-O zaman siz işinize bakın
çayları ben vereyim.
-Sana zahmet olacak ede.
-Buyurun kardeş.
-Elinizde şöyle hayvanlarla
ilgili bir hikâye var mı acaba?
-Evet bulunur. Ben şuradan
başlıkları okuyayım, ya da alın siz okuyun istediğinizi anlatayım. Hatta şurada
Karatavuk diye bir şey var isterseniz.
-Tamam. Buyurun akçe-i
hikâyenizi.
-“Büyük bir firmada çalışıyoruz. Çalıştığımız
bu işyeri değişik bir yer; kalabalık bir caddenin trafik lambalarına yakın bir
yerinde, geniş bir arsa üzerinde kurulu. İki tarafı bina, yola paralel olan
diğer iki tarafı ise duvarla çevrili. Her iki tarafında da kapısı var.
Kalabalık cadde tarafındaki kapı kocaman sürgülü demir bir kapı. Şirketin kamyonları,
tırları, bütün iş makineleri ve diğer araçlar bu kapıdan girip çıkıyor. Kapının
sol tarafında büro olarak kullanılan konteynerler ve mutfak olarak kullanılan
bir küçük oda var, sağ tarafında ise yeni çıkmış civcivlerin bulunduğu; ön
tarafı tel, yanları ve altı tahta, üstte yine tahtadan kapağı olan bir kümes
var. Aynı sırada yan yana bıldırcınların bulunduğu kümes; tavukların, kazların
ve ördeklerin kümesleri, hemen onlara bitişik olarak, keçilerin ve koyunların
bulunduğu yerler. Yine aynı sırada ve biraz uzakta bazen iki bazen bir köpeğin
tasmasından bir kazığa bağlanmış olarak bulunduğu yer ve ahşap işleme
makinelerinin bulunduğu üzeri açık, çatısız imalathane. Madem iş buraya kadar
geldi, hızar makinelerini ve onların yanında açıkta bulunan eski ve yeni
karışık lavabo ile benzeri malzemeleri de zikretmeden geçmeyelim. Bu bilgi kimin
ne işine yarar bilemiyorum ama küçük kapının sol tarafında bir buçuk katlı bir
de depo bulunuyor.
Bu bilinen sayılıp dökülen,
yerine göre hesabı kitabı yapılan malzeme ve hayvanlardan başka bir grup yaratık
daha var ki; onlara hesap-kitap yapılamaz, akıl sır eremez. ‘Eee… Neymiş o’
diyecek olursanız söyleyeyim: Karasinek! Esas merkezleri hayvanların bulunduğu
yer olmasına rağmen, açık buldukları her yer onlarındır. Bazen mutfaktan dışarı
doğru bir bulut kümesi halinde akın ettikleri olur. O zaman mutfağa bir tavuk
girmiş veya mutfak tezgâhının üzerinde bir oğlak geziyor, sinekleri rahatsız
ediyordur.
Büro olarak iki kişi
kullandığımız konteynerin kapısı açıldığı anda bir kafla -sürü- sinek hücum
eder içeri. Kapı kapandıktan sonra karşımda oturan kısa boylu, etine dolgun,
ablak yüzlü, gözlüklü; masasının üzerinde her an boş veya dolu bir iki çay
bardağı bulunan, -yalan olmasın- boş bardaklarının dibinde bırakmış olduğu çay
artığının bir parmak üstüne kadar ölü veya yarı canlı sinekle dolu olan arkadaş;
her an elinin altında bulundurduğu sinek spreyini şöyle bir havaya doğru sıkar,
hiçbir şey olmamış gibi geri masanın üzerine bırakır. O an havada ilacın
menzilinde ne kadar sinek bulunuyorsa hepsi masaların, sehpaların, dosyaların, bilgisayarların
ve içeride daha ne varsa hepsinin üstüne ölmüş olarak yağar. Ben kendimi dışarı
zor atarım. Karşı masadaki arkadaşım kaldığı yerden işine devam eder. Sineklere
sıktığı zehir ona hiçbir zarar vermez, sadece kafasına dökülenleri eliyle
silkeler o kadar. Arada bir bilgisayarının klavyesine üflediği de olur tabi.
Zaman zaman sineklerin içeri girmemesi için kapıya bir perde alınmasını
istediğimiz de olmuyor değil. O zaman da bilgisayar ekranına kilitlediği
gözlerinin kilidini bir göz kırpma süresi kadar açar, karşısındakine ‘Ben heyle
edim ki, diim diiim almiiler.’ der ve tekrar işine dalar. İşi mi? O çok önemli.
Her an güncel tutulması gereken bilgi ve aynı zamanda birikim isteyen bir iş.
Her adam yapamaz. Neyse çok uzatmayalım: Adam milli ve milletlerarası futbol
maç sonuçları ve gol sayıları ile ilgili iddia oynuyor! Zor bir iş. Gözün
ekranda olacak.
Gözlerini içeri dikmiş bir tavuk
dolanıyor yeni çıkan civcivlerin bulunduğu telli kafesin etrafında. Haziranın
başları. Ortalık fazla sıcak değil ama hayvan suya girip çıkmış gibi her yerinden
ter damlıyor. Hele kafası, tarağı suya batırıp taranmış köy delikanlısı saçı
gibi ıslak ve düz. Mütemadiyen kafesin etrafını dolaşıyor. Ön tarafına gelince
bir miktar duruyor, kafesin içine girmeye çalışıyor, giremeyip umudu kırılınca
tekrar etrafını dolaşıyor. Kafesin içerisinde bir köşede beş altı tane ördek
yavrusu, diğer köşede ise birkaç parça karpuz kabuğu, bir kap su ve bunların
yanında yavrulara sırtı dönük bir ördek duruyor.
Kaç gün geçti bilmiyorum. Bir gün
baktım ne tavuk var ne de ördek yavruları. O işlere bakan arkadaşa tavuğa ve
ördek yavrularına ne olduğunu sordum. Meğer hayvan kuluçkaya yattığında
ellerinde tavuk yumurtası olmadığı için altına ördek yumurtası koymuşlar.
Civcivler çıkmış. Anneleri yavrularını gezdirmeye çıkartmış. Tavuğun ardında kendi
yavrularını gören ördekler, akılları sıra yavrularını çöplüklerde pislik içinde
gezen basit bir hayvanın elinden kurtarmak istiyormuşçasına tavuğa
saldırmışlar. Tavuk annelik insiyakiyle hepsiyle başa çıkmış çıkmasına ama birkaç
ördek yavrusu o arbedede telef olmuş. Görevli yetişmiş yavruların kalanlarını
kurtarmış ve kafese koymuş. Bir umut, anne olarak alışırlar diye yanlarına da
bir ördek bırakmış. Fakat tavuğu her gördüklerinde teli gagalayan ve gagaları
kan içinde kalan yavrular ördeğe dönüp bakmamışlar bile. Günde bir iki yavru
kafesin içerisinde ölmüş. Ölen her yavruyu görevli arkadaş alıp çöpe atmış.
Birkaç gün içinde bütün ördek
yavruları ölmüş. Tavuk atılan her ölü yavru ile beraber çöpün bulunduğu yere kadar
gidip geliyormuş. Çöpe bırakılan her ölü ördek yavrusunu kan ter içinde; bir
gagasıyla, bir ayağıyla itip kakıyormuş.
Görevli sabah geldiğinde tavuk
ortalarda yokmuş. O akşamdan sonra bir daha görmemiş.”
-Teşekkür ederim hocam. Misafirleriniz
de var ben müsaadelerinizi istiyorum. Allahaısmarladık. Allahaısmarladık
arkadaşlar.
-Güle güle.
-Güle güle efendi.
-Evet. Misafiri yolladık. Hemen
şu ileride lokantalar var önce gidip karnımızı doyuralım. Sonra gelir lafımızı
ederiz.
-Başkanım yemişe geçtik bizi
yollasaydın keşke. Er gündüzden köyü bulurduk.
-Hayır. Yemek yemeden hayatta
göndermem. Hem senin kursağına da bugün bir helal lokma düşürmüş oluruz!
NOT: Satılan, anlatılan ve
yazılan hikâyeler tamamen hayal ürünüdür. Hiçbir kişi veya kurumla alâkası
yoktur. Hiçbir hayvana zarar verilmemiştir.
Yorum ne demek bu hikaye için açık oturum bile yapılabilir. Teşekkür ederim Başkan. Hikayen hikayeden olmamış. Hayal mahsulü başka ürünlerinize de talibim. Dükkanda bana bir hesap aç inşallah.
YanıtlaSil