ŞEHİR RİSALESİ / Mehmet MORTAŞ

Şam ve Bağdat kırklara karışmıştır
Elde kala kala bir Mekke bir Medine kalmıştır
O da yarım kalmıştır
Urfa ufala ufala
Bir pul olacak çarpık balıklar üstünde
Belki bir toz bulutu
İstanbula küflenmiş
Bir avrupa akşamı dadanmıştır
Eski şehirlerin kimi göğe çekilmiş
Kimi yedi kat yerin dibine batmıştır
-Sezai Karakoç-

Şehirler en onulmadık yerde beton yığınları ile bir karabasan gibi çöken ve ruhumuzun en dramatik yerinde onulmaz yaralar açan kadim çağ tapınakları. Kuş cıvıltılarının yerine, kulaklarımızı bütün seslere karşı vahşileştiren, vahşileşen kelimelerden yüreğimizi delip geçen sözcükler. Betonlaşmanın daha hayatımıza girmediği dönemlerde bütün çocuklar gibi bende şehrin efsanevi, çekici bir o kadarda yaşamsal olanaklarının etkisinde büyüdük. Her çocuk gibi bizde kendi dünyamızda bir şehir efsanesi oluşturduk. Ne kadar da cazip gelirdi ışıkların bir o yana bir bu yana yıldızların göz kırpması gibi oynaşmaları. Çekerdi kendine şehir yağmurların sızlandığı vakitler  ne kadarda masum görünür merhameti ile barındıracağından emin bir şekilde gezmek gelirdi şehrin veya şehirlerin ruhunu.

Dört mevsim ile hemhal olmuş bizler, kuru bir sonbahar yaprağının üzerinde yağmur damlası kovalayan bizler ne zaman şehir ile yaşamaya başladık teslim ettik gözlerimizi, kulaklarımızı, daha söylenmemiş yazılmamış kelimelerimizi işte o zaman kaybettik ruhumuzda ki sevecenliğimizi.

biz şehir ahalisi kara şemsiyeliler
kapçıklar, evraklılar örtü severler
çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir
bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler.
    /İsmet Özel /

Taşradan şehre yolculuk kimi zaman umuda yolculuk, kimi zaman edebiyatın bütün dallarından kuru bir dal parçası gibi kopup beton yığınlarının arasında öyküye, şiire bürünen kelimelerin yolculuğu. Bunalım şiirler, suskun düşünceler, modern emperyalizmle yoğrulmuş tabanı olmayan sözler, insanın nankörlüğünün çırpınıp duran sanal putlarıydı las vegas ışıkları gibi oynaşan. Şehre tanıklığınız, zulümleriniz, neden sonuç ilişkisine sığdırdığınız bilimsel tezleriniz, bilgisayar verisinin akışı gibi aktığını zannettiğiniz hayatınız, aklınızda formatlanmasını istediğiniz caddeler, beton yığınlarının arasında sanal merasimleriniz, gerçeklerin görüntü kirliliği olarak algılanması bütün imgesel ve simgesel sözcüklerinizden kovulmasıdır. Neden sonuç ilişkisine sığdırılmış canlar,  istatistikî alafranga rakamlar, şehrin bütün aynalarında örgütleşen zalimler, sokaklarda geçen postmodern ömür sanal putlar önünde adanan kurbanlardır.

Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata
görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını
yerimi yadırgadım
yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka
çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
durmadan bir beyaz aygırla taşardım derin göllerden
bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
güneşin zekâsıyla doymak isterdim
kaba solgun kâğıtlar sunardı
şehrin insanı bana
şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin.
    /İsmet Özel /

Şehrin hor görülmüş kelimeleri ile yaşayan, çaresiz yalnız tükenmiş hayata dair konuşacağı bir yaşam tarzı kalmamış, cebinde intihar saatleri ile başının üstündeki yıldızların kendisine göz kırpmasının farkına varmadan, hayalleri sanal ortamda pişirilerek kendisine sunulan insan. Tarih boyunca ne çok acılar çektin sükût renginde, Kabil nefsinden zalimliklerin bir yaralı aslan gibi kovalarken mazlumları, ne çöller aştın ateşten kavrulmuş kumların üzerinden geçerek. Şimdi şehrin dipsiz kuyularında nefsine zulüm eden insan kıyamet bir kavurucu kelime gibi durur önünde.

İşte öldüm, işte son kadife çiçekleri
son defneler, baldıranlarla kefenlediler beni
bütün kaçaklar için ince bir merhem oldu benim ölümüm
bütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak
benim ölümümden yayılan kırpıntıları
boğaz tokluğuna çalışanlar
özenle kilitleyecek göğüslerinde
benim ölmüş olmamı
hiçbir yaprak damarından
hiçbir su özünden atamayacak beni
ortaya benim ölümüm sürülecek
pey akçesi olarak
tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca
ama neler olup bittiğini hiçbir âyetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı
şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin.
    /İsmet Özel /

Bizler yitik şehirlerin/yitik medeniyetlerin insanlarıyız. Her adımımız meşru olmayan salvolarla karşı karşıya gelir düşünceden putlar ile savaşırken.  Bizler gönül hanemizin medeniyetini kalbimizden attığımız günden beri ne kadarda garibiz şehirde, ne kadarda içi boşaltılmış yaşamlarla uğraşıyoruz.  . İnsan bu şehrin keşmekeşliğinde saygınlığını yitirdi ve ölümü istatistiği verilere sığdırdı. Öyle bir savrulma ki şark ve garp en dramatik oyununu oynamakta, iç içe geçmiş kültürler medeniyetler anlaşılmaz bir ruh haline büründü. Belki de dünya tarihi böyle çetin insanın ruhunu perişan edecek bir yaşamsal sanallık yaşamadı. Yanılsamalar yanılgılar bir metrix felsefesi formatında algılanması sağlanmış, insanımız fiziksel olarak varlığı her türlü yaşam şartına uysa da yitik insan olmuştur. Yitik insan hangi ruh ile hangi kalp ile şehrin binalarını gülden yapacaksın. Kuracağın birliğin medeniyeti sana çıkmaz sokak gibi duruyor ey insan. Her sokak başında cehenneme ateşini biraz daha çoğaltarak sabahlıyorsun, şehir büyüdükçe sen küçülüyorsun. Bu küçülme sanma ki fiziki küçülme değil, yeryüzünde şerefli haysiyetli kadirşinas durumunun küçülmesidir. Denizin karşısında kendini damla misali aciz ve küçük görmenin küçülmesidir. Ne hazin ne acıdır dev beton binaların arasında ezik ve bilinçsiz yaşamak. Her adımın kaldırımlarda nankörlüğün ile kol gezmekte, parçalanmış hayatlar matinesinde bir ömür tüketerek geçiyor söylemlerin. Mevsimler ne kadar da özledi çiçeklerin yurdundan geçmeni.

Bilemezsin eskittiğim
Kaçıncı sokakların kaldırımı
Boynu bükük kaç çiçek ezdim
Ay tepeden vurduğu zaman
Gölgemin esrik izleri
Yorgun yüreğimin köreldiğini
Çiçeklerin rengine not düştüm
/Mehmet mortaş/

Vitrinler önünde ayin yaparak bir ömür tüketen insan. Dev gökdelenlerden gökyüzünü göremeyen insan. Betondan bir dünyada, betondan daha da katı ve sert kalbi olan insan. Şehrin solgun ışıklarında boynu bükük çaresiz, gözyaşları yerine irin akan insan, hangi bebeğin ağlamasında şehri gezdin ürpererek. Beton binaların parçalanıp un ufak olduğu gün, bütün devasa alış veriş merkezlerinin paramparça savrulduğu gün, hiçbir ağacın kalmadığı ve altında gölgelenemediğin günün yakın olmasını bildiğin halde neden gülüyorsun şeytanı kıskandırarak.


Vitrinlere sığınır
Zulüm kusarken uzaklar gülümser
Suratsız bir renge dönüşürdüm
Yollar
Boynu büküklüğümü alır götürürdü de
Gözlerim
Gökyüzüne baktığı halde
Yine de yaşarmaz
/mehmet mortaş/

Bizim kültürümüzün medeniyetimizin içinde bir ipek böceği gibi saklı duran insan, hangi şehrin kaldırımı ile batıyı temsil eder oldun. Geçmişin yıkık dökük anlaşılmaz hayatın günah çıkarmaları ile gezinir beş öğün zanaks kullanırsın, sanal putlar ruh halini yansıtır panik ataktır kelimelere karşı hastalığın. Bir başkaldırı yoktur obozite alışkanlıklarına bir öykünmedir hayatın, Şehrin vitrinlerinin önünde panik ataklarını kusan insan, papaza günah çıkarır gibi kurduğun bu caf caflı medeniyete günah çıkarırsın. Seküler dünyanın bütün tövbelerini ruhumuzun en onulmadık en çarpıcı ve en zayıf merkezinden kutsamamızı istersin hayata karşı.

Bir yol var içimizdeki berrak en derinlerden gelen sese binaen. Bütün kâinat birlik içinde biz diye hareket ederken şehirleri de katmalıyız bu dönen ahenge. Bir şehre ölüm bulutları rüzgâr estirmeden, tabiatın dilini demirden, betondan yapılmış kelimeleri ile şehrin sürrealist yaşamlarına sunmadan, haydi başla bir nutfeden yaratılan insan önce kendi ruhunun sonra şehirlerin ruhunu diriliş muştusuna sunmaya. Bir ruh var medeni olmanın içinde kalplerimizi birleştiren. Bütün âlemi biz olmanın muştusu ile düşünmez misin, hayatın anlamını kalplerimizde birleştirerek hoş geldin demek ne güzel. Ne güzel sapasağlam bir ip ile şehirleri bağlamak, fıtratımızın boyası ile boyamak. Kalbimizden bütün insanları kuşatacak şekilde birliğe çağıracak medeniyet belki de şehirde nevşünema bulacak.

mihnet gözlerin eski bir çağ
ıtri yıldızın derin düşer geceme
gizli kiliseler geçerken içerinden
bekle ve otur şadırvan yüreğime
kandil akşamlarında
yusufçuk kuşunun çırpıntısı
ağaçsız bulvarlarına düşsün aldırma
üşüme içime gir
ısıt kutsal nefesini
ah güzel şehir
      /Yasin Mortaş/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder