“Ben bir kapıyı çalmanın hayalini
kuruyorum hocam.”
Böyle söylemişti Yakup ve
hepimiz gülmüştük. Gülmüştük çünkü hiçbir şeyi ciddiye almayacak yaşı henüz
tamamlamamıştık. Yakup benim en yakın arkadaşımdı. Öğretmenlerin
anlatmasına göre Gölcük depreminde enkazdan ailesinden sadece onu çıkarmışlar.
Zayıf, kıvırcık saçlı, gözlüklü,
ciddi siması ve duruşu, tertemiz kıyafetleri ve sessiz hali ona garip bir
asalet katıyordu. Aradan yıllar geçmesine rağmen onu ve bir rehberlik dersinde
söylediği bu sözü unutamıyorum.
Bu sözün ciddiyetini tüm
sevdiklerimi beton yığınına dönen evimin altında bıraktığımda anlayabildim.
Artık bırak kapıyı çaldığımda açacak biri çalacak kapım bile yoktu.
Kendimi kaybetmiş bir durumda
kentin mecburiyet caddesinde adımlarken Yakup’la karşılaştım sanki duruşunda
hayatında girdiği tüm savaşları kazanmış Muzaffer bir komutan edası vardı.
Hemen sarıldık ve kentteki mecburiyet kahvesine oturduk. Demli çaylarımızı içip
eski günlerden konuşurken derste söylediği o sözü hatırlattım kendisine ve
devam ettim sözlerime...
Meğer önemli olan kapıyı çalmak
değil o kapıyı açacak bir sevdiğinin olmasıymış. Eğer öyle biri yoksa o kapıyı
çalmak gürültü, kapı ise duvardan ibaretmiş. Şimdi bunu daha iyi anlıyorum.
Yakup o hiç değişmemiş bilgin
bakışı ve gülüşüyle, sakallarıyla oynarken bir an duraksadı ve ciddi bir surat
ifadesiyle; “Bu sözü söylediğimde benim çalacak bir kapım yoktu ama senin her
zaman rahatlıkla gireceğin bir kapın var dostum bunu unutma.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder