1. Fazlı Bayram’ı ilk tanıdığınız günü hatırlıyor musunuz? O ilk karşılaşma sizde nasıl bir iz bırakmıştı?
Fazlı ile doksanlı yıllarda tanıştık. O zamanlar Memduh Hoca ile birlikte Nizam-ı Âlem Ocaklarının başkanlığını yürütüyordum. Alparslan Kutsal da İmam Hatip reisiydi. Fazlı ile de o vesileyle tanıştık. Zannediyorum ortaokula gidiyorlardı; daha küçüktü Fazlı. Alparslan’la iyi bir arkadaşlığı vardı. Fazlı da heyecanlıydı, sadık biriydi, iyi bir arkadaştı. Çok hareketliydi ayrıca. Liseye geçtiğinde de ocağa gelmeye devam etti.
Biz Memduh Hoca’yla, ocağın gençlerine yönelik programlar düzenlerdik. Gençler kendilerini geliştirsinler diye konuşma hazırlatır, söz verir, sahneye çıkarırdık. Fazlı da lise dönemindeydi zannedersem; bu tür programlarda sunuculuk yapardı. Hazırlık yapar, şiirler okurdu.
Üniversiteye geçtiğinde de Mefkûre adında bir dergi çıkardılar. Ahmet İskender o zaman üniversite başkanıydı. Fatih Pehlivan, Fazlı Bayram… Aklıma gelenler bunlar. Fazlı orada da yazıyordu. Aşk üzerine şiirler kaleme alıyordu, belki çok belli etmese de… Hatta Mefkûre’nin kapağında Fazlı’nın bir mısrasını da kullanmışlardı. Bu tür yönleri vardı Fazlı’nın. Fakat henüz “şair” diyemeyeceğimiz bir evredeydi, gençliğin heyecanı vardı üzerinde.
Aksiyon tarafı da vardı Fazlı’nın. Hatırata dönüşebilecek olaylar yaşandı ama burada anlatılır mı bilemiyorum. Mesela İmam Hatip’te Alparslan’la bir macerası var. Fazlı, o dönem okuldan da atılmıştı.
İmam Hatip Lisesinde Hasan Akpınar adında bir öğretmeni vardı. Malatya’dan gelmişti, aslen Türkoğlulu. Pansiyondan sorumluydu. Nöbetçi olur, okulda kalırdı. Hocanın biraz sert bir yapısı vardı. Mesela saç tıraşı yoksa öğrencinin yahut kravat takmamışsa dahi şiddet uygulamaya müsait bir hali vardı. Fazlı’ya da denk gelmiş. Fazlı da o zamanlar ufak tefek bir çocuktu.
Alparslan okulun reisi olunca, Fazlı gitmiş ona durumu anlatmış. Zaten ortada şiddet gerektirecek bir durum da yok ama işte... Birçok öğrenci de muzdarip durumdaymış.
Cuma günüydü, İstiklâl Marşı için dışarıda toplanmışlar. Alparslan, reisi olduğu için sorumluluk hissedip hocayla görüşmek istemiş: “Hocam, görüşebilir miyiz?” demiş. Fakat hoca sinirli biri, ters tepki vermiş. Alparslan da o gün, Nizam-ı Âlem amblemli tişört giymiş. Hoca, “Konuşmayın” deyip Alparslan’ı itmiş. Alparslan “Hocam, konuşalım” derken, hoca ayağını kaldırıp hamlede bulunmuş. Hoca tabi fiziken Alparslan’dan üstün. Alparslan da o an hocanın bacağından tutunca, hoca dengesini kaybetmiş, düşerken de Alparslan’ın gömleğine tutunmuş. Gömlek yırtılmış, alttaki tişörtte ocak amblemi görünmüş. Hoca da “Beni Nizam-ı Âlemciler dövdü” zannetmiş.
O esnada daha önce hocadan şiddet gören tüm öğrenciler üzerine gelmiş. Kimin ne kadar canı yandıysa diyelim... Ne öğretmenlerden biri müdahale etmiş ne başka biri.
Hoca yere düşünce, olay büyümüş. Kardeşi geldi, Kazım olması lazım. “Basın gelecek, kardeşimi siz mi dövdürdünüz?” dedi. Ben ise ocakta oturuyorum, olaydan haberim yok. Ne dediklerini anlamaya çalışıyorum. O kadar ki, kardeşi olduğunu bile bilmiyordum.
Olay okul tartışmasından çıkıp siyasi boyut kazanmıştı. Karakola gidip dilekçe vermişler. Memduh Hoca’nın ismini vermişler. Daha başka öğretmenler de sırada, “Nizam-ı Âlemciler onları da dövecekmiş” diye haber yayıyorlardı. Dedim ki hocaya: “Biz seni niye dövelim, ne meselemiz var ki?”
Olayı anlayınca baktım ki, öğrencilerden kaynaklıymış her şey. Alparslan’a dese ki, “Tamam, konuşalım,” hiçbir şey olmayacak.
Sonuç olarak sekiz öğrenci okuldan uzaklaştırıldı. Kimisi Maraş Lisesine, kimisi Kara Lise’ye gitti. Fazlı da Afşin’e geçti, orada liseyi bitirdi. Üniversiteye geçtiğinde işletme okudu zannediyorum.
İlginçtir, o olay sayesinde katsayı sorununu aştılar. Hasan Akpınar istemeden de olsa o kapıyı açmış oldu.
Biz sonra hocayı ziyarete gittik, şikâyetini geri alsın diye. Alparslan’ın ağabeyi Şeref Hoca, Memduh Hoca, İbrahim İmalı… Hep birlikte gittik. Özür diledik, “Hocam, olmuş bir şey ama yine de siz şikâyetçi olmayın” dedik. Hoca ise hiç oralı olmadı.
Bizim hocalarımıza bakıyorum öyle miydi? Muzaffer Gözükara, Ali Yurtgezen, Memduh Hoca, Savaş Kıyak… Öğrenciyi sever, kazanır.
Fazlı sonra üniversiteye geçti, üniversitede de ocağın reislerindendi. Mefkûre Dergisini çıkardılar. 8-10 sayı çıkarıldı. Fazlı fikir adamıydı. Zamanla kendini geliştirdi. İhsan Fazlıoğlu’nun kitaplarını okur, felsefeyle ilgilenirdi. Hatta tır şoförlüğü yaparken bile felsefe üretirdi. O okumalardan şiire yöneldi herhalde. Kabiliyeti vardı zaten.
Dükkânda yazdığı şiirleri görürdük, tütün kâğıdına yazardı. Nizam-ı Âlem Ocaklarının il başkanlığını da yaptı. Mesuliyet aldı. Bizimle ilişkisi hep sürdü, özellikle Dükkan’la.
2. Sakin, kendi halinde ama aynı zamanda mücadeleci ve teşkilatçı bir kişilik olduğu söyleniyor. Bu iki yönünü bir arada nasıl taşıyordu sizce?
Dediğim gibi, Fazlı aslında sakin bir çocuktu. Arkadaş canlısıydı, fedakârdı, dostlarına sadıktı. Ama bunun yanında fikirli bir tarafı vardı. Hayatın içindeki birtakım adaletsizliklere, haksızlıklara karşı bir itirazı vardı. Bunları dert edinirdi. O sakinliği de buradan geliyordu aslında. Yani hayatı bilen biriydi.
Çocuk yaşta sanayide çıraklık yapmıştı mesela. Hem fakirliği hem varlığı görmüş, her iki hâli de tatmış birisiydi. Motor tamirinden anlardı, usta seviyesindeydi.
O çevreden, yani motorculardan, sanayi çocuklarından birçok genci toplamıştı etrafına. Bazısı uyuşturucuya bulaşmış çocuklardı. Onları o hayatın kirli tarafından çekip çıkarmaya çalışırdı Fazlı. Bu tarafını bilen bilir.
İtirazı, isyanı aslında hayattaki bu haksızlıklara karşıydı. O mücadeleci tarafı da buradan doğuyordu. Ama bu isyanı hemen ortaya çıkmazdı. Onun bir sınırı vardı. Son raddeye gelmeden öfkelenmezdi.
O mücadele, gençler daha iyi bir hayata kavuşsun diyeydi. İnsanlık için, dava için, ocaktan ve dükkândan getirdiği bir mesuliyet duygusuyla hareket ederdi. Yani kimseye zararı dokunmazdı ama derdi olan biriydi. Sessizdi ama sessizliğinde bile bir direnç, bir itiraz gizliydi Fazlı’nın.
3. Onun şiire olan ilgisi nasıl başlamıştı? Şiirlerini nasıl yazardı, yazarken nelere dikkat ederdi?
Dediğim gibi, Fazlı’nın edebiyata, özellikle de şiire olan ilgisi ocaktan bu yana süregelen bir şeydi. Ocağın programlarında yer alır, şiirler okurdu. Sonrasında o ortam onu yazmaya yönlendirdi. Yani bu biraz da içinde bulunduğu çevrenin tesiriyle gelişti. Ocağın getirdiği bir altyapı vardı onda. Sonra da dükkânda, Ali Yurtgezen Hocam’la, Ahmet Abi’yle –Allah rahmet eylesin–, Muzaffer Hocam’la yapılan sohbetler, o meclis havası… O ortamlar Fazlı’nın edebî yönünü ortaya çıkarmasında etkili oldu.
Biz onu dükkânda, tütün kâğıtlarına yazdığı şiirleriyle görürdük. Şiirlerini böyle küçük not kâğıtlarına, tütün kâğıtlarına yazardı.
Sonra bir de kitap hazırlığı vardı, şiir kitabı… Yani öyle birkaç mısra yazan biri değildi; şiir denen şeyi ciddiyetle taşıyan biriydi Fazlı.
4. Ahmet Doğan İlbey’in türküdârıydı. İlbey ile arasında nasıl bir bağ vardı?
Fazlı’nın saza ne zaman ilgi duymaya başladığını tam olarak bilmiyorum. Ama gençliğinde bir merakı varmış. Hatta bir bağlama almış ama babası razı olmamış, alışmasın diye sazı kırmış. Babası, onun sazla fazla meşgul olmasından rahatsızlık duymuş. O dönemde bazı ailelerde böyle bir hassasiyet olurdu. Belki de oğlunun başka yollara sapmasından, zararlı ortamlara düşmesinden korkmuştu. Çünkü o dönemlerde saz, özellikle 80 öncesinde, bazı çevrelerde ideolojik bir sembol gibi görülürdü. “Bağlama çalıyorsan solcu musun, komünist misin?” gibi ithamlarla karşılaşırdın. O tecrübeyi yaşamış bir neslin endişesiydi bu.
Belki Fazlı’nın babasında da bu kaygılar vardı. Zaten Muhsin Yazıcıoğlu’nun da böyle bir örneği varmış; Cemal Amca diye bir büyüğü varmış, Yazıcıoğlu’na da “Sazı bırak” demiş zamanında. Fazlı’nın babası da benzer bir düşünceyle hareket etmiş olabilir.
Ama Fazlı’nın türküye olan muhabbeti öyle kolay geçecek türden bir şey değildi. Saza karşı başka bir ilgisi vardı onun. Kendi kendine çalmayı öğrenmiş, güzel de çalardı. Ama bir fark vardı: Sazı sadece dükkânda çalardı. O dükkân meclisi onun için özeldi.
Ahmet Abi’nin zaman zaman “türküdâr” dediği dostları olurdu. Dündar Kök mesela bunlardan biriydi. Ama en uzun türküdâr Fazlı’ydı. Dükkan’ın sazı eksik olmazdı, o saza en çok dokunan da Fazlı’ydı.
Sonra bizim o Demlik’in üst katına gelmişti. O zamanlar Mehmet Yaşar da vardı. Fazlı bazen sazını alıp oraya gelir, ardından Ahmet Abi gelirdi. Gece saat ikide, üçte bile gelse Fazlı’nın söylediği türküleri dinlemeye gelirdi Ahmet Abi. Aralarında böyle özel bir bağ oluşmuştu.
Hatta bir gün Fazlı’ya, “Yav şu sazı getir de burada da çal,” dedik. Gelmezdi pek. “Başkanım,” dedi, “Ben bir tek dükkânda çalıyorum. Burada böyle sanki insanları eğlendiriyormuşum gibi geliyor.” Biz de “Biz zaten dükkândaki insanlarız, ne fark eder?” derdik. Nadiren de olsa çalardı Demlik’te. Hele Ahmet Abi’nin sevdiği türkülere ayrı bir özen gösterirdi. Ahmet Abi de ona ayrı bir kıymet verirdi.
Ahmet Abi’nin “bin miligramlık türküler” diye bir tabiri vardı. Fazlı o tarifin hakkını veren türküleri çok iyi çalardı. Hem söyler, hem çalardı. Sanki sadece ona değil, o meclise, dostluğa, hatıraya çalardı. O çaldıkça meclis susar, muhabbet derinleşirdi.
5. Fazlı Bayram’ın ailesine olan bağlılığı herkes tarafından biliniyor. Eşi ve çocuklarıyla ilişkisi nasıldı?
Fazlı, ailesine çok düşkündü. Çocuklarına, eşine gerçekten kıymet verirdi. Mesela oğlu Ali Fuat’ı öyle güzel yetiştirmişti ki; yaşından büyük bir olgunluğu vardı. Hatta bir gün, Fazlı’ya şöyle demiştim: “Yahu, bu Ali Fuat hep büyüklerle oturuyor, aman diyeyim, yarın bir gün boşluğa düşmesin.” O da “Yok başkanım, okulda da böyle.” demişti.
Hakikaten de öyleydi. Ali Fuat büyüklerin meclisinde konuşulacak cümleler kurardı. Demek ki evde öyle bir terbiye vermişti çocuğuna. Zeynep’le Meryem’le, Ali Fuat’la birlikte gelirdi bazen Demlik’e. Çocuklar bana “Başkan dede” derdi, biz de onları sever, şakalaşırdık. Fazlı onları getirir, sevindirirdi, vakit ayırırdı.
Biraz önce de söylemiştim, Fazlı o sokakları bilen biriydi. Uyuşturucuya bulaşmasınlar diye çocuklarını, gençleri korur kollardı. Ocak ve dükkân ortamı onun için sadece bir fikir ve muhabbet ortamı değildi; aynı zamanda emniyetli bir alandı. Kendi çocuklarına da o güvenli alanı oluşturmuştu.
6. Fazlı Bayram sizce nasıl hatırlanmalı? Onun hatırasına sahip çıkmak isteyenlere ne tavsiye edersiniz?
Fazlı, bulunduğu ortama ayrı bir hava katan bir insandı. Hem neşelendirirdi hem de mecliste ağır bir mesele varsa onu hafifleten bir üslubu vardı. Dost canlısıydı, vefâkârdı. Biz onunla doksanlı yıllarda tanıştık, İmam Hatip döneminden bu yana münasebetimiz hiç kopmadı. Öyle biriydi ki, bir dostluğu varsa onun hatırını hep gözetirdi. İncinse bile içinde hallederdi. Kavga etmezdi, gönül koysa bile içinden yaşardı.
Büyüğünü küçüğünü bilirdi. Vefayı bilen, dostluk hatırını gözeten biriydi. Fazlı, gerçekten dostluk kelimesinin karşılığıydı. Onu hatırlamak isteyenler, hatırasına sahip çıkmak isteyenler; öncelikle dostluğa kıymet versinler. Onun gibi içten, samimi, fedakâr olmaya çalışsınlar. Zaten Fazlı’yı unutmamak böyle bir yolda yürümekle mümkün olur.
7. 6 Şubat 2023 depremi sonrası onun yokluğu hayatınızda nasıl bir boşluk açtı?
Fazlı’yı uzun süre görmesek arar sorar merak ederdik. “Ne yapıyor, nerede, bir sıkıntısı mı var?” diye düşünür, kaygılanırdı. Depremin olduğu gündü zannedersem. Ali Fuat’la birlikte gelmişti Demlik’e. O zamanlar tır sürüyordu, belediyede çalışıyordu. Ben başta razı olmamıştım bu işe. Geçici bir şey gibi görmüştüm. Belediyedeki işinden olur diye endişelenmiştim, “Bırakma, devam et,” diye çok ısrar etmiştim hatta.
O gün geldiğinde, tırı parka çektiğini söyledi. “Başkanım,” dedi, “3-4 gün buradayım, görüşürüz artık.” Oturduk, çay içtik, sohbet ettik. Fazlı’yla muhabbetin bir zamanı olmazdı zaten, hangi saatte gelse, gönül ehli gibi gelirdi.
Demlik’i açacağımız vakitlerde de çok geldi, yardımcı oldu. Çay yapardı, nasıl yapılacağını gösterirdi. Her şeyi sahiplenirdi. Diyelim bir kalabalık var, işler yoğun; hemen ocağa geçerdi, Hasan’a ya da gençlere yardımcı olurdu. Öyle kendiliğinden, gönüllüce...
Fazlı, bizim sevdiğimiz bir evladımız gibiydi. Ne biz ona kırıldık ne de o bizi kırdı. Herkesin gönlünde ayrı bir yeri vardı. Bazen şöyle olur, bir köşede otururken içinden gelir: “Şimdi Fazlı olsaydı...” dersin, demeden duramazsın zaten. Onun yeri hep başka, hep dolmaz bir boşluk olarak kalacak bizde.
Mekanın cennet olsun gardaş
YanıtlaSilGÜZEL BİR İNSANDI ŞİMDİ İSMİ TORUNUM FAZLI TOLGAY İSİM BABASI ALLAH RAHMET EYLESİN MEKANL CENNET OLSUN RABBİM RAHMETİYE MUAMELE EYLESİN BAŞINIZMİZ SAG OLSUN
YanıtlaSilALLAH RAHMET EYLESİN MEKANI CENNET OLSUN
YanıtlaSilAllah rahmet etsin mekanı cennet olsun fazlı baskan çok kibarda ailesi içinde kendi içinde çok üzüldük deprem ailesi ile beraber gitti arkada gozuyasli sadece bizleri bıraktın ama güzel ölüm oldu eşi iki cocoguna sarılı bı şekilde.
YanıtlaSilRabbim mekanını cennet eylesin
YanıtlaSil