Hasan Ejderha Eliyle Ahmet Doğan İlbey Abi'ye
Pek muhterem Ahmet Abi; evvela üzerime farz olan selamlarımı
sunarım. Şahsınızda cümle Dükkâncılara da selam ederim. Kaç zamandır
dostlarınızın canhıraş bir şekilde size mektuplar yazması, tebrikler atması,
birbirleriyle haberler salması ve en sonunda son teknolojiyi kullanarak, sizinle
canlı bağlantılar yapması karşısında, kendimi bu mektubu yazmaya mecbur bırakılmış
hissetim ve siz:
“Hasan bir mektup da sen gönder bana
Gerçeklerden,
yalanlardan haber ver.
Varsın
bulunmasın içinde mânâ
Falanlardan-filanlardan
haber ver.”
Demeden ben bilgisayarın başına geçtim. Gerçi yazmasam da; yarın
bu kara bulutlar dağılıp üzerimize güneş doğduğunda, gözü olanın ışığı
gördüğünde siz, “Bir mektubunuzu da değmedik Hasan Bey” diye kahretmezsiniz;
ama olsun, bunca yıllık emeğiniz var üzerimizde.
Aslına bakarsanız bu salgından dolayı uygulanan kısıtlamalardan
korkarak, kaçak-göçek bir şekilde köye gelmiştim. Buradan size bir mektup
yazmak fikri oluşmuştu zihnimde. Ancak köyden şehirdeki adama ne yazılır diye
birkaç gün düşündüm durdum. Malum; sizin istediğiniz medeniyet, fikir gibi
şeyler köy yerinde fazlaca bulunan şeyler değildir. Köylü milleti onları pek
bilmez, görse tanımaz, yolda bulsa almaz. Öyle çok okuyana, yazana, çalgı çalıp
türkü çığırana, davulun önünde mendil sallayıp oyun oynayana “yeyni” denir köy
yerinde. Çok konuşana, lafı sündürene, döndürene, övünene “özeme” derler
buralarda. Hele hele bu mevsimde, elinde kazma olmayan adama selam bile
verilmez. “Bağı bahçesi bor adamda ekelik beş beş.” diye birbirlerine laf
verirler.
Hasan
Ejderha Emmimin bir Gelinbacı Hikâyesi vardı Ahmet Abi: “Sen de hatırlarsın herhal;
seferberlik zamanını anlatırdı babam. İrbaham’ım babamın durumuna düşecek. Hani
köyde heç erkek kalmamış da babam kadınları toplayıp köyün bağlarını kazdırmaya
gitmiş… İki gözü iki çeşme anlatırdı babam. Kadınlar bağı kazarken, bu arada da
kazdıkları yeri ve üzüm tiyeklerini tepelerlermiş. Tepelemedikleri kazılmış yerleri
de kendi aralarında boğuşurken tepelerlermiş. İşte o zaman babacığım, tepenin
arkasına gider, ağlar, ağlar geri gelirmiş. Bir süre bağ kazan kadınlara şöyle
yapın böyle yapın diye uğraşır, sonra gider tepenin arkasında bir daha
ağlarmış.”
Bu sene Koronavirüs belasından bağlar yine bor kalıyor Ahmet Abi.
Bağ kazacak adam bulunmuyor köylerde. Şimdiki zamanın kadınları seferberlik
zamanındaki kadınlar gibi kazma, kürek işinden de anlamıyor. Hatta modern çağın
kadınları hiçbir şeyden anlamıyorlar. Allah’tan sosyal medyada resim paylaşma
işi var da yemek yapılıyor evlerde. Yoksa o da yok. Diyeceğim o ki, bağ-bahçe
kazma işi bize kaldı bu yıl. Bir köye, bir şehre gelip gidiyorum onun için.
Ahmet Abi iyi haberlerinizi alıyorum. Hane-i saadetlerinizin
bulunduğu cadde üzerindeki fırına kadar gidip geldiğinizi duydum. Sizin adınıza
sevindim. Güzel ekmekleri olur o fırının. Bir zaman Hasan Ejderha Emmimgile
küncülü somun almıştım oradan. Çok beğenmişti. “Allah, Allah” demişti, ekmeğin
üzerine bakarak. Sıvama küncüydü aldığım ekmeğin her yeri Ahmet Abi.
Beş kilo kitap ısmarladım internete Ahmet Abi. Ben size mektup
yazıncaya kadar
kitaplar da geldi yetişti. Tabi ben internetçiye “Bana iyisinden beş kilo kitap gönder.” demedim. Bizim çocuklara kitapların ne zaman geleceğini sordum, onlar da kargo firması, “Beş kiloluk paketiniz yolda diyor.” dediler bana. Yemedim içmedim -orucum tabi- İhsan Şahin’in “Tunceli’den Ay’a” isimli kitabını okuyup bitirdim. Kusuruma bakmayın Abi, size kitap lafı vermek değil meramım. Bildiğimiz ülkücülük kitabıymış. Hal bu ki ben kitabın kapağındaki resim için ne hayaller kurmuştum. Bildiğimiz ve yaşadığımız ülkücülerin ezilmesinden, devletin onlara kol kanat germemesinden; bir kısım ülkücünün ihale, makam ve mevki peşinden koşmasından yakınıyor. Kitabın sonunda kronolojik olarak hayatını tekrar veriyor. “Yirmi yedi yaşında il sağlık müdürü oldum, devletten ayrılıp hastane açtım, medikal fabrikası kurdum.” diyor.
kitaplar da geldi yetişti. Tabi ben internetçiye “Bana iyisinden beş kilo kitap gönder.” demedim. Bizim çocuklara kitapların ne zaman geleceğini sordum, onlar da kargo firması, “Beş kiloluk paketiniz yolda diyor.” dediler bana. Yemedim içmedim -orucum tabi- İhsan Şahin’in “Tunceli’den Ay’a” isimli kitabını okuyup bitirdim. Kusuruma bakmayın Abi, size kitap lafı vermek değil meramım. Bildiğimiz ülkücülük kitabıymış. Hal bu ki ben kitabın kapağındaki resim için ne hayaller kurmuştum. Bildiğimiz ve yaşadığımız ülkücülerin ezilmesinden, devletin onlara kol kanat germemesinden; bir kısım ülkücünün ihale, makam ve mevki peşinden koşmasından yakınıyor. Kitabın sonunda kronolojik olarak hayatını tekrar veriyor. “Yirmi yedi yaşında il sağlık müdürü oldum, devletten ayrılıp hastane açtım, medikal fabrikası kurdum.” diyor.
Köse Dayım geçen hafta bazlama göndermiş sağ olsun. Köyde hala bu
gelenek yaşıyor Ahmet Abi. O’nun evi yolun altında bizimki üstte. Kendinin sesi
bize kadar ulaşır ama ben duyuramam. Telefonla arayıp teşekkür ettim. Aşağıdan yine
sesi geliyor. O hep bağıra bağıra konuşur. Zamanında muhtarlık yapmış.
Belediyede de beraber çalışmıştık. Meclis üyesiydi. Gene kiminle tartışıyorsa,
birine “Ben eşşek değilim sen onu Ç. Cuma’ya yuttur.” diyor.
“Yok
Hasan, vazgeçtim, koy beni rahat
Neşeli
şeyler yaz, götürmez hayat
Viskiden,
briçten, twist'ten anlat
Reklâmlardan,
ilânlardan haber ver.”
Hepimizin yolunda ışığı
olan cennet mekân Abdurrahim Karakoç Abinin şiirinin ilk dörtlüğünden aldığım
cesaretle başladığım mektubumu, son dörtlüğüyle bitiriyorum. Bâkî selamlar
Ahmet Abi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder