TEFEÜL SAATLERİ-11/ Hidayet BAĞCI

Mutluluğu gökyüzünde arıyorsan, peki yeryüzünde ne duruyorsun?

Kimi mutluluklar ayrıntılarda gizlidir ve onları görebilen bir bakış gerek. Kimisi ise göz önünde bulunur fark edilmez. Nihayetinde her iki durum da fark edilmeyi ister. İnsan bir kez şükretse mutluluk da ayrıntılara gizlenmez.

Şiir Naz, ibriğe su doldurdu. Valizden çıkardığı dantelli beyaz havluyu da kızının ellerine verdi.

“Baban abdest alacak kızım, onu dikkatle izle olur mu? O abdest aldıkça sen de onun ellerine azar azar su dökersin derdim amma daha küçüksün. ” dedi Şiir Naz, kızına. “Bir zamanlar ben, köye gitsem de İhsan babam namazını eda etmek için abdest alsa da ellerine su döksem, havluyu kendisine uzatsam, hayır duasını alsam derdim kızım” dedi içinden Şiir Naz.

“Eee, herkes hazır olduysa ben de abdestimi alayım da babamızla annemizi ziyarete gidelim. Onlar da bizi bekler.” dedi Nureddin.

“Babacığım, ben buradayım, abdest suyun yanımda ve havlun bende.” dedi küçük kız gözlerinin içiyle gülerek.

“Düğünün ertesi günü Nureddin’in annesi Çeşmi Naz gelinine usulünce “Kızım, suyu azar azar dökersin babanın ellerine. O, Besmele-i Şerife okumaya başlayınca avucunu açar sen de azar azar suyu dökersin. İhsan baban her bir uzvunu yıkama hareketinde dua okur. O avucunu açtıkça yavaş yavaş suyu akıt.” Diye anlatıyordu. Şiir Naz ilk defa böyle bir usulle karşılaşmıştı. Bir elinde su ibriği diğer elinde havluyla kayınatası İhsan için kendisine tarif edileni yaptı. Nureddin’in babası İhsan yüzünü havluyla kurularken gelini Şiir Naz için “ Bahtın, günün ak olsun kızım” dedi.” Şiir Naz daldığı hayalden kocasının sesine uyandı.

“Aman da kızım bana havlu uzatırmış, bahtın günün ak olsun güzel kızım” dedi Nureddin, afacan Amine Şuara’ya.

Ailece kabristana geldiklerinde Ebru’nun oniki yaşındaki hafız oğlu İsmail Hakkı Vakıa suresini, Amine Şuara da annesinin ezberlettiği şekilde Fatiha suresini okudu. Şiir Naz kayınataları İhsan ve Çeşmi Naz’ın aziz ruhlarına okuduğu Fatiha ve İhlas surelerini bağışladıktan sonra kirpiklerinden yanağına doğru kaymaya başlayan gözyaşlarına engel olamadı. Başladı onlarla rabıta-ı bir hal ile konuşmaya:

“Sizlerle değişti hayata olan bakışım.

Biliyor musun Çeşmi Naz ana? Nureddin ile nasıl tanıştığımızı sorduğun da sessiz kalmıştım. Çünkü Nureddin size beni nasıl anlattığını bilemediğim için o gün, tanıştığımızı bu suskunluğuma teslim etmiştim. Ben Edirne’den, Nureddin ise Akdeniz bölgesindeki Kahramanmaraş’ın Sırbarajını kendine mesken eden bir köydendi. Bildiğiniz gibi aynı üniversitede farklı bölümlerde okuyorduk. Onunla yeni tanıştığımızda ben edebiyat öğretmenliği ikinci sınıf öğrencisi, Nureddin ise peyzaj mimarlığı bölümü üçüncü sınıf öğrencisiydi. Kütüphanede derslerimize çalışırken iki dönem boyunca birbirimizden habersiz aynı masayı kullanmışız. Benim derslerim sabahları, onun dersleri öğleden sonra olurdu. Bir gün ikimizin de boş vakti aynı saate denk geldi. Kendimiz için ayırdığımız çalışma masasına ikimiz aynı anda sahip çıktık. Sanırım bizim aşkımız işte o masada başladı. Sonrası mı? İşte buradayım.

Nureddin’in haberi yok ama ben şu an ikinci çocuğumuza hamileyim.”

Kirpiklerinde asılı durup da yanağına düşen her bir damlayı parmaklarının ucuyla silen Şiir Naz, Ebru’nun sesiyle kendine geldi “Yenge, birazdan yağmur yağacak, ıslanmadan arabaya gidelim. Ağabeyim seni bekler.”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder