İnsanlar ismiyle müsemma olduğu
kadar kitaplar da ismiyle ve de yazarıyla kimliğini belli eder; okuyucusuna
yeni keşifler için yön verir. Hayatınıza olumlu yönde küçük dokunuşlar
yapmasını istediğiniz bir yazar varsa onu okumaya şimdiden başlamalısınız. “Ceylan Uykusu” öykü kitabının yazarı Ayşegül
GENÇ,1978 yılında Konya’da doğdu. Selçuk Üniversitesi Mühendislik Mimarlık
Fakültesi Maden Mühendisliği bölümünden 1999 yılında mezun oldu. Öykü ve
yazıları Hece Öykü, İtibar, Dergâh, Aşkar, Cins, Okur gibi dergilerde
yayımlandı. Kuğu Boynu romanı ile Eskader yılın romanı ödülüne layık görüldü.
Evli ve iki çocuk annesidir. Yayınlanmış kitapları: Metropol Bedevisi / Genç
Kitaplığı / 2010- Ölü Serçe Dönemeci / Okur Kitaplığı / 2013-Çile Kırgını /
Okur Kitaplığı / 2014-Dünyayı Kurtaran Kız / 2014-Kuğu Boynu / İz Yayıncılık /
2016- İç Bir Şey / İz Yayıncılık / 2017.
Bu zamana kadar Ceylan Uykusu’na
dalan halimizi yorumlayacak hiçbir cümle yokken bu kitap ismiyle müsemma yirmi
öyküden oluşmaktadır. Sayfalar arasındaki geçişlerim bir sonraki öykünün
içeriği hakkında merak içerisindeyken kendimi onuncu öyküde bu yazıyı yazarken
buluyorum.
Ayşegül GENÇ, “Kendimi anlatmaya
kimin yarasından başlasam…” derken kendimi onun yarasını anlatma heyecanı
içinde bulduğumda kendi yaramı iyileştirmeye çalıştığımı anlıyorum. Yazmak ve
okumak her ikisi de cesurca bir eylem. Biri yazar diğeri okur konumunda, peki en
kutsalı kim? Yoksa, melekler mi?
“Ancak kişiden kişiye aktarılmaz
duygular içinde olanlar kişiden kişiye emanet edilebilir bir görevi bir
başkasının omuzlarına bırakabilirdi.” Peki bu aktarılan şey kıymetkar değerler
olabilir miydi?
İlk öyküden sonra kitaba ismini
veren bir “Ceylan Uykusu” sizi “bir yatağın ölüm döşeği olup olmadığını
anlamanız için yataktaki kişinin ölmesi gerekiyor” cümleleriyle sarsıyor
düşüncelerinizi, işte o sarsılma noktasında bir fay hattı kırılıyor ve öyküyü
idrak etmeye çalışıyorsunuz. “ Ölüm döşeği ölümden sonra odamızın ortasına güp
diye düşüveren çiçekleri solmuş ağır yün minder gibidir.” Diye devam eden
cümlede anımsarsınız kaç kişinin ölümüne şahitlik eden eşyaları, anıları…
“Babamın yumruklarının sadece bir
dilencinin önünde gevşek bir ip yumağı gibi çözüldüğünü gördüm. Dilenciden
kurtulmak için verdim demişti babam. Verirsek ondan kurtuluruz, vermezsek
kendimizden kurtulamayız.” Dediğinde veren elin alan elden üstünlüğünü bir kez
daha idrak edersiniz ve yolunda gitmeyen, ayağınıza dolanan her işi
vermediklerinize bağlarsınız.
“Umut mucizenin ta kendisidir.
Mucize emin olamayan insanlar içindir zaten…” bu cümlenin öyküsü sizi o kadar
çok etkiler ki öykünün sonunda bir mucizenin olmasını istersiniz lakin
dişleriniz arasında bir tahta parçasının tadını hissetmekten öte üğüntüler
arasında elleriniz külleri topluyor farkında mısınız? Dişleriniz arasında kalan
o tahta parçasında sonbaharın ilkbaharın göğsünden sökerek aldığı yaprakların
telaşını ve sonrasında kütüğün bir fidana bakarken ağlayışını
duyumsayamazsınız. Çünkü ellerinizde külden bir demet vardır.
“İki kişi aynı suçtan yakalanıp
içeri tıkılınca dost olurlar. Yanlarında cellat belirinceye kadar birbirilerini
aklamaya devam ederler. Sonra biri diğerini kurban eder...” diye başlayan
öyküde çıkar üzerine kurulu ne kadar dostluk kurulduysa onların bittiğinin bir
kanıtı olabilecek bir öyküyü okumaya başlarsınız. Sonrasında “annem yüzümden
süzülen maskeyi kendi yüzüne taktığı başka bir maske ile karşılayıp kucaklıyor.
Geçecek bu günler diyor…” sahi bunun adı teselliydi değil mi? Ve Ayşegül
GENÇ’in dediği gibi, umut mucizenin ta kendisiydi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder