GÜL KOKULU TOPRAK/Hidayet BAĞCI

Cennet mekân annesinin yokluğu içinde, dünyayı küçücük omuzlarına yükledi. Yürüdü, yürüdü ve ilerledi. İnananların dünyasında mekânsal bir ruh olacağını bilmeden toprağa dokundu. Küçücük avuçlarındaki toprak, parmaklarının arasından yere doğru bir damla edasıyla süzülürken gül kokmaya başladı. Gül kokulu toprak, ahh gül kokulu toprak! O’nun dokunmasıyla tabiatı bir anda değişti. O’nun uğruna yaratıldığını ve O’nun adına kendisine dokunan her fidanının yeşereceğini o anda öğrendi.

O, küçücük ama dünyalar kadar geniş kalbiyle annesizliğin hüznünü yaşadı. Gül cemâl annesinin elleri yoktu artık minik avuçlarında. Şimdi saçlarını kim okşasa da anne sıcaklığını hissettirse ve yeniden canlansa bedeni. Ancak O, ileriki yaşlarında bu hüzünlü zamanlarını unutmayarak bir yetimin başına dokunmanın mutluluğunu kutlu bir cümleyle ifade edecekti.  

"Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır". (Ahmed ibni Hanbel, Müsned, V, 250.)

Bu kutsal cümle çağlar aşıp, kim bilir hangi öksüzün yanmış yüreğine su serpecek ve hangi yetimin saçlarını cennet edecekti? Ama O biliyordu, kendisini görmeden iman eden bir neslin bu kutsal cümleyi iki dudak arasında bırakmayacağını. Bu nesil O’nun müjdeci olduğunun farkındaydı. Onlar, her bir yetimin cennet için bir fırsat olduğunun bilinciyle hareket edecekti.

Peki şimdi yetim kim, öksüz kimdi? 

Bir yetim olarak O’nun dünyasında gülmek ve ağlamak iki ayrı duygu gibi dursa da birbirine candaştı. Her ikisinin de bam teli başka başka olsa da ikisinin de asıl kaynağı candı, insandı. Bazen ağlamak insanda en kirli duyguları temizleyen olsa da aşırı kullanıldığında kalbe zarar verirdi. Keza gülmek de ağlamak gibiydi. Gül kokulu toprak, O’nun kendisine dokunmasıyla ne ağlayabildi mutluluktan, ne de gülebildi. Sadece onun bir simyacıdan da öte toprağa dokunması, içindeki madenlere anlam kazandırmıştı. O daha küçücük çocuktu, ama toprak için ondaki gül kokusu tohuma umut olmuştu. İşte O da yıllar sonrasında söylediği kutsal cümlesinde bir yetimin başını okşamanın onun dünyasındaki tüm değerlere anlam kazandırdığını ifade edecekti. Bir yetimin başını okşamak sadece onun saçlarına dokunmaktan ibaret olamazdı. Bu olsa olsa ilgilenmekti. Aslında bu cümle ile ifade edilen yanı başınızdaki bir insana dokunun ve kendinizi iyileştirin demekten başka karşınızdaki bir insanı insan olduğu için değerli bulun, dünyanızı cennete çevirin, bakış açınızı sağduyulu olmaya davet edin ve kendinizi mutlu edin demek olabilirdi. Toprak toprakken gül kokuyorsa, anlam ve değer buluyorsa, değil mi ki bir yetimin başını okşayan el onun gül kokusundan izler almasın?

Artık gül kokulu toprak O’nun gül kokusunu hep içinde saklayacaktı. Can olacaktı bakımı yapılan fidanlara. Belki de bu sırrı O’nun gül kokusunu hissedenler yaşayacaktı. O’nun toprağa dokunması bir nesnenin işlevini değiştirse de bir insanın hayata olan bakış açısına da yön verecekti.

Cennet mekân annesinin yokluğu içinde, dünyayı küçücük omuzlarına yükledi. Yürüdü, yürüdü ve ilerledi. İnananların dünyasında mekânsal bir ruh olacağını bilmeden toprağa dokundu.

Ve yağmur!... Bir vâhiy edasıyla toprağa düşğünde gül kokusunun toprakta olduğunu tüm kainâta hep ifşa edecekti.

Ve insan!... O’nun varlığına bir kez daha inanacaktı…

 

1 yorum:

  1. Maşallah çok güzel bir yazı kalbinize ve kaleminize sağlık

    YanıtlaSil