ORMANDA KIRK GÜN / Teyfik KARADAŞ

Ben bin dokuz yüz atmış dokuz senesinin nisan ayında Kahramanmaraş’ın Döngel Köyünde dünyaya gelmişim. Babamdan başlayıp yedi göbek geriye doğru gitsek soyumun hepsi de Döngel Köyünde dünyaya gelmiştir. Anlayacağınız biz sülale olarak beş yüz yıldan beri Döngelli’yiz. Döngel Köyü Orta Torosların bitiş noktasının yakın bir bölgesinde yer alan Keş Dağının güney batısında yer almaktadır. İç Anadolu’yu Akdeniz’e bağlayan Püren Geçidi de bizim köyün çok yakın bir yerinde bulunmaktadır. Geçidin bizim köye uzaklığı on beş kilometredir. Köyümüz orman köyüdür. Köyümüzün sınırları çok geniş olduğu halde, ancak; topraklarının yüzde ikisinde tarım yapılabilmektedir. Köyümüz topraklarının yüzde doksan sekizi başından kar eksik olmayan yüksek dağlarla ve balta girmemiş ormanlarla kaplıdır. Köyümüzün dağlarında çam, ardıç, meşe, Lübnan sediri ve Toros köknarı başta olmak üzere yüzlerce çeşit ağaç yetişmektedir. İlkbahar mevsiminde köyümüzün yaylalarında kenger, çakşır, geven gibi yem bitkilerinin yanı sıra çiğdem, sümbül, menekşe, karanfil, papatya ve adını dahi bilmediğimiz yüzlerce çeşit bitki çiçek açmaktadır. Çiçeklerin kokusu dağları aşar, köylerde bile hissedilir. Yaz mevsiminde köyümüz doğal bir botanik bahçesi gibidir. İlkbahar mevsiminde yaylalarımızda yetişen kekiklerin kokusu esen rüzgarlarla birlikte köyümüze kadar gelir. Yaylalarımız ayı, kurt, geyik gibi yaban hayvanları içinde doğal bir yaşam alanıdır. Sade bizim köyümüz değil, köyümüzün etrafındaki bütün komşu köylerde aynı özellik ve güzelliklere sahiptir.

Bulunduğu coğrafi şartlar gereği köyümüzün başlıca geçim kaynakları tarım, ormancılık ve hayvancılıktır. Tarım ve hayvancılık işini köy halkı doğrudan kendi imkanlarıyla yaptığı halde, orman işi Orman Teşkilatı ile köylülerin iş birliği çerçevesinde yürütülmektedir. Köylülerimizin bir kısmı Orman Teşkilatında yangın işçisi, orman bekçisi, orman muhafaza memuru gibi görevlerde maaşlı olarak çalışırken, bir kısmı da orman kesimi, kereste üretimi ve üretilen ürünlerin nakliyesi işlerde kendi hesaplarına çalışırlar. Orman köylerindeki ormanlar, köylüler için çok önemli bir geçim kaynağıdır. Fidanın toprağa dikilmesinden, kesilip kereste haline getirilmesine, sanayide işlenerek mamul hale getirilmesine kadar geçen süreçlerin tamamında köylülerin emeği ve alın teri vardır. Bu süreci baştan sona anlatmak için ciltler dolusu kitaplar yazmak gerekir. Ben sizlere orman işinde çalıştığım kırk günlük sürede yaşadığım birkaç anımı anlatarak yazımı tamamlamak istiyorum.

Üniversite birinci sınıfı bitirdiğim yılın yaz tatilinde köyüme geldim. Yaz mevsimi olduğu için köyde oturup sohbet edecek hiçbir arkadaşım yoktu. Arkadaşlarımın bazısı yaylada çobanlık yapıyor, bazısı tarlada ekin biçiyor, kimisi de farklı şehirlerde inşaat, turizm gibi işlerde çalışıyorlardı. Benim ise köyde tek başıma canım sıkılıyordu. Günlük birkaç saat muhabbet etmek için Bakkal Muzaffer’in yanına gitsem de aramızda yaş farkı olduğu için sohbetimiz çabuk bitiyordu. Ben de hem vakit geçirmek hem de iki aylık yaz tatilinde aile ekonomimize katkı sağlamak için çalışmak istiyordum. Ne iş yapabilirim diye düşünürken, aklıma birdenbire Suçatı Orman Bölge Şefliği geldi. Suçatı Orman şefliğinde tomruk ölçümü, ağaç damgalaması gibi bir iş varsa çalışabilirim diye düşündüm. Pazartesi günü itibariyle Su çatına gitmeye karar verdim.

Komşu köyümüz Suçatı’n da Balkaya, Kapıkaya ve Suçatı olmak üzere üç tane orman şefliği vardı. Şefliklerin üçüne birden Orman Mühendisi Hacı Musa Çelik bakıyordu. Bizim köyün ormanları Suçatı orman Şefliğine bağlıydı. Ben ise Hacı Musa Bey’i lise yıllarımdan tanıyordum. Aramızda sevgi ve saygıya dayalı güzel bir münasebet vardı. Bizim köyde benden başka üniversite öğrencisi yoktu. O yıllarda üniversite öğrencisi olmak büyük bir kariyerdi. Sosyal saygınlık bakımından ise bölgedeki üst düzey insanlar arasında gösterilirdi. Üniversite öğrencilerine köyde görev yapan doktor, öğretmen, imam ve karakol komutanı kadar veya daha fazla değer verilirdi. Bölgede gördüğümüz saygınlığa ve Hacı Musa Bey’le olan dostluğuma güvenerek pazartesi günü bizim köyden Kahramanmaraş’a giden otobüse binerek Suçatı Köyüne gittim. Otobüsten Nucük Hacının Bakkalının önünde indim. Bakkalın yanındaki kahvehaneye oturdum. Mesainin başlama saatini beklemeye başladım. Heyecandan kaç adet sigara, kaç tane çay içtiğimi hatırlayamıyorum. Kahvehanenin duvarındaki saat sekiz buçuk olunca orman Şefliğine geçtim. Orman Şefliğine vardığımda Hacı Musa abinin hala daireye gelmediğini öğrendim. Şefliğin lokalinde oturup Hacı Musa abinin gelmesini bekledim. Bu arada lokalde bulunan orman muhafaza memurlarıyla çay içip sohbet ettik. Saat dokuz olunca Çaycı Hasan Abi Hacı Musa Bey’in daireye geldiğini haber verdi. Ben lokalden kalkıp Hacı Musa abinin odasına gittim. Kapıyı çaldım. İçeriden “gel” sesini duyunca içeri girdim.

Hacı Musa Abi beni ayakta karşıladı. Kucaklaştık. Halimi hatırımı sordu. Çay, kahve söyledi. Okulumu, derslerimi sordu. Anlayacağınız beni çok güzel, çok hoş karşıladı. Muhabbetin hâl hatır safahatı bitince;

Ben: “Hacı Musa Abi eğer ihtiyaç varsa yaz tatilinde iki ay kadar yanınızda çalışarak harçlığımı kazanmak istiyorum” dedim.

Hacı Musa Abi: “Asgari ücretle çalışmak istiyorsan, yarın gel başla” dedi.

Ben: “Abi asgari ücret kaç lira” dedim

Hacı Musa abi: “Seksen dört bin lira” dedi.

Ben: “Abi daha çok para kazanacak bir iş yok mu?” dedim.

Hacı Musa Abi: “Elli tane işçi bulabilir misin?” dedi.

Ben: “Bulurum Abi” dedim

Hacı Musa Bey: “Sana bir hafta müsaade. Git elli tane işçi bul. Sisne’ de teras yaptır. Günlük yedi bin, aylık iki yüz on bin lira para kazanırsın Teyfik” dedi.

Ben: “Çok teşekkür ederim Abi” dedim.

Bir an önce elli işçiyi bulabilmek için Suçatı Köyünde zaman kaybetmeden, bir Göksun minibüsüne binerek köyüme döndüm.

Köyümüzün cami imamından izin alarak, “Sisne’ de teras işi yapılacaktır. Yevmiye yedi bin liradır. Çalışmak isteyenler üç gün içinde Teyfik Karadaş’a adını yazdırsın” şeklinde cami mikrofonundan bir duyuru yaptım. Elli işçi iki gün içinde tamamlandı. İşçinin tamam olduğunu orman şefi Hacı Musa Çelik Abiye, Muzaffer Abinin bakkalında bulunan acente telefonuyla bildirdim. Hacı Musa Abi beni sözleşme imzalamam için daireye çağırdı. Perşembe günü bizim köyden şehre giden otobüse binerek Suçatı Köyüne gittim.

Hacı Musa Abi devlet adına, ben amele çavuşu olarak işçiler adına sözleşmeyi imzaladık. Hacı Musa Abi bana “pazartesi günü saat on üçte işçiler köy meydanında, yatak yorgan, yiyecek içecekleriyle birlikte hazır olsunlar. Kamyon gelip sizi iş yerinize götürecek” dedi. Ben bu sevinçle Suçatı’n da hiç beklemeden izimin üzerine köyüme döndüm.

Pazartesi günü orman dairesinden bir kamyonun gelip, bizi Sisne’ye götüreceğini işçilere haber verdim. İşçi arkadaşlar Perşembe gününden pazartesi gününe kadar çadırlarını, yataklarını, yiyeceklerini hazırladılar. Bu sürede ben ve kardeşim Adem’de kendimize göre bir hazırlık yaptık. Pazartesi günü öğle üzeri gri renkli, resmi plakalı bir kamyon geldi. Kamyonun şoför mahallinden şoförün yanı sıra, Mehmet Ali Ok isimli bir ağaçlandırma memuru ile Ahmet Koşum isimli bir orman işçisi indi. Ahmet Koşum pergel ile işçilerin yaptığı terası ölçmek, Mehmet Ali Ok’ta yapılan işi kontrol etmek için görevlendirilmişti. Köyümüzün meydanında hazırladığımız eşyaları kamyona yükledik. Biz de eşyaların üzerine oturduk. Bütün işçilerin sayım sonucu kamyonun karoserine bindiği anlaşılınca Döngel’den hareket ettik. Gurbetin ne kadar zor olduğunu orda anladım. Gideceğimiz yer bizim köye kuş uçuşu otuz kilometre

mesafede olsa köyden ayrılırken ağlayan insanlara tanık oldum. Kamyon yavaş yavaş yoluna devam ederken bizlerde geçtiğimiz yerleri seyrediyorduk. Bazı işçiler türkü söylüyor, bazı işçilerde yanındaki arkadaşlarına çalışma hayatına dair anılarını anlatıyordu. Kamyon Çağlayan Köyünü geçip, Suçatı Köyüne varmadan sol taraftan Şahinkayası (Tanır) yoluna döndü. Cücük Hasan’ın evininin oradan tekrar bir sol yapıp Tanır Deresinin kenarındaki stabilize yola ilerlemeye başladı. Yolun bize göre sağ tarafı göklere yükselen çınar ağaçlarıyla, sol tarafı balta girmemiş çam ormanlarıyla kaplıydı. Karşımızdan ara sıra tomruk veya odun yüklü traktörler geliyordu. Biz ağaçların gölgesi altında menzilimize ilerliyorduk. Tanır Deresi üzerindeki bir köprüden karşıya geçince Veli Çavuş’un elma bahçesi karşıladı bizi. Başka bir köprüden karşıya geçince binlerce yıldan beri şahin kuşlarına ev sahipliği yapan Şahinkayası beş altı kilometre uzaklıktan hepimizi ihtişamlı bir şekilde selamladı. Meyilli bir arazi üzerinde konuşlanmış Tanır Köyünün evlerini güneyden teğet geçip uçsuz bucaksız çam ormanlarının içine doğru hareket etmeye başladık. Ali Dedenin türbesinin yanından geçerken ruhu için Fatihalar okuduk. Sülemişteki bahçeleri gördük. Kamyonumuz şırıl şırıl akan Elmalı Pınarın başına varınca kaptanımız on dakikalık ihtiyaç molası verdi. Kamyonda bulunan bütün yolcular Elmalı Pınarın buz gibi suyundan avuç avuç karınları doyasıya kadar içtiler. Yolcuların bazıları da abdest alıp ikindi namazı için hazırlık yaptı.

Kamyonumuz elmalı Pınardan hareket edince sanki birdenbire dünya ile irtibatımız kesildi. Sağımız orman, solumuz orman, üstümüzde dolaşan bulutlardan başka bir yeri göremez olduk. Rakım yükseldikçe kulaklarımız çınlamaya başladı. Hava serinledikçe işçilerin keyfi yerine geldi. Sıra türküsü söylemeye başladılar. Yol stabilize olduğu için kamyon ağır ağır kaplumbağa hızıyla ilerliyordu. Delikli Taşa varınca Çorak Mevkiinin meşhur ormanlarının içine girdik. Minareden yüksek çam ağaçlarıyla, aynı boydaki sedir ağaçları birbirlerine sarılmış adeta dans ediyorlardı. Dallar Çamının güzelliklerini anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. At Oluğu için ne diyeceğimi bilemiyorum. Çemrengeç çayına inip, kenarı sıra biraz ilerleyip Çamlıca Köyüne el salladıktan sonra ikindin sonu, akşam önü Sisne’ye ulaştık.

Sisne yakınlarındaki Bal Kayasının güneydoğu kısmındaki sulak bir derenin kenarına yüklerimizi indirdik. Hava kararmadan yanımızda koyun kuzu olmasa da yaylaya yeni göçmüş Yörükler gibi çadırlarımızı kurduk. Yatacak yerlerimizi ayarladık. Obamızı iyi-kötü yaşamaya hazır hale getirdik. Bizimle giden Ağaçlandırma Memuru Mehmet Ali Ok ve Ölçüm Görevlisi Ahmet Koşum da orman dairesinin Sisne’de bulunan boş bir lojmanına yerleşti. Çevreden topladığımız küçük odun parçalarıyla ateş yakarak yemeklerimizi hazırlayıp, karnımızı doyurduk. Yemekten sonra yol yorgunu olmamız nedeniyle başımızı yastığa koyar koymaz uyuduk. Sabahleyin gün doğmadan evvel kayaların başında adeta birbirleriyle yarışırcasına öten yüzlerce kekliğin sesiyle uyandık. Ben hemen elimi yüzümü yıkayıp işçilere çalışacakları yeri göstermek için arazinin üst tarafına çıkıp bölgeye hâkim bir tepenin başına oturdum. Sisne Köyünün köpekleri bir tilkiyi havlayarak köyün iç kısmından dışarı doğru kovalamaya başladı. Bal Kayasından kalkan bir şahin kuşu köpeklerin kovaladığı tilkiyi önce pençeleriyle yakalayıp havaya kaldırdı. Sonra on beş yirmi metre yükseklikten aşağıya atarak öldürdü. Tilkiyi kovalarken aslan kesilen köpekler, şahin kuşunu görünce canlarını kurtarmak için bir anda ortalıktan kayboldular.

İşçiler hava aydınlanınca çalışacağımız araziye ikişer kişilik guruplar halinde dört metrelik aralıklarla tesbih tanesi gibi dizildiler. İki işçiden biri teras yapmak için toprağı kazarken, diğer işçi çapa ile kazılan toprağı tesviye ederek işlemi tamamlıyordu. Kardeşim Âdem de eliyle taşıdığı on litrelik iki plastik bidonla işçilere su dağıtıyordu. Bulunduğumuz arazideki kekik, menekşe gibi yüzlerce kır çiçeğinden yayılan güzel kokular bizleri kelimenin tam anlamıyla mest ediyordu. İlk gün işçiler nizami şekilde yaptıkları yüzer metrelik terası saat ona kadar tamamladı. Ağaçlandırma memuru yapmış olduğu kontrolde bir eksik bulamadı ama işçilere de laf atmaktan geri kalmadı. Ahmet Koşum işçilerin yaptığı terasları ölçerek puantaj defterine kayıt etti. Sisne köyünde orman bekçisi olarak görev yapan Osman Aydın abiyle tanıştık. Osman Aydın dünyalar tatlısı bir insandı. İmkanlar dahilinde bize yardımcı olmaya

çalışıyordu. Osman Abinin yardımı, Ahmet Koşum ‘un efendiliği sayesinde ilk iş gününü sorunsuz şekilde tamamlamış olduk.

Çalıştığımız yerin kuzey doğusunda arı kovanları görünüyordu. İş bitiminde arı kovanlarının olduğu yere gittim. Arıcılar Tekir sağlık Ocağının kâtibi Mehmet Bağcı Abinin kardeşleriymiş. Çadırlarında bana bal ikram edip, çay içirdiler. Arıcılar bölgede çok sayıda ayı olduğunu, ayılarında bazen arı kovanlarına zarar verdiğini anlattılar. İşçiler tedirgin olmasın, korkmasın diye ayı konusunu kimseye anlatmadım. İkinci iş günü yine çalışmalarımız sorunsuz şekilde tamamlandı. Ancak bir hafta sonra iaşe tedarik etmek için köye gittiğim gün ağaçlandırma memuru ile yaşanan bir tartışma sonucu işçilerin yarısı iş yerinden ayrılarak köye gitmiş. İşçi sayısı azalınca işi bir ayda bitiremedik. Kırk gün çalıştık yine bitmedi. Havalar soğumaya başlayınca çadırda yaşanmaz oldu. Biz üzerimize iki yorgan örterek vaziyeti idare edip işi bitirmeye çalışıyorduk. Bir gün sabahleyin erkenden hava ışır ışımaz bir ayı arı kovanlarından bal almak için arıcıların yanına gitmiş. Arıcılar ayıyı korkutmak için havaya ateş ettiler. Biz o sırada iş sahasına gitmek için hazırlanıyorduk. Silah sesini duyduk. Silah sesinden ürken ayı bizim üzerimize doğru gelmez mi. Ayıyı karşımızda görünce çok korktuk. Benim dizlerimin bağı çözüldü. Ayağa kalkamadım. Otuz kişi birden bağırınca ayıda bizden korkup derenin içine doğru koşarak kısa bir süre içinde gözden kayboldu.

Biz ayıdan çok fazla korktuğumuz için aynı gün işi bıraktık. Köyümüze döndük. Can güvenliğimiz söz konusu olunca Hacı Musa Bey’de işi bırakmamızı uygun gördü. Hak ettiğimiz parayı bir hafta sonra aldık. O günleri düşündükçe bazen gülüyor bazen ağlıyorum. Ahmet Koşumla olan dostluğum devam ediyor. Hacı Musa Çelik Abiyle ara sıra görüşüyoruz. Görmesem de saygıyla yad ediyorum. Şimdi on sekiz yaşındaki kaç üniversite öğrencisi benim gibi çalışarak ekmek parası kazanmak için bu zahmete katlanır bilemiyorum. Takdiri size bırakıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder